Gerçek, Kurgu ve İrrasyonel

Sideways (2004) filmini yeni izledim. Film kitaptan uyarlama, aynı zamanda senaristlerden biri olan yönetmenin gerçek ve kurgu arasında kurduğu denge hayranlık verici. Zannediyorum bir şeyi kurgularken ciddi bir çelişki var. Kurgu kendini belli ettikçe karşı taraf yaratmaya çalıştığınız evrenden kopuyor ve bu okuyucunun ya da izleyicinin düşmesine neden oluyor. Gerçeklik hissinin bir şekilde kaybolmaması gerekiyor. Süper kahraman filmleri bile gerçeklik zeminini kaybetmeme mücadelesi verir. Kahramanlar gerçek insan travmalarına sahiptir vs. C. Nolan’ın Batman serisinin çok iyi bir yapım olması da bununla ilgilidir. Gerçekle olan bağın kopması izleyiciyi düşürür fakat gerçeğin sorunu da şudur ki; gerçek çoğu zaman sıkıcıdır. Doğal olarak sadece gerçek olduğu için bir şeyin ilgi çekici olmasını beklememek gerekir.

Yalın gerçek doğru şekilde gösterildiği zaman ilgi çekici bir yanı vardır ama onu izlenebilir kılmak için biraz değiştirmek ya da zenginleştirmek gerekebilir. Öyleyse kurguyu gerçekmiş gibi göstermek seyir zevki olan bir yapımı ortaya koyabilir. Gerçek ve kurgu arasında böyle bir denge söz konusudur. Bence dikkat edilmesi gereken şey kurgunun iğrenç bir şey olduğudur. Bir hayal gücüdür o ve kuranın komplekslerinden ibaret olabilir. Kurgu kötü olduğu için değil kurgu olduğu için iğrençtir. Bir benzetme yapacak olursam, kurgu güzel cildin altındaki iğrenç görünümlü katmandır. Güzel görünüm için hayatidir ama o göründüğünde güzellik kaybolur.

Netflix yapımlarındaki sorunlardan birisi de bu olabilir. Kurgunun belli olduğu yapımlar birbirine referans vererek gerçeğe referans veriyormuş gibi yapıyor. Referans alınan şey gerçek değil de kurgu olunca filmin atmosferine girmek daha da zorlaşıyor. Kurgunun gerçekle bağının kesilmesi insan doğası gereği kabul edilemez. Doğada da bunun benzeri bir durum yoktur. Disneyland gibi bir kurmaca bile taş ve toprak üzerine belli bir geometri ile inşa edilmek zorundadır.

Bir hikayede izlediğimiz hikaye olduğu kadar karakterlerdir. Karakter ve hikaye birbirini tamamlar. Hikaye gerçek ve kurgunun mükemmel birleşimi olmalıdır. Karakterler ise derin olmalıdır. Karaktere bakan kişi onda kendinden bir parça görmeli ya da böyle bir insan olsa hayatının nasıl olacağına dair bir merak hissetmelidir. Orjinal karakter yaratmak aslında derinliği olan, insan olarak anladığınız bir karakter olmalıdır. Bir arketip, bir şablon olmamalıdır. Bir mafya babası ya da yakışıklı çapkın çocuk ruhlu adam gibi. Bir karakter nasıl üç boyutlu hale gelir, nasıl derinleştirilir, bir arketip olmaktan nasıl çıkar? Bunun çeşitli yöntemleri vardır fakat kurgunun iğrenç bir şey olması nedeniyle karakterin de doğal olması gerekir.

Rasyonel ve İrrasyonel Olan

Sideways (2004) filmi ara ara bence kurguyu hissettirse de genel olarak gerçek ve kurgunun doğal dengesini derinlikli bir karakter üzerinden anlattığı için akıcı bir film. Karakterin derinliği onun engin şarap bilgisiyle ilgili değildir. Karakterin şarap konusundaki uzmanlığı elbette bizi çeken bir unsurdur çünkü bu herkesin az çok dahil olabileceği bir kültür alanıdır. İzleyip şaraplar konusunda bir şey öğrenmeyi ummak ya da gidip bir şişe pinot noir almak mümkündür. Karakter eğer kimya konusunda uzman olsaydı izleyicinin bu kadar bağ kurması mümkün olmazdı muhtemelen. Karakterin başarısız ama samimi olması da diğer önemli unsurdur. Başarısızlık ve buna rağmen umutla kalmak hepimizin ihtiyacı olan şeydir. Başarısızlık ve mutsuzluk empatiyi kolaylaştırır. Tolstoy’un dediği gibi bütün mutluluklar aynı ve şablon fakat mutsuzluklar kendine özgü.

