Felix Boisselier
13 Nisan 1776 yılında Damphal’da doğan ünlü ressam bir işçinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Erken yaşlarda dekoratif kağıt imalatında ressam olarak çalışmıştır. Fransız devrimin gerçekleştiği tarihte yaşadığından devrime kayıtsız kalmamış ve destekçisi olmuştur. Bu sebepten ötürü, 34 yaşına kadar hayatta kalmış Boisselier, hapis cezasına çarptırılmıştır. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra kendi döneminde yer alan Jean-Baptiste Regnault adlı ressamın atölyesinde çalışmış ve Neo-klasisizm bakış açısı kazanmıştır. Boisselier, Senlis Sanat ve Arkeoloji Müzesi’nde olmak üzere çoğu İtalya’da taslağı olan 76 çizimden oluşan bir portföyünün olduğu bilinmektedir.
1805’te ve 1806’da resim dalında büyük ödülü alarak o yılın sonunda Roma’ya gitmiştir. 12 Ocak 1811’de Eternal City’de (Roma) ölmüştür. Ölümünün ardından 1812’de sergilenen meşhur tablosu “Adonis’in Ölümü” günümüzde Louvre Müzesinde sergilenmektedir. Roma’daki Piazza del Popolo’daki Santa Maria del Popolo kilisesinde anısına bir stel inşa edilmiştir. Fransızca yazılıdır: ” FELIX BOISSELIER ANISINA. Roma’daki Fransız Güzel Sanatlar Akademisi’nin konut ressamı. Amphal Dep. De la Hte Marne’de doğdu. 12 Ocak 1811 yaşının otuzuncu yılında Roma’da öldü. Zamansız sonu acı dolu olan yoldaşları, bu Anıtı ona dikti. “
Temsilcisi Olduğu Sanat Akımı- Neoklasizm
Antik Yunan ve Antik Roma’nın yeniden canlandırılması olan Neoklasisizm, 18. yüzyılın ikinci yarısında tüm Avrupa’yı etkisi altına almıştır. Antik çağ sanatına yeniden duyulan hayranlık ile dönemin Barok, Rokoko akımlarına bir tepki ve reform olarak doğmuştur. Barok sanatı, bütünüyle devlet gücü için büyük bir propaganda biçimi, bir reklam tarzına dönüştüğü için tükenmiş olduğu düşünülmüştür. Neoklasisizm gelişimi ile beraber insanlara başka bir tema sunmuştur. Sivil yaşamın ahlâkı ve sanatçıların sanat düşüncesine, halka, devlete, etik hayatların nasıl yaşanacağını öğretmek için daha didaktik bir içerik oluşturmuştur.
Yine o dönem çalkantılı geçen siyasi değişimlerin de Neoklasisizm’in ortaya çıkmasında etkisi büyük olmuştur. O tarihlerde yavaş yavaş ayak sesleri duyulan Fransız Devrimi (1789) yalnızca monarşinin kalıcı gücüne karşı bir ayaklanma değil, aynı zamanda büyük bir sosyal ve kültürel değişim hareketi de olmuştur. Barok gibi estetik haza hitap eden sanat artık aydınlanma ve Fransız Devrimi’nin etkisiyle entellektüel ve insani değerleri konu etmeye başlamıştır. Başlangıçta Neoklasisizm, üst sınıfın çıkarlarını, nadir ve değerli antik eserleri toplama tutkusunu ve aristokrasinin kendine düşkün yollarından giderek uzaklaşan bir dünyaya, yüceltilmiş bir öz imaj sunma ihtiyacını yansıtmıştır.
Fransız neoklasik resim sanatı bir dizi ressamın eserlerinde ince bir şekilde temsil edilirken, iki isim ön plana çıkmaktadır. Bu isimler Jacques Louis David ve Felix Boisselier’dir. Boisselier devrimin siyasi ayağında ön planda bulunduğu için sanat içindeki etkisi biraz daha geri planda kalmıştır. Antik çağ tutkusunu ve akımı ileriye taşıma çabasını ortaya koymuştur. Ancak çalışmalarını David’in aksine daha çok halka indirmeye çalışmıştır. Boisselier çalışmalarından dolayı birçok ödüle layık görülmüştür. Jacques Louis David ise Fransa’daki neoklasik okulunun ustasıdır ve öğrencisi Jean Auguste Ingres’i de yanına almıştır. Geometrik hassasiyeti ile bilinen David daha sonra genellikle Fransız Neoklasisizm’inin arketip çalışması olarak kabul edilen ”Horas’ların Yemini” isimli anıtsal tabloyu yapmıştır. Devrimden sonra Fransız parlamentosuna seçilen David, Fransa’da sanat üzerine yoğunlaşmış ve Neoklasisizm’i Fransız Devrimi’nin bir tür resmi tarzı hâline getirmiştir. En ünlü tablolarından bir diğeri de Marat’ın Ölümü, Louvre’da da Fransa’nın devrimci liderlerinden birisidir.
Homeros Şarkı Söylüyor- Feliz Boisselier

