Foucault’nun biyopolitika kavramıyla Corona virüsü arasında ilişki kurarak, corona virüsünün egemenlerin dünyayı dönüştürmek için bir silah olarak kullanıldığıyla ilgili bazı açıklamalar internette. Bu yaklaşım genel anlamda bir komplo teorisi sayılabileceğinden üstünde durmaya gerek yok fakat biyopolitika kavramıyla ilgili güzel bir tartışmanın kapısını açtığı için önemli.
Gerçekten de egemen güçler böyle bir virüse neden olmuş olabilir mi? Ya da en azından böyle bir salgını kendi amaçları için kullanmak isteyebilirler mi? Virüsün planlı olarak ortaya çıkarıldığı fikri çelişkilerle dolu ve mantık aygıtına göre bu konuyu derinlemesine götürmemiz doğru olmaz. Diğer seçenek biraz daha üzerinde durulmaya değer.
Corona virüs yoluyla nakit kullanımını azaltmak, eğitim hizmetlerini uzaktan eğitime dönüştürerek bu yükten kurtulmak ve emeklilik yükünden kurtulmak gibi amaçlara erişebileceğiyle ilgili düşünceler ilk akla gelenler. Tabii her söylenen şeye cevap vermek yorucu olacaktır fakat bir yerde bir çıkar varsa o çıkar kovalanır anlayışıyla olaylara bakabiliriz. Nasıl maske, kolonya ve dezenfektan satanlar durumdan faydalanmaya çalıştıysa, ya da bu iş temizlik şirketleri için bir fırsat ortaya koyduysa corona’nın ortaya çıkardığı ortamdan fayda sağlayacak başka çıkar grupları da olabilir. Bunun sistematik olması gerekmez.
Sars, mers ve corona aynı büyük planın parçası olabilir mi?
Tabii ki olamaz. Dünya eskiden beri bu salgınlarla uğraşıyor ve bu hastalıklar toplumu şekillendirmekle beraber, bir plan dahilinde bunu yapmıyor. Acil durumlar acil önlemleri gerektiriyor ve hep birlikte olayların nereye gideceğini izliyoruz. Birileri masa başında bu hedef de tamam deyip bir maddeyi işaretlemiyor. Büyük veba salgını emsali görülmemiş bir nüfus oranının hayatını kaybetmesine neden oldu. Veba birileri tarafından mı planlanmıştı yoksa vebanın yarattığı karmaşa ortamı yeni toplumsal yapılar ve anlayışlar mı doğurmuştu? Büyük ihtimalle ikincisiydi ve herkesin gözü önünde gerçekleşmişti bu olaylar.
Asıl soru : Perdenin arkasında kim var?
Hepimizin bildiği gibi dünyayı üç büyük aile…Neyse. Bu kadar değişkeni kontrol etmek ve olayların akışını kendi amaçları için kullanmak mümkün değil. Komplo teorilerine düşkünlük nedeni defalarca tartışılmış bir şey, bunlara dönmeyelim fakat gördüğümüz şu: Ortada bir virüs var ve devletler kendilerince önlemler alarak süreci “ucuz” atlatmak için uğraşıyorlar. İş sadece iktidarlarda da değil üstelik. Tüm devlet mekanizmaları, bilim insanları, sağlık çalışanları başta olmak üzere ciddi bir uğraş var ortada.
Tüm bu çaba ve önlem süreci devletin varlığını güçlendiriyor mu? Elbette evet ve biz böyle olmasını istediğimiz için devlet denilen yapılar ortaya çıkmış zaten. Peki ama birilerinin istediği oluyor olamaz mı? Çıkar grupları süreçten fayda sağlayabiliyorlarsa elbette faydalanmaya çalışabilir fakat bu iş sistemli ve plan dahilinde yapılamaz. Çünkü perdenin arkasındaki adam, Big Brother ya da Velinimet bir fantazidir. Perdenin arkasında aslında kimse yoktur. Sistemin birbirinden bağımsız çarkları işliyordur sadece…
Sistemin arkasında kimse yok ve çarklar kendiliğinden dönüyor da ne demek?
Tarihin zemberekleri planlı olaylar değil gelişigüzel olaylardır. İktidar da biyopolitikadan bağımsız değildir. O biyopolitikayı kurup işleten bir saatçi değil, o saatteki bir dişlidir ve o saati ne kadar etkiliyorsa saat onu çok daha fazla etkilemektedir. Ortada bir hikaye yok, gelişigüzel olaylar var. Kukla ve kuklacılar yok. Kendi kendini yürüten bir kaos bu. Bu yüzden tahmin edilemez de. Hepsi birden zamanın ruhunu oluşturuyor.
Brazil filminde bu konuyu anlatan müthiş bir sahne vardır.
Baş karakter Bay Helpmann’ın bürosuna girdiğinde, tutuklama emirlerini işleyen bir makineden başka bir şey görmez. Daha sonra. Bay Helpmann bilgi alımından önce Sam’i hücresinde ziyaret ettiğinde, oyunun kurallarının belli olduğunu, kendisinin bile hiçbir şey yapamayacağını söyler! İnsan iradesinden bağımsız olarak işleyen anonim bir makine. Her şeyin arkasındaki adam buradaki anlamıyla Büyük Öteki bir mittir.
Sistem dediğimiz, egemenler dediğimiz şey sen ben o.
Sam kendi cennetine girmesini engelleyen kötü güçlerle, sistemle, Büyük Öteki ile çarpışırken dev bir samuray savaşçısı görünümü alır. Canavarı yendikten sonra miğferini çıkarır ve kendi yüzü ortaya çıkar. Sistem Sam’dir! Onun gibi sıradan insanlardan ibarettir. Büyük Öteki diye bir şey yok – sistem biziz! Samuray ile bir kelime oyunu yapılır. Kelimenin okunuşu kulağa “Sam ve Ben” (Sam and I) ya da “Sam, sen bensin” (Sam, you are I) gibi de gelebilir.
Gilliam bir sohbet programında bunu şöyle açıklar: Brazil’deki korkuların kaynağı, dünyanın sistem yüzünden kontrolden çıkmasından ziyade sistemin bizden ibaret olmasıdır. Brazil aslında sistemin büyük liderlerden, her şeyi kontrol eden büyük düzenbazlardan oluşmadığını anlatır. Bu şeyin içinde küçük bir dişli olarak görevini yapan herkestir sistem. (Gilliam 1991)
Filmlerle Sosyoloji / Bülent Diken;Carsten B.Lausten
Brazil filmi bundan çok daha fazlasını içerse de konuyla ilgisi açısından iyi bir örnektir. İlgili alıntılar Filmlerle Sosyoloji kitabındandır. Kitabı buradan satın alabilirsiniz.
Bir Cevap Yazın