Karakterle ilgili bence asıl önemli olan onun rasyonelliğidir. Arkadaşının aksine akılcıdır. Arkadaşı irrasyonel olandır. Hareketlerindeki manasızlığı ana karakter anlayamaz. Filmde bu da vurgulanır zaten. “Senin anlayamayacağın ama benim yapmam gereken şeyler var.” der ona irrasyonel olan. Peki kim mutludur ya da kimin işleri yolunda gitmektedir? Elbette irrasyonel olanın. Rasyonel olmak bizi nereye vardırır? “Kendimi bir 8-9 senedir iyi hissetmiyorum.” cümlesine varır iş. Kitabı basılmayan ama hala umudu olan bir insan. Aklı başında. Eşinden ayrılmış ve bununla hala başedebilmiş değil. Depresyonda. Tutunduğu tek şey şarap. İşte akıl insana bunu yapar. Çok çarpıcıdır fakat rasyonel olan bu tuzağa düşmek zorundadır. Rasyonel olan hayatı anlayamaz.

Ana karakterin en yakın arkadaşı ise irrasyonel. Saçma sapan durumların içinde bulur kendini sürekli. Umursamaz hayatın nereye varacağını. Ben oyuncuyum ve hislerimle hareket ederim der. Dürtülerim nereye iterse oraya giderim demenin kamufle edilmiş halidir bu. Hayattan keyif almakta mıdır? Kesinlikle. Birbirinden iki farklı gerçekliği ya da ihtimali içinde barındırabilmekte midir? Kesinlikle. Hem evlenmeye hazırdır hem de başka biriyle tanışıp taşra yaşamına çekilmeye. İki isteğinde de samimidir. Bu rasyonel olanın asla tam olarak anlayamayacağı bir şeydir.

“Güneşin doğması tabiat kanunu, senin doğman eşeyli üreme, ölmen eşyanın tabiatı.”

İrrasyonel olanın hamleleri saçmadır ama işe de yarar. Çünkü hayat rasyonel olduğu kadar irrasyoneldir de. Bu hayatın çelişkisidir ve yaşamı bu mümkün kılar. Çünkü varlığın kendisi bizatihi irrasyoneldir. İrrasyonel olan bağırır, “Güneşin doğması tabiat kanunu, senin doğman eşeyli üreme, ölmen eşyanın tabiatı.” (Kün / Sezgin Kaymaz) Öyle mi? Bak işte rasyonellikle bula bula bunu buldun. O zaman geriye tek bir çıkış kalır hakiki rasyonel için. Rasyonel ve irrasyonel arasındaki ilişkinin ilginç bir örneğini görürürz filmde. Rasyonel olan irrasyonel olanın yol açtığı saçma sapan durumlarla uğraşmak zorunda kalır zaman zaman. İlginçtir ki rasyonel olanın en çok yaşadığı ya da hissettiği anlar bu anlardır. Çünkü rasyonel olan kendini normalde asla bu durumlara sokmayacaktır. İrrasyonel olan bunu yapar ve rasyonel olan irrasyonel olanla temas ettiğinde yaşamdan payını almaya başlar.

Rasyonel olanın normalde irrasyonel olanla bir araya gelmesi pek olanaklı değildir fakat rasyonel olan bir yanıyla hayatta daha fazlası olduğunu sezmektedir. Şarap takıntısı bilinçaltındaki hangi tutkunun dışa vurumudur? Filmin sonundaki favori şarabını, çok önemli bir şey olunca içmeyi planladığı şarabını tamamen alakasız şekilde tüketir. Bu sahne rasyonel olanın irrasyonel olanı anlamaya yaklaştığı nadir zamanlardan birini yansıtır. Daha iyinin geleceği beklentisi, hayatın bize bir sürpriz hazırladığı beklentisi ya da bir mucize beklentisi aslında hatalıdır. Hayat olduğu gibi, olduğu halde ve olduğu yerde zaten olması gerektiği gibidir. Varlık bir mucizedir onu daha özel kılmaya çalışmaya gerek yoktur. Bu, irrasyonel olanla bağ kurulmadıkça anlaşılamayacak bir şeydir.

Sideways, gerçek ve kurguyu ustaca bir araya getirmesinin yanında rasyonel ve irrasyonel olan arasındaki ilişkiyi de ustaca anlattığı için bence iyi bir filmdir.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.068 aboneye katılın
%d blogcu bunu beğendi: