Aysan Hududi’nin Kayıp Öyküleri 3

Kış Uykusundaki Yılanın Zehri

Bir diziden öğrenmiştim eski zamanlarda yılanların zehrini kullanan tabipler yılanlar kış uykusundayken zehirlerini alıp tekrar yerlerine bırakırlarmış. Tabii bunu yılanlara zarar vermemek için mi yoksa yılan zehrinin etkisinin kış uykusundayken arttığından mı olduğunu bilmiyorum.

Kasım.2022.  O gün telefonum kırıldı ve derse geç kaldım. Çocuklara sordum “gelen giden veya beni soran oldu mu” diye. Tedirgin bir şekilde “hayır hocam kimse gelmedi” dediler. Biraz sevindim, yakalanmamıştım. Öğle arası lojmana doğru yürürken müzik öğretmeni beni gördü ve “hakkınızda tutanak tutmak zorunda kaldık hocam, müdür yardımcısı görünce tutanak tutmamızı istedi de” dedi. Aslında bunda sorun yoktu. “Sen kadrolusun sana bir şey olmaz, en fazla uyarı alırsın” tarzında bir şeyler söyledi. “Sana bir şey olmaz kadrolusun” lafı günlerce kafamda dolaştı. Hayatın kadroluları kimlerdi peki? O, hani hiçbir şey başına gelmeyenler sadece uyarı cezası ile yoluna devam edenler.

Peki, Abdullah Efendi, sen en çok neyi özledin.

Ağlamasını… Ama böyle hüzünlü ağlama değil, ne bileyim tırnağım kırıldı ağlaması gibi bir ağlaması vardı. O zaman yanakları çok komik oluyordu. En çok onu özledim.

Biliyor musun Hüseyin, İsa‘nın çivileri kendine kadar.

Ne demek bu?

Zamanı gelince öğrenirsin, belki.

Yılanları düşünüyorum. Kışın zehri tabipler tarafından alınmış yılanları. Uyandıklarında ne yapıyorlardı. Kış geliyor. Peki, insanın zehrini alacak tabipler nerde? Hep son dakika yetişiyorum okula, hakkımda tutanak yazılmasını umursamıyorum ama artık söylenecek laflara tahammülüm yok. Son dakika yetişmemim sırrı ise kendimi test etmem galiba. Müzik öğretmeni hakkında geç kaldığından dolayı tutanak tutulduğunu söylüyorlar. Gidip “üç gün kalmış kadrona, az sabredemedin mi, sana gelip bende seni teselli ederdim, kadrolusun sana bir şey olmaz” derdim. Güldüm biraz. Sonra dersime girip Malazgirt Savaşı’nı anlattım. Anadolu’nun kapıları açıldı…

Abdullah Efendi evine gidince düşünüyorum. Ben en çok neyi özledim? Bulamıyorum. Aklıma bir sürü şey geliyor, seçememek hoşuma gidiyor. Bir süre sonra insan anlattığı şey oluyor doğru ya da yanlış. Aklıma takılıyor. İsa’nın çivileri kendine kadar. İsa’nın çivileri kendine kadar. İsa’nın çivileri kendine kadar. Zamanı gelince öğrenirsin demişti Abdullah Efendi ama belki diye de eklemişti. Ne demek bu? Zamanı gelse de anlamayabilirsin mi demek istemişti?

İnsanın zehri nasıl alınır. İlk gülmeye başladığı andan itibaren anlatmaya başlarsa. Sonra aklıma geliyor ben galiba en çok onu güldürdüğüm anları özlüyorum. İnsanın zehri nasıl alınır. Geri dönüşü olmayan bir mahvoluşu izlemeye razı olduğunda. Başka bir şey daha aklıma gelmiyor. İsa’nın çivileri kendine kadar ne demek şimdi anlar gibiyim.

Bir Şiir Yazmak İstiyorum

2022. Kasım sonu. Sadece bir şiir yazmak istiyorum. Her şeyi ile sadece onun anlayacağı bir şiir. Ne bir eksik ne bir fazla. Niyetim bu yönde.

