İnsanın en gelişmiş canlı türü olup olmadığı seçilen kritere göre bir tartışma konusu olabilir. Bununla bağlantı daha ilginç bulduğum bir tartışma ise insanın deneyimlerinin diğer canlılardan daha “renkli” olup olmadığı. Renkli derken daha eğlenceli, daha kaliteli ve daha deneyimlemeye değer demek istiyorum.
İnsanın hayat deneyimi bitkilerinkinden ve hayvanlarınkinden acaba daha mı üstündür? Bu soruya yanıt vermeden önce deneyimin öznelliği konusuna kısaca değinmek yerinde olacaktır.
Deneyimin öznelliği ya da yarasa olmak neye benzer?
İki insanın aynı yemeği yerken bile aynı deneyimi yaşamadığını düşünebiliriz. Nohut yiyen iki kişinin deneyimleri birbirinden farklı olabilir. Bu farkı söz konusu kulvar müzik olunca anlamak daha kolaydır. Renklerin, bir melodinin, bir tasarımın bizde uyandırdıkları bile farklı olabiliyorken söz konusu deneyim farklı canlı türleri arasında kim bilir ne durumdadır?
Thomas Nagel zihin felsefesi alanında en çok bilinen “Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?” (1974, 2015a) makalesinde bir yarasanın deneyimlerini anlayamayacağımızı sadece onun yerinde olduğumuzu düşünerek insanca bir deneyim yaşayacağımızı söyler. Örneğin yarasa ters dururken ne hisseder, su içerken ne hisseder ya da gönderdiği ses dalgaları ona geri çarptığında ne hisseder? Nagel’e göre bunu hiç bilemeyebiliriz. Biz sadece bunları insan deneyimlerimizle tahmin ederiz ve bu tahminlerin bir geçerliliği yoktur. Yarasanın zihninde çok “renkli” şeyler yaşanıyor olabilir.
Nagel’in söylediklerini biraz daha ileri götürürsek şunu da sorabiliriz sanırım: Acaba yarasa avını yakalayıp yediğinde insanın aldığından daha fazla haz alıyor olabilir mi? Balık bekleyen kedilerin bu kadar heyecanlı olmalarının sebebi belki de balık yemekten insandan daha fazla keyif almaları olabilir. Yarasa için geçerli olan diğer hayvanlar ve bitkiler için de geçerli olabilir.
Rüyasından bir köpek olarak uyanan doktor
Karısını Şapka Sanan Adam isimli kitabında bir nörolog olan Oliver Sacks bir doktordan bahseder. Madde kullanma alışkanlığı olan bu tıp öğrenci gerçekten ayırt edilemez bir rüya görür. Kokunun çok zengin olduğu bu rüyada çeşit çeşit kokular vardı. Kokular öyle zengindi ki bu büyülü dünya doktoru kendine hayran bırakmıştı.
Uyandığında bu dünya kaybolmamıştı. Kokuya ve renklere karşı duyarlılığı artmıştı. Eskiden kahverengi gördüğü yerlerde artık düzinelerce kahverengi tonu görüyordu. Fotoğrafik zekası ve çizim yeteneği de çok gelişmişti. Eskiden nesneleri zihninde canlandıramazken şimdi en incelikli resimleri bile çabucak çizebiliyordu. Kitapta deneyimlerini şöyle anlatıyor doktor:
Bir sabah kliniğe girdim, bir köpek gibi etrafı kokladım, böylelikle klinikte yatan yirmi kadar hastanın kimler olduğunu, daha onları görmeden anladım. Her birinin ayrı bir koku fizyonomisi (olfactory physiognomy), görünen yüzlerinden çok daha canlı ve uyarıcı birer koku yüzleri vardı. Bir köpek gibi onların duygularını – korku, mutluluk, cinsellik – koklayarak anlayabiliyordu. Her sokağı, dükkânı, kokusundan tanıyabiliyor. New York’ta yolunu hiç yanılmadan koklayarak buluyordu. Her şeyi koklamak ve dokunmak gibi belirli bir içgüdüyle yaşıyordu. (“Koklamadan ve dokunmadan gerçek olduğunu anlayamıyordum.”) Etrafında başka kişiler varken, çok uygunsuz görüneceğinden bunu bastırıyordu.
Karısını Şapka Sanan Adam / Oliver Sacks
Somut soyutun yerini doldurabilir mi?
İnsan dışındaki canlılar akıl yürütme gibi soyut işleri gerçekleştiremiyorlar fakat bu eksikliklerin belki de somut ile doldurulmuş olabileceğinden bahseder yazar. Bitkiler ve hayvanlar belki de bize göre kısıtlı ve basit dünyalarında çok mutludurlar. Var oldukları zamandan bizim aldığımızdan fazla keyif alıyor olabilirler. Deneyimlerinin öznelliği bu dünyayı daha renkli hale getiriyor olabilir. Bu geçici süreç bittiğinde yazar şu satırları düşer:
Bu dünya, duyuların silikleştiği, somutluğun olmadığı, nesnel bir yerdi. “Döndüğüme memnunum. Ama aynı zamanda bu benim için çok da büyük bir kayıp. Eğitimli, kültürlü ve insan olmamızdan dolayı nelerden vazgeçtiğimizi şimdi görüyorum. Diğerine -ilkele de- ihtiyacımız var.” dedi. Yine de Stephen D.’nin deneyimi, bize, G.K. Chesterton’ın zaman zaman insan olmayıp köpek olma ihtiyacını duyduğumuzu anlatan şiirini anımsatıyor: Burunları yoktur Havva’nın düşmüş oğullarının… Ah, suyun mutlu, Kayanın cesur kokusu!
Kavramsal ve soyut olanla ilgili eksiklikleri telafi etmek üzere, doğanın seçtiği yol, somut imgelem ve hafızanın gelişmesidir. Soyut ile somut bu durumda tamamıyla iki ayrı yönde ilerler. Bütünle değil de parçalarla takıntılı bir şekilde meşgul olmak, eidetik imgelem ve hafızanın gelişmesi, ‘Tekerlemeci’de olduğu gibi ‘süper çocuk’ anlayışının oluşması, eski zamanlarda somut bellek sanatının fazlasıyla gelişmesi gibi…
Somutluk bizi gizeme, güzellik ve derinliğe, duygulara, imgelem ve ruha herhangi bir soyut kavram kadar zenginliklerle dolu olarak götüren bir yol olabilir. Belki de bu yol, Gershom Sholem’in 1965 yılında yazdığı sembolik ve kavramsal alanlar arasındaki zıtlıkları anlattığı eserinden anlaşıldığı üzere daha da zengin bir yoldur.
Karısını Şapka Sanan Adam / Oliver Sacks
Belki
Belki insanın deneyimi somut ve soyut arasındaki dengeyi sağladığı için daha üstündür. Belki de her canlı ve belki cansız kendisine düşen deneyim ile varoluştan payını alıyordur. Belki de her şey her ne ise o şey olmaktan memnundur. Pinokyo gerçek bir çocuk olmak istemiyor olabilir.
Bir Cevap Yazın