Dünyanın Tüm Sabahları adında, filmi kitabından daha güzel bir eser var. 1991 Fransız yapımı filmde değerli olan müzik üzerinden ele alınıyor. Değerli olan, peşine düşülmesi gereken nedir? Filmdeki karşılığıyla, müzik ne içindir? Bir viyola üstadının hikayesi bu. Krallara yaranmak için değil, cemiyette yer edinmek için değil, ün için değil onun müziği. Daha değerli bir şey için. Peki ama değerli olan kralların huzurunda bile değilse nerededir? Nerede olduğunu bilmek için önce değerli olanın ne olduğunu bilmek gerek.
Kimse tarafından verilemeyecek olanı bir basit kulübede buldum ise ne oldu? Dervişler hakikati harabelerde bulduklarından bahseder. Define ve harabat arasındaki ilişkiyle ilgili çok sözler vardır. “Defineler harabatta olur. Dört başı mamur yerde köpek olur.” der Mevlana. “Alimler ulemalar medresede bulduysa. Ben harabat içinde buldum ise ne oldu?” der Yunus. Meşhur bir beyit vardır. Harabat ehlini hor görme zakir, defineye malik viraneler var.” Allah’ın öyle dostları vardır ki bunları yeryüzündekiler tanımazlar anlamında yorumlanabilir bu söz.
Erzurumlu İbrahim Hakkı‘ya atfedilen bu dizeyle ilgili bir hikaye de vardır. Farklı isimlerle de anlatılır. Alevi Bektaşi görüşüne dayanan bir hikaye olsa gerek. Rivayete göre birgün Erzurumlu İbrahim Hakkı çok dindar olan, işi gücü ibadet olan oğlu Zakir’i bir yere gideceğiz diye çağırır. Yol üstünde Zakir’in kardeşi Şakir’i bir meyhanede görür babası. Belliki dinle diyanetle çok işi yoktur. Erzurumlu İbrahim Hakkı girdiğinde Şakir sızmış uyuyordur. Babası hesabı öder ve çeker gider. Babası çıktıktan bir süre sonra uyanır Şakir ve babasının hesabı ödediğini öğrenince büyük bir utanç duyar ve peşlerinden fırlar.
Zakir ve Erzurumlu İbrahim Hakkı bir uçurumun kenarına gelmişlerdir. İbrahim Hakkı oğlu Zakir’e, “Bugün kırklardan biri öldü, atla şu uçurumdan ki kırklara karışasın.” der. Zakir onca ilmine rağmen tereddüt eder, o sırada onlara yetişmiş olan Şakir “Hakkını helal et baba.” der ve uçurumdan atlayıp kırklara karışır. Zakir babasına bakınca İbrahim Hakkı, “Harabat ehlini hor görme Zakir, defineye malik viraneler var.” sözünü söyler.
Saint Colombe’un fakirlik içindeki yaşamı
Filme dönecek olursak, Hikayenin kahramanı Sainte Colomb mütevazı bir hayat yaşamaktadır. Konuşmayı pek beceremez. İnsanların ve kitapların arkadaşlığından hoşlanmaz. Paris’ten nefret eder. Kızlarıyla üçlü konserleri ünlendiğinde kral kendi müzisyenleri arasına katılması için onu baş müzisyeni aracılığıyla davet eder. Bu davet kabul görmeyince kral ikna için rahibini gönderir. İkna için bir rahibin gelmesi ilginçtir. Bu işle rahibin ne ilgisi vardır? Mösyö Saint Colombe ile kralın temsilcileri arasında şu konuşmalar geçer:
Mösyö de Sainte Colombe yaşlı ve dul biri olduğunu, iki kızının bakımını üstlendiğini, bu nedenle başkalarından daha kapalı bir yaşama biçimi sürdürmek zorunda olduğunu ve dış dünyaya karşı tiksinti duyduğunu söyledi. “Mösyö, dedi, ben yaşamımı bir dut ağacının içindeki kül rengi tahtalara, bir viyolanın yedi telinden çıkan seslere, iki kızıma adadım. Dostlarım da anılarımdır. Sarayım şu gördüğünüz söğütler, akan su, sazan balıkları ve mürver çiçekleridir. Yüce kralımıza söyleyin, bundan otuz beş yıl önce merhum kral babasına takdim edilmiş olan bir yabanın sarayla ne işi olabilir.”
“Mösyö, diye yanıtladı öteki. Benim dileğimi iyi işitmediniz galiba. Ben kralın hizmetinde biriyim. Kralımızın her isteği bir emirdir.” Mösyö de Sainte Colombe’un yüzü kıpkırmızı kesildi. Gözleri öfkeyle parıldadı. Adamın burnunun dibine kadar ilerledi. “Yabanın biriyim, doğru, Mösyö, ama yalnızca kendime ait olduğumu düşünüyorum. Yüce kralımıza benimle ilgilenerek pek cömert davrandığını söyleyin.”
