Anlamlandırmak, Akıl ve Beş Duyu

Felsefi tartışmalardaki klasik söylemlerden birisi de dünyanın anlamının insanla ortaya çıkmış olmasıdır. Bakın şu doğanın azametine? Yüce ve kayıtsız. Hiçbir şey anlatılamaz ona ve insan dışında başka bir canlı anlamaz, dolayısıyla anlamlandıramaz onu. Onu anlamak için insan gerekir. Eşek gülün değerini tayin edebilir mi? Dişlemeye kalkar onu.

Anlam insanladır ve anlamı ancak o inşa edebilir. Bu dünyayı anlamaya ve onu anlamlandırmaya layık olan insandır. Bu düzeye ya da şerefe erişen insan dünyanın hazinesidir. Dünyayı ve içindekilerin ne olduklarının bilgisi ondadır ve bir şeyi anlamlandırmak için anlamlandırma yetisi gerekir. Alemlerin anlamlandırılması ise insan için olmayabilir. Onun anlamı, onu anlamlandırabilecek olandadır.

Bu görüş elbette eleştirilebilir. Anlam insanla birlikte gelse de o anlam insanın kendi evrimsel sürecinin bir yansımasından başka bir şey değildir. Çiçeği, kediyi, gümüşü ancak insan anladığı kadar anlar ve anlamlandırır. Çiçek, kedi ve gümüş kendi anlamlarının farkında değillerdir. Yine de insanın anlamlandırmasının mutlak bir anlam mı olduğu yoksa ölçüsü insan olan bir anlamlandırma mı olduğu tartışmaya açıktır.

Tavuğun ızgara olma kapasitesini fark eden insan tavuğu közün üstünde pişirerek tavuğu anlamlandırmış ve onun değerini tayin etmiştir. 🙂 Maymunların salatalık yerine muz tercih ettikleriyle ilgili deneyler var. Buradaki de bir anlamlandırma sayılmaz mı? Ya da anlamlandırma işinin bir biçimi. Öyleyse anlamlandırma ve değer biçme işi dikkatli yaklaşılması gereken bir konudur.

Beş duyumuz evreni anlamak için yetersiz midir?

Dünyayı beş duyumuzla algılar ve aklımızla onu değerlendiririz. Bu beş duyu dünyadaki canlılarla karşılaştırıldığında bile zaman zaman geri kalır. Koku, görme, duyma, dokunma ve tatma becerileri bizimkinden gelişmiş canlılar olduğunu kabul ederiz. Akılca üstünüz, en azından neden sonuç kurma yetisi olarak üstünüz. Duyularımıza neden güvenmememiz gerektiği uzunca bir tartışma konusudur. Dekartçı kuşku ve savaş uçağı pilotlarına öğretilen ilk kural bununla ilgilidir.

Aklımız ise zaman ve mekana göre evrimleşmiştir ve bazı meseleleri anlama imkanımız yoktur. Önemli filozoflara göre en azından. Öncesi ve sonrası olmayan gibi sıfatları anlayamayız çünkü zamandan ve mekandan bağımsız düşünemeyiz. Nasıl düşünelim, hiç böyle bir şeyi deneyimlemedik ki. O zaman varsa hakikati anlamak da bizim için söz konusu olmayabilir mi? Evet olmayabilir. Yine de!

Aklımızın ve beş duyumuzun yetersizliği ile ilgili saptamalar geçerli olsa da gözden kaçırılmaması gereken bir durum var bence. Beş duyusu değil de on duyusu olan canlılar gelse ya da daha daha akıllı canlılar gelse, aynı olgu üzerinde bizim bulgularımızdan farklı bir şeyle karşılaşmayacaklar. Eğer denizler tuzlu ise, çok daha fazla duyusu olan ya da bizden binlerce kat zeki varlıklar da denizlerin tuzlu olduğunu doğrulayacaktır. Bu bakımdan kendi bulgularımızın küçümsenmesi büyük bir değerlendirme hatası olacaktır. Yine de!

Eğer zamandan ve mekandan bağımsız, dolayısıyla akıldan da bağımsız şeyler varsa onlar bizden farklı anlamlandırma ve değerlendirmelerde bulunabilirler. Fakat bizim konularımızda değil. Bizim konularımız, bizim gerçekliğimizde anlaşılabilir. Bizim gerçekliğimizi anlamak ve anlamlandırmak için bizim gerçekliğimizi de bilme şartı vardır. Bir kedinin ne olduğunu anlamak için kedi dünyasını bilmek gerekir. İnsanın ne olduğunu anlamak için onun dünyasını anlamak gerekir.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.078 aboneye katılın