Birkaç eserden yola çıkarak, bilinçdışının bilinçte hayal mayal ve bazen sanat üzerinden kendini gösterdiği durumlardan biri üzerine birlikte düşünelim istiyorum. Matrix’in matrix olduğunu hissetmemizi sağlayan bazı anlar bunlar. Mistik başladı ama umarım toparlayabileceğim. Cem Yılmaz’ın Erşan Kuneri dizisinin bir bölümünde, iyi kötü az da olsa iyileştirme yeteneği olan birine, bir kadın altın vererek artık tamamen üç kağıtçı olmasını ister. Bu kişi tamahkarlar kraliçesi Tamara’dır. Anlaşmadan sonra karşısındakine “Verdim akçeni, aldım hünerini.” der. Akçe karşılığında hünerden vazgeçilmiştir ve üçkağıtçılık yoluyla para kazanma tercih edilmiştir.
Bu basit sahne bize derin bir hakikat hakkında ipucu mu vermektedir yoksa olayların gelişimi için zorunlu bir bağlama sahnesi midir? Benim cevabım birincisi olacaktır. Bu sahne olmadan da aynı bölüm çekilebilirdi ve hikayenin gidişatında hiçbir değişim olmazdı. İlgili sahne hikayenin gidişatı açısından kritik sayılmaz. Akçe ve hüner takası sahnesi yerine yardımcı ile yapılacak küçük bir konuşma niyet değişimini seyirciye çok rahat anlatabilirdi. Erşan Kuneri bir komedi işi olduğu için hikayedeki bazı ayrıntıları görmek zor olabilir. Aynı durumun daha karanlık bir belirlenimini Gogol’un Portre hikayesi üzerinden ele alalım.
Gogol Portre hikayesinde tuhaf bir olaydan bahseder. Yeteneklerini geliştirmeye çalışan büyük bir ressam bir şekilde asıl paranın zenginlerin portlerini çizerek kazanılacağını fark eder ve artık sadece portre çizmeye başlar. Sonra pratikleşip belli metodları izler sadece. Derken yanına birkaç ressam daha alır ve onlar işi yaparken o sadece imzasını atar resme ya da belirli dokunuşları yapar. Sanatsal üretimden seri üretime geçer bir nevi. Artık çok fazla parası vardır, büyük bir servet yapmıştır. Birgün davet edildiği bir sergiye gider ve orada genç bir ressamın resmini görür. Bu resmi harika bulmuştur fakat gizli bir kıskançlık da duyar resme karşı. Resme bakmaktan kendini alamaz. Resmi alır eve gider ve ressamı araştırır. Belki keyifle belki kızgınlıkla yırtar satın aldığı resmi. Resim ona ödevlerini, suçluluğunu belki de artık matrixi hissetme ihtimalini kaybettiğini hatırlatıyordur.
Ressam resmi yırtsa da aklından çıkaramaz. Genç ressamın yaptığı bütün resimleri toplamaya başlar. Artık kendisi hiç resim yapamaz hale gelir. Bütün vaktini genç ressamın yaptıklarını toplayarak geçirir. Birgün ortadan kaybolur. Evine gittiklerinde kendisini eve kitlediğini ve genç ressamın resimlerini yırtıp hırpalayarak delirdiği görülür. Bu hikaye bize ne anlatmaktadır? Yine akçe için hünerine ihanet eden ve ihaneti nedeniyle hünerinin gazabına uğrayan biri anlatılır. Hünerin, bir anlamda hayatın insandan beklediği ve insan bunu gerçekleştirmediğinde onu delirtmesi hangi basit gerçeğin abartılı bir dışa vurumudur?
Kültüre Yüz Çevirmenin Bedeli
Üniversite mezunları işsiz ve mutsuz. Okuyunca bir şey olmuyor. Çocuk, küçük yaşta mesleğini kazansın hem daha çok kazanır dediğimizde hangi noktaya kadar doğruyuz hangi noktadan sonra yanılmaya başlarız diye merak ediyorum. Entelektüel eğitimi bırakıp tamamen para kazanmaya yönlendirdiğimiz çocukları acaba neyden mahrum ediyoruz? Güzel bir kitap bitirmenin ya da felsefi bir tartışmanın verdiği keyfi bilmemekten daha ciddi bir mesele var. İçinde yaşadığı dünyayı daha az ya da yanlış anlama riski. Hakiki gerçeklerle değil de yapay gündemlerle zihni yorulmuş bir bireye dönüşme tehlikesi. Bireyin kendisine yabancı kalması ihtimali. Bu durum elbette entelektüel eğitimle çözülemeyeceği gibi entelektüel eğitim olmadığında mutlaka karşılaşılacak bir durum değildir.
Montesquieu Roma’nın yücelik ve çöküşünün nedenlerini yazarken başlangıçta Roma’nın şan ve şeref için savaştığını kar ve zarar hesabından önde tuttuğunu söyler. Askerin ya da senatonun haddinden fazla zenginleşmesine izin verilmez. Yağma yapan asker yeni fetihlere itilemez çünkü yağmaladıklarını harcama derdine düşer. Savaşlar kimileri için iyiyken zenginlik arttıkça kimileri için tatsızlaşır. Savaş nedeniyle çıkarları zarar görenler arttığında toplumu savaşa itmek güçleşir. Şan şeref ve ilkeler gereği değil de fayda/zarar hesabıyla iş yapıldığında yücelikten çöküşe doğru geçiş başlar.
Şan ve şeref arayışı hafife alınacak bir güdü değildir. Batman’in üçüncü filminde Bane’in uçak düşürdüğü sahnede, Bane’in adamlarından biri davaları için kendisini feda etmesi gerektiğinde durumu metanetle kabullenir. Bane’in ekibi anladığımız kadarıyla sosyalisttir ve zenginlere bedel ödetmek için gelmişlerdir. Sovyet marşı ateşle sınanan kardeşliğin gücünden bahseder. Hünere sırtını dönen sanatçı, entelektüel eğitimden uzak tutulan çocuk, kültüre yüz çeviren birey, şan ve şeref tutkusunun önüne parayı geçiren devlet. Göz ardı edilenler nelerdir ve nedir bunların faturası bilinmez.
Kendi kar ve zarar hesabının peşinde koşarken insan bazı şeyleri göz ardı edebilir. Tüm bu göz ardı ettiğimiz şeyler bir bedele dönüşür mü ya da neyi ıskalamamıza neden olur? Nietzsche, “Sadece kendi çıkarlarının peşinden giden insan, tarihin sonunda her şeye karşı kayıtsızlaşarak hayvana dönüşür.” der. Mesele bu mu? Belki fayda/maliyet hesabıyla göz ardı ettiğimiz şeyler matrixte olduğumuzu anlamamızı sağlayacak ipuçlarıdır da onları kaçırıyoruzdur. Matrix’te olduğumuzdan hiç şüphelenmeden yaşamaktır bedel. Matrixte olduğumuzu hissettiğimiz anların getireceği derin huzurun kaybı. Belki de bunların hepsi boş laflardır.
Bir Cevap Yazın