Türkiye’nin İlk Füze Denemeleri: Füzeci Kirkor, Bandırma Havacılık ve Uzay Araştırma Derneği

Füzeci Kirkor, gerçek adıyla Kirkor Divarcı, İstanbul Üversitesinde bir öğretim görevlisidir. Bandırma’da birkaç öğrencinin okullarından ayrılarak Bandırma Havacılık ve Uzay Araştırma Derneğini kurduklarını duyunca heyecanla Samsun’a gider. Gençlerin hevesinden ilgi ve yeteneklerinden çok etkilenir. İstanbul Teknik Üniversitesinin de ara ara desteğini alarak bu gençlere yardım eder, eğitimler verir. Hatta bazı projelerin maliyetini kendi cebinden karşılar.

Füzeci Kirkor, Samsun’a vardığında ülkede daha önce görülmemiş işler yapan Artuğ Sayıner, Adnan Zambak, Güngör Gezer, Attila Yedikardeşler, Osman Caran isimli gençlerle tanışır. Şehit  Gönenç Lisesi öğrencisi olan bu gençler 1953’te okullarındaki Havacılık Kulübüne dahil Füzecilik Kulübünü kurarlar.

Okul eğitiminden farklı olarak, atom enerjisi, dış dünya, atmosferin özellikleri, uzayın derinlikleri gibi konuları konuşmayı severler. Dünya genelindeki 22 ülkede etkinlik gösteren Chicago Roket Cemiyeti, Güney Afrika Seyyareler Arası Cemiyeti ile Türk Astronomi cemiyetlerine mektuplar göndererek üye olur, bu kuruluşlardan bilgi ve deneyim elde ederler.

10  Ekim 1959 günü, Bernark tipi bir füze üretmeyi başaran öğrenciler, ilk denemelerinde başarısız olur. Aynı yıl yaptıkları ikinci denemede ise üç kilo ağırlığındaki füzeyi 15 metreden daha yükseğe çıkaramazlar. Gazetelerin alay konusu olurlar. Kıbrıs meselesiyle gerilen toplum bu füze haberleriyle eğlenmektedir.

Olumsuzluklara rağmen gençler pes etmezler ve üçüncü denemeyi de 10 Şubat 1960’da yaparlar. Bu sefer iki kademeli bir füze atarlar, Otomatik bir füze ateşleme sistemi ve uzaktan kumanda ile 10 cm çapında ve 1.5 metre boyundaki füzeyi, ay istikametinde fırlatırlar. 750 Metre yükselen roket, başarılı şekilde denize düşer. Ardından dünyada derin bir yankı uyanır, bütün dernek üyeleri olduğu gibi Hollanda, ABD, İtalya, Almanya gibi ülkelerin havacılık dergilerine konu olur. Onlar için macera yeni başlamaktadır!

Marmara 1 ve Marmara 2 Füzeleri

30 Ağustos 1962 günü, tasarladıkları Marmara 1 Füzesi fırlatılır ve başarılı olur. Marmara 2 Füzesi çok geçmeden gelir, öyle hızlı kalkış yapar ki önceden belirtildiği gibi rasat kuleleri füzeyi göremez, Marmara 3, Marmara 4 derken  Marmara 5 Füzesi tam 5415 metreye yükselir. Döneme göre muazzam başarılardır, bu durum daha da dikkat çekmelerine  neden olduğunda, Uçan Türk Projesi yani uçabilen askeri zırh projesi, güdümlü füze projeleri, gemi füzeleri projeleri konuşulmaya başlanır. İTÜ’den ARGE desteği alınır, TSK, THK ve NASA  da destek verir.

Ancak, Füzeci Kirkor’un kim olduğunu bundan sonrası anlatacaktır. Marmara 5 Sonrası, Hürriyet 1-2 füzeleri ve ATA Füzeleri gelir ki menzilleri de hızları da daha iyidir. Örneğin ATA-1 Füzesinin menzili, 300 km’dir. Bir süre sonra ise Uzay Yarışının en şiddetli olduğu dönemde asıl mücadele başlar. Amaç, Uzaya bir canlı göndererek tarihe geçmektir.  Aktrüs Projesi kapsamına alınan uzaya canlı gönderme hedefinde, farenin füze içerisinde nereye konacağından, hareketlerinin “Mikrofilm” makinesi tarafından nasıl gözlemleneceğine kadar çeşitli detaylar belirlenmiştir. Füzenin ise  4 Metre uzunluğunda, 500 kiloluk bir yapıda, çeşitli bölmelerde olması hedeflenmiştir.

Dikkat çeken bir üst düzey projeleri ise VEGA Projesidir, bu proje ise ilk balistik füze denemesini oluşturur, VEGA, 300 kilo ağırlığında ve 3 metre 60 santim olarak tasarlanmıştı. 150 kg kalsit yakıt kullanması planlanan füze, 90 KM yükseklikten, 320 km’lik balistik bir yol izleyebilecek düzeyde hesaplanmıştır. VEGAAktrüs, ardından Uçan Türk projeleri, ilk güdümlü füze denemeleri Türkiye’yi giderek aydınlanan bir yapıya sokmaktaydı, bu durum ise Türkiye’yi kontrol edilemez, bağımsız bir yapıya kavuşturabilirdi.

Çok geçmeden Kirkor Divarcı’nın (Füzeci Kirkor) evinde yangın çıktı. Bütün füze planları yok edildiği gibi olayın üstü örtüldü, araştırılmadı. Ardından NASA, TSK, THK da HUZAD’a yani Bandırma Füze Kulübüne desteğini çekti. Neden belirtilmedi, hiç bir başarısızlıkları da yoktu, bu nedenler Nuri Demirağ‘ın NUD 36’larını bitiren nedenlerle aynıydı.

Kirkor Divarcı, Marmara 1 Füzesini üretebilmek için döneme göre önemli bir para olan 400 Lirasını harcamıştı, bu para onun evlenebilmek için biriktirdiği paraydı. Gayrimüslim bir Türk ve Ermeni kökenli olmasına rağmen o Atatürk’e adadığı füzeleri yapmış istisnai bir insandı. Çok geçmeden HUZAD çalışmalarını sonlandırdı. 1959’dan 1962’ye kadar elde edilen bu müthiş ilerlemeler 1974 yılında tamamen bitirildi ve model uçak yapımına geçildi.

Füzeci Kirkor Ve Çalışmalarından Geriye Kalan

Peki, bu heyecanlı maceradan geriye ne kalır?

Birkaç solgun gazete kupürü ve hayata küsen Kirkor Divarcı’nın asla anımsanmayacak öyküsü…

Lagari Hasan Çelebi, Bandırma Füze Kulübü ve Kirkor Divarcı…

Sonu hüsranla biten iki ayrı filmi tek bir jenerik üzerinden akıtmak mümkündür! Asırlar önce gökyüzünde gördüğü şekilleri bayrağına işleyen bir kültürün bugün bulunduğu noktayı, ‘çiçekleri kurutmakla, meyve veren ağacı taşlamak’ arasındaki iki bilinenli denklem net bir şekilde ortaya koymaktadır…

Burası, öteden beri engellenen insanların coğrafyası olmuştur!

Ne derler; istikbal göklerdedir.

Başka; ayakların yere bassın! 

ERK ACARER 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

3 yanıt

  1. Bunların başarmalarını engelleyen tek güç bu ülkeye yönetici diye seçtiğimiz vatan hainleri ve işbirlikçileridir

  2. Hiç duymadığım bir şeydi. İster istemez insanın aklına Elon Musk geliyor. Neden proje başarıya ulaşmadı? Projeyi maddi ve manevi olarak destekleyecek bir elit topluluğu ve halk yoktu belki de. Büyük adamın ortaya çıkması için büyük adamın varlığı yetmez. Onu isteyen yetiştiren bir toplum da gerekir. Yoksa büyük adamın varını yoğunu saçma sapan işlere harcamış aklı bir karış havada bir insan olarak görülme tehlikesi vardır.

    https://sirazduvari.com/dusunce-ozgurlugu-ve-bilim-iliskisi/

    1. Karagoz7 avatarı
      Karagoz7

      Girişimcileri destekleyen, yetiştiren bir toplum olsa zaten bu insanlar bu kadar kolay silinip gitmezdi.

      Bu toplumun en büyük hastalıklarından biri de kendine güvenmeme hep başkalarına hayran olmadır. Bu sanırım hep böyle olmuş. En iyiyken bile kendi yaptıklarımızı görmeyip başkalarına öykünmüşüz. Böyle girişimciler ortalıktan kaybolunca da ”zaten delinin tekiydi” demiş olma ihtimalimiz yüksek.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.075 aboneye katılın