Her şeyi ama her şeyi anlatan kısa bir şiir yazasım var, sözleri uzatamam.Kaç yıl oldu bilmiyorum ama Van’da yaşıyorum. Özür dilerim Yılmaz Erdoğan sevemedim otlu peyniri.

Bütün sözlerin boşa düşebileceği anları öğrencilerimden öğrendim. Ödev yapacak kadar sobanın başında duramıyorum demişti bir öğrencim. Ve öğrendim kışın ödev vermemeyi.

Bir imam tanıdım burada, köylüler mezarlık duvarı yapımı için para vermede isteksizdi. Tek söz yetti köylüye: ”Siz bilirsiniz benim akrabalarım yatmıyor bu mezarlıkta” Herkesi ikna edecek bir cümle varmış onu da öğrendim burada.

Öğrenilecek şeyler bitmiyor, bir pınarın denize kavuşması gibi, tabi o bölgede delta oluşumu için nispeten sığ olmasının yanı sıra bol alüvyon taşıması gere… Özür dilerim mesleki deformasyon.

Bu dağ başında etrafımızı sarmayan eşkıya kalmadı, aşkı gasp edilene İnce Memet yardım edemez. Eee … Artık biraz anlıyoruz.

İnsan nasıl da kendi söylediklerinin mağlubu oluyor. Neymiş efendim olmayana ağıtın sızısı zamanla dinermiş.

Kar yağdığında her taraf bizim demiştin bir keresinde, nedenini sormadım. Kimse dışarda yok diye mi yoksa kar her şeyi örttüğünden mi bilmiyorum.

Sakız fallarında biz çıkardık hani, bir arkadaşım demişti falı beğenirse sakızı yutarmış ne yani her şey sakızı yutmadık diye mi?

Ne sözü kısa tutabildim ne de içimdekileri anlatabildim. İşte yarı şair olmak böyle bir şey sevgilim.

Ninemin Türküsü

Ninem, doğrusunu söylemek gerekirse şirret kadındı. Dedemi köyün çeşmesinde yakalayıp sen ne biçim adamsın, anca bana bakıp iç geçiriyorsun, kaçırsana beni köyden demiş. Pek dizilere konu olacak bir aşk öyküsü değil biliyorum.

Dedem vefat ettikten sonra ninemin hep söylediği daha doğrusu mırıldandığı bir türkü vardı. Sonradan fark ettim kendisinin uydurduğu bir türkü. Tam hatırlamıyorum ama bazı yerleri aklımda.

Tütünü sar kâğıda sar tütünün yoksa soluğum var.

Kapı sesleri ile uyanıyorum. Kapıyı kırdı kıracak. Yetiştim. Bir öğrencim, “ne var” dedim “Murat hocanın evi hangi daire hocam” dedi. Biliyordum ama söylemedim bir kaç öğretmeni daha uyandırsın istedim. “Bilmiyorum” dedim, kızmadım. Uyandırma servisi yoluna devam etti. Bazen insanın üstüne ninesinin şirretliği gelebilir.

Bak akşam oluyor bir çift evlat ve bir kara gözlün var.

Okula gidince çocuklara kimlerin atı var dedim. Üç çocuğun ailesinin atı varmış. Anlaştık. Cumartesi günü ata binecektim. Cumartesi olunca vazgeçtim. Dedem atları sevmezdi. Çocuğun ailesini arayıp haftaya geleceğimi söyledim.  Dedemin atlara olan kini bana da mı sirayet ediyor. Ninemi kaçırırken attan düşüp ayağını kırmış. Hak vermiyor değilim.

Bak herkes tarlasında takımında benim yerim senin yanında.

Peki sana mırıldandığım şarkıyı hatırlıyor musun, hani sadece ikimizin bileceği o şarkıyı. Söylemiyorsun değil mi öyle ulu orta. Başka şarkılara ne hacet o yeterdi hâlbuki bize. Ne olduysa o nakaratta oldu o yanlışlığı düzeltmeye vakit vardı ama üstüne düşünmedik.

Ninemin türküsünün hatırladığım son kısmı şöyleydi:
Sen ölürsen bu köy çeşmesi kurur, kara gözlünün gözyaşı olur o zaman çeşmenin.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.068 aboneye katılın
%d blogcu bunu beğendi: