Hegel ve Marx tarihin efendi köle diyalektiği sonucu hareket ettiğine ve bu hareketin sonsuza kadar devam etmeyeceğine inanırlar. İkisi de tarihin bir sonu olduğuna inanmışlardır. Fakat bu son Hegel ve Marx için farklı aşamalardır. Hegel ve Marx diyalektiği farklı şeyler değildir. Marx Hegel’in diyalektik anlayışını kabul eder fakat fark sürecin varacağı yer konusundaki düşünceleridir. Yazıda Marx ve Hegel’in nerede ayrıştıkları üzerinde durulmuştur.
Bütün devletler belli aşamalardan geçerler. Bu aşamalar ikisinde de ortaktır. Tüm devletler tarihi olarak hangi süreçlerden geçerler? Karl Marx her devletin belli aşamalardan geçtiğini ve endüstriyel bakımdan gelişmiş olan ülkenin, endüstriyel bakımdan gelişmemiş ülkenin gelecekteki hali olduğunu savunuyordu. Örneğin ABD, henüz yeterince endüstrileşmemiş ülkelerin gelecekteki halleridir. Kültürlerinin farklı olması pek önemli değildir çünkü kültür bir üstyapıdır. Ekonomi ise altyapı. Altyapı üst yapıyı belirlediğinden, aynı endüstrileşme aşamalarından geçen devletler benzer şekillerde tekamül edeceklerdir.
Tarih iyiye doğru gider ve efendi köle diyalektiği sonucu gittikçe daha karmaşık ve eşitlikçi toplumlar ortaya çıkar. İlkel kabile toplumu, teokrasi, monarşi, feodal aristokrasi gibi aşamalardan sonra bir denge oluşacak ve tarih sona erecektir. Efendi ve köle arasında çelişki kalmadığı için yeni bir toplum biçimi ortaya çıkmayacaktır.
Marx, Hegel’in geistin yani zamanın ruhunun daha iyiye gittiği düşüncesini aldı. Tarih bir ilerlemedir. Tarihin yapıcısı ise devlettir ve tarih kendini kültürde gösterir. Daha iyi bir yaşama giden tarih çelişkilerle gider. Bir fikir ortaya çıkar, daha sonra onun zıttı bir fikir karşısına gelir ve iki fikirden bir sentez ortaya çıkar. Daha sonra bu sentez fikir de zamanın ruhuna göre kendi karşıtlarını doğurur ve tarih böyle ilerler. Fakat bu ilerleme hep sürecek midir? Hayır. Hegel tarihin bir sonu olacağına inanır. Efendiler ve köleler arasındaki diyalektik son bulacaktır bir yerde. Çelişkisiz nihai bir toplum ortaya çıkacaktır. Ama şu var ki bu efendi köle diyalektiğinin son bulduğu yer Hegel’e ve Marx’a göre farklıdır.
Hegel tarihin sonu olarak liberal devleti Marx ise komünist devleti görür. Çünkü Marx’a göre liberal devlette efendi ve köle arasındaki çelişki sona ermemiştir.
Marx ve Hegel’in temel anlaşmazlığı buradadur denilebilir. Hegel liberal devleti insanlığın sonu ve tüm çelişkilerin çözüldüğü nokta olurken Marx’a göre çelişki ortadan kalkmamıştır. Proletarya hala ezilmektedir ve bu çelişki tarih çarkını devindiren gücü sağlayacaktır. Nihai nokta proletaryanın zaferi olacaktır. Proletarya huzur bulduğunda tarih de nihai aşamasına varacaktır.
Peki tarihi devindirecek olan proletaryanın itici gücü nedir? Marx yabancılaşma kavramını tekrar kullanır. Liberal devlet sermayeyi çok yücelteceği ve her değeri sermayeye bağlayacağı için liberal devlette sermaye insanın efendisi ve tanrısı olacaktır. Bu durum toplumun kendisine yabancılaşmasına neden olacak ve bu huzursuzluk tarihin çarklarını son bir kez devindirecektir.
Hegel oy verme ve temel hakların tanınması sonucu kölenin artık kendi efendisi olduğunu ve çelişkinin bittiğini söyler. Marx ise kölenin efendi olmadığını burjuvanın efendi olduğunu ve herkesin efendi olacağı bir evrensel sınıf olması gerektiğini savunur. Bu sınıf da Marx’a göre işçi sınıfıdır.
Hegel artık sınıfın ortadan kalktığı ve evrensel sınıfın liberal devletle ortaya çıktığını kabul eder. Sınıf çatışması bitmiştir çünkü artık sınıf kalmamış ya da sınıflar arasında mücadele etmeye değer büyük bir sorun kalmamıştır. Marx, Hegel’in içinde yaşadığı topluma çok bağlı olduğunu ve onun mutlak özbilince erişemediğini savunur. Şimdiki evrensel sınıf bir evrensel sınıf değildir. Düzen burjuvazinin işine yaramakta ve proletarya ezilmektedir. Proletarya ezildiğine göre evrensel sınıf ortaya çıkmamıştır ve proletarya zafere eriştiği zaman evrensel sınıf oluşacak ve Hegel’in efendi köle diyalektiği, Marx’ın ise sınıf savaşı dediği durum son bulacaktır. Toplum nihai noktaya erişecektir.
Evrensel sınıf ortaya çıkmamıştır Marx’a göre çünkü ne kadar zenginleşme olsa da zengin ve yoksul olduğu sürece çelişki çözülmemiş olacaktır. Daha yoksul insanlar daha az yurttaşlık onuruna sahip olduklarını düşüneceklerdir. Bu toplumda eşitlik var gibi görünse de eşitlik olmayacaktır.
Marx işçi sınıfının sürekli yoksullaşacağını öngörmüştür. (Bugün, hatalı öngörülerden birisi olduğunu biliyoruz.) Bu da bir çelişkidir.
Proletarya Marx’ın tahminlerine göre sürekli daha kötü yaşam koşullarına sahip olacaktı. Kapitalistler sürekli daha fazla kazanma hırsında olacak ve onların zenginliği ise çalıştırdıkları işçilerin çokluğuna bağlı olacaktı. Patron işçinin emeğini ne kadar kısarsa o kadar artı değer üreteceğinden yani zengin olacağından ve patron diğer patronlarla rekabet halinde olduğundan kaynağını hep yeni yeni makineler almak için kullanacak ve bu durum proletaryanın sömürülmesine neden olacaktı. Bu bir problem değil bir çelişkiydi ve tarih çarklarını döndürecek nedenlerden biriydi.
Günümüzde durumun buna dönüşmediğini, emek sermaye çelişkisinin otomasyon ve insansızlaşma ile farklı bir noktaya geldiğini söylemek mümkün. Artık sınıf sayısı arttı ve mevcut sistem tüm olumsuzluklara rağmen herkes için zenginlik de üretebildi. Elbette tüm bunlar tartışmalıdır ve gelecekte ne olacağı kestirilemezdir.
Konu hakkında daha fazla bilgi için Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu ve Son İnsan kitabı okunabilir. Yazıda Hegel ve Marx diyalektiği arasındaki farklar, daha doğrusu diyalektiği yorumlama biçimleri arasındaki farka genişçe yer verilmiştir. Kitabı buradan göz atabilirsiniz. Daha önce düşünmediğiniz şeyleri düşünmenizi sağlayabilecek ender kitaplardan.
Bir Cevap Yazın