İnsan yaptığı işin değer görmesini ister. Böyle basmakalıp bir cümle ile başlayan yazı kim bilir nereye gidecek? Bu basmakalıp cümle tüm hayata dair bakışımızı şekillendiren bir yargıyı içeriyor. Değer görmek istiyoruz, değer yaratmak istiyoruz. Sevilmek ve saygı duyulmak istiyoruz. “İnsanca, pek insanca.” Peki insanların gözünde değerli olmanın ölçüsü nedir? Kendimizi çoğu zaman tükettiğimiz ürünlerle ifade etmeye çalıştığımıza göre maddiyatla pek yakından ilişkili olmalı cevap.
İşimiz, kullandığımız telefon, giyindiğimiz markalar, bindiğimiz araba, oturduğumuz ev ve diğer varlık göstergesi ürünlerin diğer insanlarda uyandırdığı duyguyla ilgileniyoruz. İyi bir araba park kurallarına pek de uymayabilir veya mekana gittiğinizde çalışanların ilgisi arabaya göre olabilir. Yaşadığınız semt ya da yaşadığınız ev bir fikir oluşturur insanlarda. Bu fikre hiç önem vermiyorum demenin de zor olduğunu biliyoruz. Özellikle kalabalıklar için değerli olan şeyin maddiyat olduğunu bilmeden biliyoruz. İnsan bir özbilinçtir. Diğer bilinçler tarafından bilinmek ihtiyacındadır ve thymos sahibidir. Kallavi kitaplardan örnekler vermeye gerek yok. Nasreddin Hoca misali, “Ye kürküm ye.”
Peki her şeyin maddiyata göre belirlendiği dünyada başka bir gerçek var mı? Romantiklik olsun diye sorulur bu soru. Hayatın amacı, hakikat mal mülk biriktirerek hayata karşı kabuğumuzu güçlendirmek mi olmalıdır? Başka bir seçenek hadi sormuş olalım bir hakikat var mı? Bütün ömrünü şiire vermiş bir insanın toplum nezdinde bir kıymetiharbiyesi var mı? Olmalı mı veya olup olmaması neyi değiştirir? Bu soruyu bir kenara bırakalım.
Dücane Cündioğlu’nun sözlerinden birini yazmak gerekir belki burada:
Şöhret: Halkın sana verdiği değer
İtibar: Seçkinlerin sana verdiği değer
Haysiyet: Senin sana verdiğin değer
İnsan hangisinin peşinden koşmalı? Şöhreti maddiyatla eş anlamlı kullanırsak toplumun nezdinde değerli olmanın yolu şöhret. Yani para. Yani güç. Sanatçının sorduğu gibi soralım o zaman bir insan ömrünü neye vermeli? Güç dışında gerçekten elde etmeye değer ve hatta ondan üstün bir şey var mı? Yoksa avuntu mu bu şeyler? Daha iyiye ulaşamayacağını anlayan insan için psikolojik bir sığınak mı güçten öte bir şey olduğu düşüncesi? Maddiyat, imkan ve güç dışındaki şeyler bizim uydurduğumuz, bizi rahatlatan hikayeler mi de günlük hayatta sadece lafzı var?
Thales için iki farklı ve birbirine zıt hikaye anlatılır. Söylenene göre Thales gökte yıldızları gözetleyip düşünürken önündeki kuyuyu göremez ve içine düşer. Ne tuhaf. Felsefe ve anlam peşindeki komik bir adamdır Thales bu hikayede. Daha önünü göremeyen ama hayatın anlamı hakkında düşünen birini ne kadar ciddiye almalı? Diğer hikayeye göre ise Thales yaptığı gözlemler sayesinde o yıl çok fazla zeytin olacağını anlar ve bütün zeytin sıkma makinelerini satın alır. Zeytin zamanı piyasada tekel olmuştur ve iyi fiyattan kiraladığı zeytin sıkma makineleri sayesinde zengin olur. Bu hikayede ise Thales bir kazanandır. Peki hangi Thales hakikate yakındır?
Steve Jobs ünlü konuşmasında “Amaç mezardaki en zengin insan olmak değil.” diyordu.
“Tanrıların gözünde aptal olanlarla insanların gözünde aptal olanlar farklıdır.”
Somuncu Baba ile ilgili bir hikaye dinlemiştim. Bir yerde tanındığı zaman, yani şöhret edindiği zaman terkerdermiş orayı. Kibirlenmemek için olsa gerek. Kimseden de hediye kabul etmese gerek ekmek yaptığına göre. Belki söylentidir sadece. Yine de günümüzün anlayışından ne farklı. Bir yerde hiç tanınmadan, mal mülk peşine düşmeden, üstelik onu elde etme imkanı varken öylece yaşamak.
İbrahim Edhem malı mülkü bırakıp gönül sultanlığını seçmiş. Rivayete göre gençliğinde avlanırken “Sen bunun için mi yaratıldın, bunu yapmakla mı emrolundun?” diye gaipten bir ses duymuş. Dünya sultanlığını bırakıp gönül sultanlığını seçmiş. Böyle yapan birisini görsek bugün hakkından ne düşünürdük merak ediyorum. Acaba dışımızdan helal olsun deyip içimizden kafayı yemiş mi derdik? Oscar Wilde’ın bir sözü geliyor aklıma. “Tanrıların gözünde aptal olanlarla insanların gözünde aptal olanlar farklıdır.”
Kış mı yaz mı? Yahu bahar yok mu!
Bir sentez yapılsa ve hem Somuncu Baba gibi olunsa hem de bu dünyaya göre yaşansa olmaz mı? Somuncu Baba da zaten ekmek yaparak bunu göstermemiş mi? Bu soru çok makul olsa da bizi problemden uzaklaştırıyor. Mesele daha derinlerde. Bugünün paradigması belki anlamayı ve anlatmayı zorlaştırıyor. Dünyanın nereye gittiğini görmek için belki de üniversitelerin nelerle uğraştığına bakmalı. Şu veri anlamlı geliyor bana.

Nasıl anlatmalı? Gidişat kötü edebiyatı yapmak istemiyorum. Bizi bu noktaya getiren felsefeye dikkat etmeli. Niçin yapılıyor bu araştırmalar? Öyle ya, alt yapı üst yapıyı belirler. Merdivene tırmanırken, tırmanma hızımız tek önemli olan değildir. Belki de arada bir merdiveni doğru yere dayayıp dayamadığımızı kontrol etmeliyiz.
Bir Cevap Yazın