Har Dağı efsanesi ve Kamil Karakız
Aşkı düşündü Hududi ve tam o sırada yanan lambanın başına üşüşen sinekleri gördü, lambayı kapattı ben ulaşamadıysam siz de ulaşmayın, dedi. Hududi sabahtan markete gitmek için kalktı, giyindi ölen sinekleri süpürdü. Aşkına ulaşamayanları süpürmek hoşuna gitmişti. Marketteki kasiyer kızı düşününce hızlıca giyindi, almayı düşündüklerinin yarısını aldı. Kasiyerin yanına gelince onunla konuşan yılışık bir müşteri gördü. Süpüreceksin bunları yoksa rahat edemezsin dedi. Kasiyer başını salladı. Sanki Hududi’ yi anlıyordu. Yılışık gidince kasiyere numarasını sordu, kasiyer anlamamış gibi yapıp saati söyledi.
Hududi anlamıştı durumu ama kader denen şeyin fırsatların değerinin bilinmesi olduğunu biliyordu. Kasiyer saati söyleyince kaçta çıkacaksın dedi. Kasiyer altıda deyince bugünlük bu kadar ilerleme iyi diye düşündü. Hududi’ nin gittiğine kasiyer memnun olmuştu çünkü mağaza müdürünün gözü ondaydı. Hududi bir yedekti. İşler kötüye gittiğinde çağrılabilirdi. Aslında beşte çıkıyordu ama mağaza müdürünün gözü kasiyerdeydi.
Marketten çıkınca sinekleri düşündü. Nenesinin anlattığı o hikayeyi. O uzun hikayenin ana hatlarını hatırlıyordu sadece. Sineklerin şahının çok güzel bir kızı varmış ve kızını kim isterse vermez, kızı bu duruma içerlermiş. Bunu öğrenen Şah bana Har Dağının doruklarında yanan ateşi kanadıyla getiren olursa kızımı ona veririm demiş. Böylece kızının da bir umudu olsun istemiş. O günden sonra Har Dağına giden sinekler dönememiş. Artık sinekler tüm uğraşı bırakmışlar. Dağı da şahın kızını da unutmuşlar. Artık nerede parıldayan bir şey görseler kanatlarıyla o ışığı almak istiyorlarmış ve bu onların sonunu getiriyormuş. Sineklerin aşkı artık şahın kızı değildi. Hududi bugün unutulan Har Dağı gibiydi.
Hududi akıllı adamdı. Ne boş hikaye diye düşündü. Laflara inanmazdı. Kim bilir kimi hangi işe koşmak için uydurmuşlardır bu hikayeyi. Nasıl alemde şer Oğuzda er tükenmiyorsa gönül macerasının hakkını verecek bir yiğit de her zaman bulunurdu. Laf laf laf. Başlangıçta söz vardı İncil’e göre. Herhalde sözden hiçbir şey çıkmayacağı anlaşıldı da başladığı gibi kalmadı. Eylem gerekliydi. Kasiyeri takip etse sonra tesadüfmüş gibi karşısına çıksa acaba nasıl olurdu? Memleket sapık kaynıyor diyerek vazgeçti bu düşüncesinden. Üstelik halkımızın sağduyusuna toslama ihtimali vardı. Düşündükçe daha da aptalca buldu bu fikri. Durup dururken az daha milletin eğlencesi olacaktım deyip güldü kendi kendine. Bu kadar aptalca bir şey düşünmemişti belki de hiç. Sinekler gibi şahın kızı olmasa da bir parça ışığa razıydı Hududi.
Yapılması gerekeni düşünerek Hududi eve geldi. Salonun penceresinin dibinde bulunan koltuğa gidip oturdu. Kamil’ e marul almayı unutmuştu. Kamil ya da tam olarak Kamil Karakız, kaplumbağasıydı. Sadece bir adının olmasının ona haksızlık olduğunu düşünüyordu. Karakız soyadını Muğla’ nın Kayaköy köyünde tanıştığı Gülümser vermişti.
Kamil Karakız bugün sana marul yok bugün haşlanmış yumurta ve yumurta kabuğu var, ayrıca kabuğu da yediğin için seni tebrik ederim, dedi.
Markette ki yılışık aklına gelince önce sinirlendi sonra gülümsedi. Ona zorla yumurta kabuğu yedirdi zihninde, böylelikle kolay bir şekilde onu alt etmişti kendince. Maruldan mahrum edilen Kamil Karakız’ a dönüp korkma lan senin kabukları yedirmedim, dedi.
Yumurta haşladıktan sonra kabukları ayırıp birer parça Kamil’ in önüne koydu. Tuz atsam yer mi diye düşündü. Bu tarz soruları kendine sormayı severdi.
Uyuyuncaya kadar pek bir şey yapmadı. Bir öykü kitabı yazıyordu Hududi, sadece bir öykünün adını Har Dağı Efsanesi diye değiştirdi. Muhtemelen bir ekleme yapacaktı bu başlığa.
Sabah duş aldıktan sonra markete gitti aklında ilk şey marul almaktı. Marul aldıktan sonra kasiyer kızı aradı gözleri ama yılışık adam dibinde bitti. Kainatın düzeni. Cebinden çakmağı çıkardı Hududi ve yılışık adama
-Har Dağı Efsanesini biliyor musun, diye sordu ve çakmağını o anda yaktı.
Yılışık adam cevap vermedi. Bulaşmamak gerektiğini düşünmüş olmalıydı. Bunda Aysan Hududi’nin arada bir süpürgeyi kesmesi etkili olmuş olmalıydı. Daha sabah süpüreceksin bunları dememiş miydi? Bir aydır bu markete geliyordu ama bu adamı hiç görmemişti. Adamın arkasından belli belirsiz bir şekilde “Bunun gibilerin ayağını buradan kesmezseniz sonra çok uğraşırsınız.” dedi. “Bunun gibilere bir gülümsersin sonra bir bakmışsın sokakta yüzüne bakıp sırıtıyor aman ha!” diyerek kasiyeri uyardı.
Son kurduğu cümlede ”Gülümser” kelimesi geçince içi burkuldu. O an Hududi’nin kanadına bir kıvılcım düştü.
Bir Cevap Yazın