Sağlıklı olma halinin kaybolması olarak tanımlanan hastalık, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “organizmada birtakım değişikliklerin ortaya çıkmasıyla sağlığın bozulma durumu, rahatsızlık, çor, dert, sayrılık, illet, maraz, maraza, esenlik karşıtı” olarak tanımlanır. Tıp tarihinin hastalıkların kökeni hakkında neler dediklerini bilmesem de mitolojinin hastalıkların nasıl ortaya çıktığı hakkındaki efsaneyi biliyorum.
Her şey Prometheus’un tanrılardan ateşi çalıp insanlara vermesiyle başlar. Zeus bu duruma çok sinirlenir ve Prometheus’u cezalandırmak için onu Kafkas Dağları’nda bir kayanın üzerinde zincire vurdurur. Yanına da bir kartal bırakır. Kartal her gün Prometheus’un ciğerini yer. Her gün Prometheus’un ciğeri yenilenir ve kartal ciğeri yemeye devam eder. Prometheus Herkül tarafından kurtarılır. Zeus bu duruma bir şey yapmaz ancak Prometheus’un ayağındaki zincirleri bırakarak onu sonsuza kadar cezalandırmış olur.
Prometheus’u cezalandıran Zeus insanları da cezalandırmak ister ve bunun için ateş tanrısı Hephaistios’a balçıktan bir kadın yaratmasını emreder. Hephaistios da tanrıçalar kadar güzel olan Pandora’yı yaratır. Zeus Pandora’ya bir kutu vererek onu Prometheus’un ikiz kardeşi olan Epimetheus’a gönderir. Epimetheus Pandora’nın güzelliğine dayanamayıp onunla evlenir. Zeus Pandora’ya kutuyu açmasını söyler ve Pandora yanında getirdiği kutuyu açar. Pandora’nın kutuyu açmasıyla birlikte o zamana kadar dünyada bulunmayan kötülük ve hastalıklar insanlara yayılır. Böylece insanoğlu hastalıklarla tanışmış olur. Bu efsaneyi Hesiodos şöyle anlatır:
Eskiden insanoğulları bu dünyada dertlerden, kaygılardan uzak yaşarlardı, bilmezlerdi ölüm getiren hastalıkları.
Pandora açınca kutunun kapağını, dağıttı insanlara acıları, dertleri.
Bir tek umut kaldı dışarı çıkmadık kapağı açılan dert kutusundan.
Umut tam çıkacakken Pandora kapamıştı kapağı, böyle istemişti bulutlar devşiren Zeus.
O gün bugündür insanların başı dertte…
Edebiyat ve Hastalık
Edebiyatta hastalığın kullanılması insanları her yönüyle ele alma çabası olarak görülebilir ancak şair ve yazarlar daima farklı olanın peşindedirler. Normal insan ile anormal insanın ilgi çekiciliği farklıdır. Bundan dolayı hastalıklar ve hastalıklı insanlar şair ve yazarları sağlıklı insanlara göre daha çok cezp eder. Selçuk Çıkla “Edebiyat ve Hastalık” adlı eserinde edebiyatın anormale, kötüye ve hastalığa; normale, iyiye ve sağlığa nazaran daha müsait olduğunu vurgular.
Cazip ve ilgi çekici olanı yazma isteğinin dışında yazar veya şairin hasta olma durumu da edebiyat ve hastalığı birleştiren bir başka etkendir. Bu durumun dünya edebiyatındaki en bilinen örneği Dostoyevski’dir. Bilindiği üzere Dostoyevski sara hastasıdır ve kendi hastalığını eserlerine de yansıtmıştır. Suç ve Ceza’nın Raskalnikov’u, Budala’nın Prens Mişkin’i, Karamazov Kardeşler’in Smerdyakov’u sara hastasıdır. Aynı durumun Türk edebiyatındaki en bilinen örneği ise Peyami Safa’dır. Bilindiği üzere Peyami Safa kemik veremi geçirmiştir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanının hasta çocuğu da kemik vereminden muzdariptir.
Salgın Hastalıklar
Hastalık edebiyatı veya edebiyatta hastalık olarak belirlediğimiz başlıkta ilk olarak salgın hastalıklara göz atmakta fayda var. Dünya tarihi boyunca birçok salgın hastalıklar yaşanmış ve insanlığı derinden etkilemiştir. Edebiyatta salgın hastalık dendiğinde ilk akla gelen eser şüphesiz Albert Camus’un Veba’sı olur. Albert Camus Cezayir’in Oran kentini kasıp kavuran veba salgınını romanında işler. Salgın hastalıkları konu edinen bir diğer roman ise Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm isimli eseridir. Thomas Mann da romanında kolera salgınından bahseder. Edgar Alan Poe de “Kızıl Ölümün Maskesi” adlı eserinde veba salgınını işlemiş, hastalığın nasıl sinsice her yere yayıldığını, ölümden kaçınılmayacağını göstermiştir.
Türk edebiyatına bakıldığında salgın hastalıkları konu edinmiş müstakil bir roman (benim hatırladığım kadarıyla) yoktur ancak hastalıkların Türk romanında önemli bir yeri vardır. Türk romanının ilk dönemlerinde edebiyatın favori hastalığı veremdir yani aşk hastalığı. Roman kahramanları aşk ıstırabı, kavuşamama, başka biriyle evlenme veya aşırı üzüntüden vereme yakalanarak ölürler.
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı romanda Fitnat, tanımadığı bir adamla evlendirilir ve bu duruma çok üzülür. Üzüntüsünden verem olur.
Halit Ziya Uşaklıgil’in roman kahramanlarının çoğu vereme yakalanır. İlk romanı Sefile’de İkbal veremden ölür. Nemide romanında Nemide’nin annesi veremden ölmüştür, aynı durum kızında da görülür ve romanın sonunda Nemide veremden ölür. Mai ve Siyah romanında Raci, Aşk-ı Memnu romanında Beşir, Bir Ölünün Defteri romanında Osman Vecdi vereme yakalanıp ölmüşlerdir.
Romanları kronolojik olarak incelediğimizde Tanzimat’tan itibaren hastalıklar dönem dönem farklılık göstermiş, hastalığa bakış açısı da değişmiştir. Tanzimat ve Servet-i Fünun romanlarında hastalıklara daha çok romantik bir bakış açısıyla yaklaşılmış ve bundan dolayı aşk hastalığı olarak da bilinen verem ön planda tutulmuştur. Bu dönemlerden günümüze doğru ise romanlarda hastalıklar daha realist bir tavırla işlenmiştir. Dönemin yaygın hastalıkları eşzamanlı olarak romanlarda da işlenmiştir. Tifo, zatürre, kızamık, bronşit, bel soğukluğu, frengi, beyin kanaması, felç, kalp hastalıkları sıtma ve son olarak kanser romanlarda işlenen temler arasındadır.
Edebiyat ve hastalığı birleştiren ve bu alanda yol açıcı iki çalışma dikkat çekicidir. Biri Selçuk Çıkla’nın hazırlamış olduğu “Hastalık ve Edebiyat” kitabı, diğeri ise Yunus Alıcı’nın hazırladığı “Ahmet Hamdi Tanpınar’da Hastalık” adlı çalışmalardır.
Bir Cevap Yazın