İkonografi
Felix Boisselier (1776 – 1811) tarafından yapılan Neoklasisizm’e ait bu eser, içinde bulunduğu akımın kurallarına uygun bir şekilde betimlenmiştir. Portreyi ön planda tutup, manzara arka planda bırakılarak figüre odaklı bir perspektif çıkarılmıştır. Doğal ışık kullanılmış ve çok güçlü olmasa da ışık ve gölge konstrastı uygulanmıştır. Tabloda yer alan figürler son derece atletik vücutlara sahiptirler ki bu da ressamın dahil olduğu akımın özelliklerindendir.
Eserin sol tarafında genç bir çift görülmektedir. Gayet dikkatli ve de üzgün bir şekilde hemen karşılarında oturan ve elinde lir bulunan yaşlı erkek figürüne bakmaktadırlar. Saçı ve sakalı beyaz olan figürün vücudu kaslı bir görünüm ile idealize edilmiştir. Yaşlı erkek figürünün arkasında zırhıyla genç bir erkek görülür ve lir çalan figürün eylemini yarıda kesmek istercesine bir hareket sergiler fakat yanında bulunan diğer figür el işaretiyle onu durdurmaktadır. Geri planda bulunan diğer figürler ise kendi aralarında konuşurlar fakat içlerinden birisi elini çenesine dayayarak dikkatli bir şekilde lir çalan kişiyi dinlemektedir. Romantizm akımındaki kadar yoğun olmasa da bu Neoklasik döneme ait eserde de duygular jest ve mimiklerle verilmiştir.

Boisselier’in üslubu izleyiciyi de surlarla çevrili Truva şehrinin içerisine dahil etmektedir. Ön planda yaşlı olmasına rağmen atletik duruşu ve idealize edilmiş vücut yapısıyla Homeros ana figür olarak yerleştirilmiştir. Bütün devinim onun merkezinde olduğu bir ortamda gelişmektedir. Homeros ismi kimine göre Aiol lehçesinde “gözü görmeyen” anlamına gelen bir sözcükten türemiş ve bu adın ona kör olduğu için takıldığı düşünülmektedir.
Boisselier’de yaygın olan bu görüşten hareket etmiş ve Homeros’u kör olarak resmetmiştir. Elinde ise Apollon’un ve ozanlığın simgesi olan lir bulunmaktadır. Homeros’un yoksulluk içinde yaşadığı bilinmektedir. Ayakkabısının tekinin olmayışı bu maddi yoksunluğu, elindeki lir ise bu yoksunluğu tanrısal varlık alanıyla doldurduğunu bizlere anlatmaktadır. Homeros elini liri çalmak için kaldırır ve hikâyenin karakterleri onun ağzından dökülmek için toplanmaktadır. Bu nedenle tablo aslında bizlere kör olan Homeros’un zihnini açmaktadır. Homeros’un yanındaki çocuk, kör olması nedeniyle Homeros’a rehberlik etmektedir.

Karşısında bulunan genç çift ise Paris ve Spartalı Helen’dir. Paris, Afrodit’in bir güzellik yarışmasında ona Spartalı Helen’in aşkını vaad etmesiyle Helen’i eşi Menelaos’un elinden alır. Bu durum Truva Savaşı’nın başlamasına neden olur ve eserde mahcup görünmelerinin sebebi bu yüzdendir. Paris’in üzerindeki yoğun kırmızı renk tutkuyu simgelemektedir. Helen’in üzerindeki beyaz renk masumiyeti simgelerken sarı renk ise değerli oluşunu vurgulamaktadır.

Eli çenesinde duran düşünceli kişi ise Agemennon’dur. Homeros’un anlatısındaki Truva Savaşı’ndan galibiyet ile çıkacağı için mutlu olmuştur. Siyah renk onun hırsını ve güç tutkusunu vurgulamaktadır. Hemen arkasında bulunan ve kafasında rahip takkesi olan kişi Truva kentinin meşhur rahibi Laocoön’dur. Laocoön, Truva atının şehre alınmamasını ve yakılmasını tavsiye etmiştir. Ancak Laocoön’ün tavsiyeleri göz ardı edilince öfkelenen Laocoön karşılık olarak mızrağını ata fırlatmıştır.

