Etik ahlak bilimidir ve ahlak olgusunu inceler. Etik ve ahlak çoğu zaman birbirinin yerine kullanılır ve bu çok da yanlış değildir. Neyin doğru ve neyin yanlış olduğu, bir yaşamın nasıl geçirilmesi gerektiği çok eski bir sorudur. Ahlakın ne olduğu ve kaynağı sorusu insanlığın en büyük sorularındandır. Darwin’e kadar ahlakın kaynağının teolojik olduğu düşünülüyordu. Darwin konuya teolojiden bağımsız bir açıklama getirdi. Getirdiği açıklama etik ve ahlak tartışmalarının baştan ele alınmasını gerektirecek kadar güçlüydü.
Aristoteles, Spinoza ve Kant ahlak üzerine çok şey söylediler. Kant içindeki ahlak yasasından emindi ve her çağda ve her insan için ilke olabilecek şekilde hareket edilmesi gerektiğini söylüyordu. Kendin için istediğini başkası için de iste ve kendin için istemediğini başkası için de isteme. Ahlakın yöntemi üzerine büyük sözlerdi bunlar fakat ahlakın kaynağı neydi? Darwin ahlakın kaynağının teolojik açıklamasını redderek onu bu dünyaya çekti. Aşamalı evrimin savunucusu olan Darwin ahlakın da aşama aşama ortaya çıktığını savunuyordu.
Ahlakın Kaynağı
Ahlakın kaynağının doğa üstü yollarla değil doğacı bir açıklamasının yapılması için yolu Darwin’in doğal seçilim kuramı açmıştı. Uyum sağlayanlar ayakta kalır, genlerini aktarır, uyum sağlamayanlar ise yok olur. Öyleyse ahlakın da doğal seçilimde öne geçmemizi sağlayan bir etkisi olmalıydı. Artık ahlakın kaynağı burada aranacaktı. Aralarında fedakarlık ve bağlılık olan gruplar savaşlarda ya da diğer felaketlerde aralarında bağ olmayan gruplara göre dayanıklıdırlar. Aralarında ahlaki bağların olduğu gruplar savaş durumunda diğerlerini yok eder ve böylece ahlaklılık yayılabilir. Ernst Mayr hayatta kalma becerisini arttırmış olan bu ahlak bilgisinin beynin hangi bölgesinde depolandığını bilmediğimizi söyler.
Bir davranışın etik olarak (ahlaki) değerlendirilmesi için şu kıstaslar vardır Simpson’a (1969) göre:
1) Alternatif davranış biçimlerinin bulunması
2) Kişinin bu alternatifleri etik bakımından muhakeme etme yeteneğinde olması
3) Kişinin etik olarak iyi olduğunu düşündüğü şeyi seçmekte özgür olması.
Çin ve Hindistan’dakiler de dahil olmak üzere büyük dinleri ve felsefeleri karşılaştırdığımızda, geçmişleri birbirlerinden büyük ölçüde bağımsız olmasına rağmen, etik kurallarının dikkate değer biçimde benzer olduğunu görürüz. Bu, söz konusu kurallardan sorumlu olan felsefeciler, peygamberler ya da yasa koyucuların, kendi toplumlarını çok dikkatli bir biçimde incelemiş ve gözlemleri üzerine akıl yürütme yeteneklerini kullanarak, hangi kuralların yararlı olduğuna hangilerinin olmadığına karar vermiş olmaları gerektiğini akla getiriyor. Musa’nın getirdiği ya da İsa’nın Dağdaki Vaaz’da ilan ettiği kurallar kuşkusuz, büyük ölçüde aklın ürünüdür. Bu tür kurallar bir kez benimsendiğinde, kültürel geleneğin bir parçası haline gelmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
BİYOLOJİ BUDUR (CANLI DÜNYANIN BİLİMİ) / ERNST MAYR
Kar-maliyet ve içgüdü dengesi
Bazı yazarlara göre bir insanın tüm etik davranışları, sadece akılcı bir kâr-maliyet analizinin sonucudur. Diğerlerine göre ise etik davranış, Darwin’in “toplumsal içgüdü’’ dediği yarı içgüdüsel eğilime verilen bir tepkidir. Bana göre gerçek cevap kesinlikle bu ikisinin arasında bir yerdedir.