Sizin sarayınız bir kulübeden daha küçük, oradaki kuru kalabalık, bir kişiden daha azdır.
Bu kez de Mösyö Caignet ile birlikte Rahip Mathieu’yü gönderdi.
“Antik çağın müzisyenleri ve şairleri şöhretten hoşlanırlar, imparatorlar ya da hükümdarlar onları huzurlarından uzak tutarsa gözyaşı dökerlerdi. Siz, adınızı hindilerin, tavukların, küçük balıkların arkasında saklıyorsunuz. Tanrımızın size bahşettiği yeteneği toza toprağa ve gururlu bir yoksulluğa gizliyorsunuz. Şöhretiniz kralımız ve sarayı tarafından duyuldu, öyleyse çuha elbiselerinizi yakıp onun size sunduğu hizmetleri kabul ederek kendinize bukleli bir peruka yaptırtmanızın zamanı geldi. Eski çamlar bardak oldu artık ve…
…Asıl modası geçen benim beyler, diye bağırdı ansızın, kenai giyim kuşamıyla alay edilmesine sinirlenen Sainte Colombe. Yüce kralımıza teşekkür ediniz, diye haykırdı. Ben, onun bana teklif ettiği altınların yerine ellerimin üstüne batan güneşin ışığını tercih ederim. Bukleli perukalarınızı değil, kendi çuha giysilerimi tercih ederim. Kralın kemanlarının yerine kendi tavuklarımı, sizlere kendi domuzlarımı tercih ederim.
Rahip Mathieu korkmuş görünmedi ve bastonuyla yere vurarak şöyle söyledi: “Tahta kulübenizin dibindeki küçük fare gibi kuruyup kalacak, kimse tarafından tanınmadan ölüp gideceksiniz.” Mösyö de Sainte Colombe sandalyeyi çevirip şöminenin davlumbazının üstünde parçaladı, yeniden haykırmaya başladı: “Sizin sarayınız bir kulübeden daha küçük, oradaki kuru kalabalık, bir kişiden daha azdır, benim gözümde.” Rahip Mathieu elmaslarla bezenmiş haçını parmaklarıyla okşayarak ilerledi ve şöyle söyledi: “Bu kenar mahallede, bu çamurun içinde çürüyerek derenizde boğulup kokuşacaksınız.”
Değerli olan nedir?
Saint Colombe bir konuşmada, “Mösyö, sizin görünür bir kralın hoşuna gittiğiniz apaçık ortada. Hoşa gitmek bana göre değil. Yemin ederim size, ben görünmez bir şeyin peşindeyim.” der. Daha sonra filmde müziğin ne için olduğunu sorar ara ara. Müziğin ne için olduğunu öğrenemeyiz ondan ama acılardan bahseder Sainte Colombe. Öğrencisini acılarından dolayı kabul etmiştir. “İşte bu yüzden benim taşlarla, otlarla kaplı alçakgönüllü yolumun üstüne çıkmanızdan hoşlanmıyordum. Ben gömütler evrenine aittim.” sözleri onun ağzından çıkmştır. Eski öğrencisine kapıyı, “Pişmanlıkları ve gözyaşlarını arıyorum.” cevabını verdiğinde açmıştır. Hüzün ve yalnızlığın değerli olanla arasında bir bağ olsa gerek.
“Hüznün adam olmanın sermayesidir.” diyor Dücane Cundioğlu. Bir yazısında Hz. Muhammd’in Hira zamanlarından bahseder Dücane Hoca. Cebrail Hz. Muhammed’e en hüzünlü zamanında geldi.
“Hira’da kalabalıklara yer yok ey talib, mağaranda tek başına kalmalısın!”
Ne garip değil mi, rüşeym dönemi unutulur. Hira. Oysa hakikatin zuhurunda bir de Hira dönemi vardır. Sevgiliyle ilk karşılaşılan an… ilk rüyet… ilk ses… ilk dehşet… Uçurumların kenarında şifa arayan bir kalp… Sermayesi hüzün olan bir adam…
Dücane cundioğlu
Son olarak;
Dünyanın Tüm Sabahları kitabını okursanız filmde geçmeyen bir iki durumu öğrenirsiniz ama film daha güzel. Bulmak biraz zor. Dram, biyografi türünde film. Uzun süredir izlediğim en iyi filmdi. Dücane Cundioğlu’nun tavsiyeleri arasındaydı. İyi bir tavsiye oldu.
Filmin adını aldığı cümle ise şudur: Dünyanın tüm sabahları geri dönüşsüzdür.
Bir Cevap Yazın