Agamemnon’un hemen yanında bulunan ve yüzlerinde çaresizlik bulunan figürlerden genç olanı Paris’in ağabeyi Hector’dur. En az Achilleus kadar iyi bir savaşçı olan Hector, Truva Savaşı’nda Achilleus’un attığı kargı ile köprücük kemiğinden yaralanarak ölmüştür. Achilleus Hector’un ölü bedenini at arabasının arkasına bağlayarak sürüklemiş ve ailesine bedeni vermeyerek geleneklere uygun olarak bir cenaze töreni yapmalarını engellemiştir. Eserde Hector’un yanında bulunan Üzerinde mavi hırkası ve bilge oluşunu beyaz sakallarından anladığımız kişi ise Truva kralı Priamos’tur. Mavi renk ikna, iletişimi ve olgunluğu bizlere anlatır. Barış yanlısı olan Priamos, ölümü göze alarak Achilleus’un yanına gitmiş ve uygun bir cenaze töreni yapmak için oğlu Hector’un bedenini istemiştir. Zeus’un buyruğunu kendisine ileten annesi Thetis’in iknası ile Achilleus, Priamos’a oğlunun bedenini vermiştir.

Üzerinde altın sarısı renkli pelerini ve kırmızı püsküllü miğferi ile Achilleus bulunur. Achilleus annesi Thetis tarafından Truva Savaşı’na gitmezse evlilik yaparak çocuklarıyla beraber yaşlanıp öleceğini ama eğer giderse savaşın sonunda ölerek herkesin senelerce hatırladığı şan ve onura sahip olacağını söyler. Achilleus bu kehanet ve Odysseus’un da iknası ile savaşa katılır. Fakat Miken Kralı ve Menelaos’un abisi olan Kral Agamemnon ile sürekli zıt bir diyalog içindedir. Çünkü Achilleus kendi askerlerinin ve savaştaki komutanın kendisinde olmasını isteyen sabırsız ve öfkeli bir gençtir. Burada Homeros’a uzattığı eli de bu sabırsızlığın işaretidir. Yanında bulunan ve onu durduran figür ise her zaman Agamemnon ve Achilleus’un arasını bularak Achilleus’u yatıştıran kurnaz ve akıllı Odysseus’tur. Eserde onu durdurarak Homeros’u yarıda kesmesini engellemiştir.
Homeros’un Etkisinde Felsefe
İyi bir hikâye derleyicisi olarak karşımıza çıkan Homeros, döneminin ve yaşadığı bölgenin ünlü hikayelerini toplayarak, kendi düzeni içerisinde parça parça yazıya geçirmiş ve liri ile seslendirmiştir. Daha sonra Atina tiranı Peisistratos tarafından toplatılıp düzenlenen ve kısmî değişikler yapılan metinleri devlet eliyle yayılmaya ve devlet dini haline gelmeye başlamıştır. İşte tam olarak bu noktadan sonra siyasileşen ve sistemleşen Homeros düşüncesi içerisinde yetişen, eğitilen filozoflar ya bilgi açısından eksik buldukları için bu sisteme karşı çıkmışlardır (şiire değil) (Herakleitos, Ksenophanes, Platon)
“- Hesiodos’un, Homeros’un ve daha başka şairlerin masalları Bu şairler bir sürü masallar uydurmuş, bunları insanlara anlatmış, hâlâ da anlatıyorlar.
– Nedir bu masallar? Ne kötülük görüyorsun onlarda?
– Çirkin uydurmaları anlatmaktan daha büyük kötülük olur mu?
– Ne demek istiyorsun?
– Bir ressam düşün ki, benzetmek istediği şeye hiç de benzemeyen resimler yapıyor, işte bunlar da sözle Tanrıları ve kahramanları olduklarından başka türlü gösteriyorlar.” Platon -Devlet f.377d
“Homeros’u yarışmalardan kovmalı ve sopalamalı, aynı şekilde Arkhilokhos’u da.” Herakleitos – Fragmanlar s.42 (Kabalcı)
ya da homerik düşünce sistemi içerisinde felsefi düşüncelerini şekillendirmeye çalışmışlardır. (Thales, Pherekides, Parmenides) Bir karşıtlık oluşturması ve kendi sistemi içerisindeki zenginliğiyle homerik düşünce Yunan topraklarında felsefenin tohumlarını atmıştır.
“Bilge kişiyi sağ salim hedefine götüren ve o çok övülen yol boyunca bana eşlik ettikten sonra tanrıçalar, canımın istediği yere götürüyordu beni taşıyan kısraklar; hızla İlerliyordum yolda; taşıyordu beni arabayı çeken akıllı atlar, ve yolumu gösteriyordu bana bu kızlar.” – Parmanides Capell- Sokrates’ten Önce Felsefe s.144
Bir Cevap Yazın