Sanat ve sanatçının üretme süreçlerini tekrar düşünmeden önce güçlü bir yanılgıya daha doğrusu insanların bakış açıları arasındaki büyük farka dikkat çekmek gerek. Bazı insanlar sanatın hayatın kaymağı olduğunu düşünür. Ne kadar yaygın bir görüştür bilmiyorum. Eğer işler yolundaysa, bireyin bir derdi yoksa ve maddi olarak rahatsa sanat manat işleriyle uğraşır. Diğer yandan, bazı insanlar ise onun hayattaki temel amaçlardan biri olarak görür. Birey ve toplum için var olma koşuludur. Ne kadar yaygın bir görüştür bilmiyorum.
Atatürk, sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir, diyerek net bir ifadede bulunmuştur. Sanatla ilgili diğer sözleri de bu sözle aynı paraleldedir. Sanatın bir telafi mekanizması, yetişkinlikte oyunun devamı ya da bir nevroz olduğu gibi farklı birçok görüş de vardır elbette. Sanat hayatın itici gücü ya da kaymağı olsun sanatçının üretme süreçleri dikkate değer bir konudur.
Sanat öznel ile nesnelin çarpışmasından doğar. Kendisi de yazar olan Orhan Pamuk “Kar” kitabında şair Ka karakterinin üretme süreçleriyle ilgili bazı şeyler paylaşır bizimle. Ka, “Kar bana Allah’ı hatırlatıyor.” der mesela. Kar sadece, çıplak gözle bakıldığında biçimsiz bir geometriye sahip beyaz ve soğuk bir su damlacığıdır. Kar Ka’nın öznel deneyiminde başka bir şeye dönüşmüştür.
Ka’ya yazacağı şiirler bir anda gelir ve kıtalarca şiir yazar. Bazen şiir hiç gelmez. Bir tetikleyici olay ona şiirin gelmesini sağlar. Müzik kelimesi müzden gelir (muse) esin perileri anlamındadır bu. Şaire daha genel anlamda sanatçıya gelen bu ilham başka bir yerdedir. Başka bir yerde değil, organizmada gizli saklı ise bile onu çağıracak tetikleyecek bir olay, bir görüntü, bir söz gerekir.
“Ruhumun örsünde soyumun yaratılmamış vicdanını dövüyorum.”
Rollo May, “Yaratma Cesareti” kitabında James Joyce’un aşağıdaki sözünü ele alır.
Ey yaşam, hoş geldin! Milyonuncu kez gidiyorum karşılamaya deneyimin gerçekliğini, ve dövmeye ruhumun örsünde soyumun yaratılmamış vicdanını.
Ka kar deneyiminin gerçekliğini ruhunun örsünde döverek hiç olmayan bir şeyi, Kar şiirini yaratmıştır. Mitolojide ve halk bilincinde sanatın Tanrıların kıskançlığını kamçıladığı inancı saklıdır. Çok büyük müzisyenler erken ölür. Tanrı Athena geyik kemiğine delikler açarak ilk flütü icat ettiğinde ağzının aldığı şekille dalga geçilmesi nedeniyle flütü atar. Flütü bulan çoban Marsias harika müzikler yapar. Mitolojideki bu hikaye sanat ve Tanrısallık arasındaki ilişkinin bir göstergesi olarak okunabilir. Sanatın nasıl ortaya çıktığı bilmecesine, işi tanrılara getirmeden cevap verememiştir ortak bilinç.
Sanatın usdışı olması biraz da sanatın sanatçıya bile itaat etmemesiyle ilgilidir. Sanat didaktikleştiğinde ya da bir amaca hizmet etmek için üretilmeye çalışıldığında ruhunu kaybeder. Sanat hep kendi sazını çalar. Müdahale edilince ses gürültüye dönüşür ve milyonlarca gürültü arasında kaybolur gider. Toplumları biçimlendirmenin akıllıca bir yolu değildir sanat.
Sanat otoriteler için de tehdittir. Otoriteler fırsatını bulduğunda sanatı sansürleme yoluna gidebilir. Platon devletinde sanatçıları istemezdi. Faşist rejimler, krallar, Sovyet diktatörleri ve kilise her zaman sanattaki tehlikeyi sezdiler. Sovyetler sanatı insanları biçimlendirmek için, sistemi meşrulaştırmak için kullanmayı denediler. Bugün kapitalizm ise sanatın ipini onu satın alarak tutmak niyetinde. “Yaratma Cesareti” kitabında Rollo May bir yazardan şu cümleye yer veriyor: “Sanki şiir dizginlenmesi, boyun eğdirilmesi ve hatta yok edilmesi gereken usdışı bir kuvvet gibi.”
Sanatın usdışılığı kollektif bilinçdışından gelen imge ve sembollerle ilgili olabilir. Sanatçı bir anlığına arkaik benliğine erişerek bir duygu ve izlenim yakalamış olabilir. Bu kullandığım kelimelerin çok tartışmalı olduğu malum. Yine de sanatın usdışılığını sorgularken onun usla buluşturmayı denemek zorundayız. Wittgensteincı anlamda usdışı olan bir şeyden zaten usumuzla bahsedemeyiz.
Dephi Kahini ne demek istiyor?
Usdışının usa gelişiyle ilgili inceleme Delfi kahini üzerinden yapılabilir. Delfi kahini Yunanlılara hayatın zorlukları karşısında yardım ediyordu. Yunanlılar hayatın bilmeceleri karşısında kahinden aldıkları mesajları yorumluyorlardı. Fakat kahin hiçbir zaman açık konuşmazdı. Kahinlerin söyledikleri yorumlanarak ondan bir mesaj çıkarılırdı. Hammadde işlenirdi ve rüya yorumu gibi en az birkaç birbirine zıt anlam çıkardı. Kendi sezgilerinize ve bilgeliğinize başvurmalıydınız.
Kahinlere başvurmak boşuna mıydı? Şu yüzden boşuna değildi ki kahinin söyledikleri insanları düşünmeye itiyordu ve farklı olasılıkları değerlendirmek zorunda bırakıyordu. Farklı kişilerden farklı yorumlar geliyordu ve bu ortak aklın işlemesini sağlıyordu. Delfi deneyimi insanın benliğini aşıyordu çünkü oradan gelen nesnel bir şiir, söz vardı. Bunun yanında bu nesnel mesaj özneden geçmek durumundaydı. Nesnel ve öznel arasındaki çatışma kahinin sağladığı şeydi. Tıpkı şair Ka’nın nesnel karı kendi öznelliğinden geçirerek Kar şiirini yazabilmesi gibi bir süreç yaşanıyordu. Sembol ve mit hepimiz için ortaktır ve biz o sembolle iletişime geçtiğimizde kolektif bilinçdışı ile temasa geçmiş oluruz ve bu bizi aşan bir deneyim olur.
Konunun bağlamı ve örnekleri verirken Rollo May’in “Yaratma Cesareti” kitabı elimin altındaydı. Konu ilginizi çektiyse kitap hoşunuza gidebilir.
Bir Cevap Yazın