Bu yazı da bir önceki yazı gibi bir Marvin Harris ve kültürel determinizm yazısı. Doğal olarak bir altyapı üstyapıyı belirler hikayesi. Yine de bence bu yazıyı ilginç kılan bir Antropolog olan Marvin Harris’in ideolojik olarak belki tamamen zıt düşeceği birisiyle bazı konularda benzer sonuçlara varmaları. Bu kişi bir sosyal bilimci diyebileceğimiz Hayek. Hayek köleliğin yolunun merkezi bir gücü dengeleyen yan güçler olmadığında açılacağını savunuyordu. Eşit güçlerin aralarındaki dengeyi bulma çabasından doğar özgürlük. Gücün tek elde toplanması bize despotluk olarak dönebilir. Demokrasi yüzyıllar içinde olgunlaşan bir fikir ve onun gerçek doğasını bugün görmek zor olabilir.
Marvin Harris’in hidrolik tuzak dediği şey ise temel ekonomik faaliyetlerin bizi bilerek ya da bilmeyerek demokratik ya da despotik bir yönetime götürmesi. Harris’e göre. Hidrolik tuzak, tek bir su kaynağı üzerinden ekonomik faaliyetleri gerçekleştiren ülkelerin çok sayıda köle ya da işçi emeğine ihtiyaç duymaları ve yapılacak işlerin bürokrasiyi arttırmaları sonucu gücün tek elde toplanmasını ifade ediyor. Yüzbinlerce işçiyi yönlendirebilmek için güçlü bir devlet otoritesi şarttır. Kölelere ihtiyaç varsa bunun için askeri güç gerekir, yüzbinlerce işçiyi beslemek için ise üretim. Üretim için ise insan ve kaynakları yönetmek gerekir. Böylece sistem kendini dayatır. Hayatta kalmak için üretim verimli şekilde devam etmeli, üretimin devam etmesi için ise despotik yönetim güçlenmeli.
Yönetilecek kaynağın büyüklüğü ve onun verimli kullanılması ister istemez bürokrasiyi de artıracaktır. Sulama için yapılacak kanallar ya da bağlantılar bir plan dahilinde ve iş bölümü ile gerçekleşmeli. İşler denetlenmeli, değerlendirilmeli ve iyileştirilmeli. Eylemler birbirini baltalamamalı ve kaynak israfının önüne geçilmeli. Bu kadar birbirini etkileyen değişken merkezi bir bürokrasiyi zorunlu kılıyor. Tek bir kaynağa bağlı ekonomik faaliyetler belki de zorunlu olarak despotik devleti ortaya çıkarıyor. Günümüzde de hammadde zengini ülkelerin benzer problemleri olduğuyla ilgili bir genelleme yapılabilir. Ekonomisi büyük ölçüde hammadde ihracatına dayalı ülkelerde hammaddeyi ele geçiren güç artık merkezileşmiştir ve bu kaynakları kendini devam ettirmek için kullanır.
Enerjinin ve kalan her şeyin merkezileşmesi sorunu
Geçmişin ve günümüzün ve muhtemelen geleceğin en büyük sorunlarından biri enerji maliyetleridir. Bitki veya et fark etmeksizin 100 kalori gıda üretebilmek için kaç kalori enerji harcadığımız ekonomik verimliliğimizi etkiler. Roma İmparatorluğu, hamamları ve diğer faaliyetleri için orman kaynaklarını harcıyordu. Su kaynakları için geçerli olan kültür yasası enerji kaynaklarının tümü için geçerlidir. Enerji tek bir noktadan diğer bölgelere yayıldığında kaynağın ele geçirilebilmesi tehlikesi ortaya çıkacağı için enerjini üretiminin dengeli sağlandığı bir sistem bizi daha demokratik bir ortama götürebilir. Yaşamda kalmak için yapmak zorunda olduğumuz üretim biçimi yani altyapı üstyapımız olan yönetim biçimlerini de belirleyecektir.
Hidrolik tuzağın ve enerji tuzağının alternatifi ise su ve enerji kaynaklarının dengeli dağıldığı Avrupa ülkeleri kabul edilebilir. Buralarda yüzbinlerce insanı komuta altına alacak bir otorite yaşamda kalım için şart değildi. Feodal güçler kendi topraklarında kendine yeter şekilde yaşayabiliyor ve su kaynakları Mısır’ın Nil’i gibi tek dev kaynağa dayanmıyordu. Bu feodallerin monarklarla pazarlık yapabilmelerini sağlıyordu. Magna Carta böyle bir güç dağılımının sonucuydu. Rönesans Dönemi’ni hatırlarsak, bu hareketin İtalya’da ortaya çıkması tesadüf sayılmayabilir. Yaygın bir düşünceye göre Avrupadaki diğer devletlerin aksine İtaya, siyasi birliğini sağlayamamıştı.
Günümüzde hidrolik tuzak yerini enerji tuzağına bırakmış olabilir. Ülkelerin enerjilerini tek bir kaynaktan çözmeye çalışmaları önümüzdeki yüzyıllarda ülkelerin despotikleşmesine zemin hazırlayabilir. Yapılması gereken enerji kaynaklarını yenilenebilir ve bölgesel açıdan dengeli tutmak olabilir. Lojistik ağını geliştirmek, demiryollarını, havayollarını ve limanları çoğaltmak yine hidrolik tuzağa düşmenin önüne geçebilir. Ekonomi ve nüfus açısından devasa şehirler yerine ülke geneline dengeli şekilde dağıtılmış sehirler uzun vadede despotizmin ortaya çıkması karşısında bir engel olabilir.
Kim bilir belki zaman kötüye giderse kaynakların yok olması neticesinde “su” tekrar tek başına bir merkezi varlık haline gelebilir. Hidrolik tuzak kaynakların merkezileşmesi sonucu kalan her yeri ve herkesi kontrol etme gücünü ifade eder. İşin kötüsü bu gücün gerçekten de kontrol edilmesi gerekebilir. Başlangıçta iyi niyetle yapılan bu üretim biçimleri uzun vadede insanları daha kötü bir geleceğe taşıyabilir.
Bir Cevap Yazın