BİYOLOJİ BUDUR (CANLI DÜNYANIN BİLİMİ) / ERNST MAYR
Doğuştan mı sonradan mı?
Ahlakın hem doğuştan gelen hem de sonradan kazanılan bir şey olduğu açıktır. Farklı toplumlarda farklı ahlaki durumlar ortaya çıkabilir. Çocuk içinde yetiştiği aile ve topluma göre bir ahlak yargısı geliştirebilir. Bunun yanında kimi bireyler çocukluktan kötü, acımasız, bencil, yalancı vs. olabilirken kimileri sevgi dolu, asla bencil olmayan, daima güvenilir, aşırı derecede yardımsever ve dürüsttürler.
Şaşırtıcı biçimde, kötü özelliklerin kalıtsallığını göstermek, iyi olanlarınkini göstermekten daha kolay görünmektedir. Darwin çok zengin ailelerde birkaç kuşak boyunca ortaya çıkan çalma hastalığı (kleptomania) vakalarını belirli etik dışı davranışların kalıtsallığı konusunda kesin kanıt olarak sunmuştur. Psikopatlarda sıklıkla genetik eğilimden söz edilebilmektedir. Dahası, alan hâkimiyeti kuran bütün hayvanlarda ve hemen hemen tüm primatlarda (belki de en az gorillerde) saldırganlığın evrenselliği, insanlarda da saldırganlığın doğuştan kazanılmış olduğu konusunda kuşkuya çok az yer bırakmaktadır.
BİYOLOJİ BUDUR (CANLI DÜNYANIN BİLİMİ) / ERNST MAYR
İnsan ahlakı nasıl kazanır?
İnsanlar kaz yavrularında olduğu gibi doğar doğmaz içinde bulundukları topluma uyum sağlayacak yetiyle doğarlar. Evrimsel olarak içinde bulunduğu toplumun değerlerine uyum sağlayabilen insanların hayatta kalma ve üreme işlevleri devam eder. İnsanın içinde bulunduğu topluma uyum sağlaması toplumun ahlaki yargılarını benimsemesini sağlar. Bu ahlak eğitiminin ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir.
Waddington’un önerdiği gibi, “İnsan yavrusu muhtemelen, belirli özel inançları değil ama etik inançları kazanmak için doğuştan var olan belirli bir kapasiteye sahiptir” (1962:126). Darwin bir şeyi erken yaşlarda zihne yerleştirmenin ne kadar önemli olduğundan haberdardı: “Beynin kolaylıkla etkilenebilir olduğu yaşamın ilk yıllarında, boyuna yinelenerek aşılanan bir r inancın hemen hemen bir içgüdü niteliğini kazandığı belirtilmeye değer.”* Darwin’e göre, telkinin gücü sadece etik kuralların benimsenmesine yol açmakla kalmaz, aynı zamanda, birçok insan kültüründe bulunan bazı “anlamsız davranış kurallarının” sorgulanmadan kabul edilmesine de neden olur (1871:99-100).
Biyoloji Budur (Canlı Dünyanın Bilimi) / Ernst mayr
Çocuklarda ve yetişkinlerde ahlaki gelişimle ilgili Kohlberg Ahlaki Gelişim Kuramı yazısını ilginizi çekebilir.
Yazıdaki alıntılar Ernst Mayr’in Biyoloji Budur (Canlı Dünyanın Bilimi) kitabından alıntılanmıştır. Konuları çok çok kısa geçtim ama bu kadar kitabın içeriğini anlamak için yeterli sanırım. Güzel bilgiler var ve şimdiye kadar yapılmış tartışmalar ele alınarak yeni görüşlere yer verilmiş. Yazının omurgası bu kitap üzerine kuruludur.
Bir Cevap Yazın