Metafizikle uğraşmak bir noktadan sonra sonsuz olasılığa açık olduğu için gökkuşağının battığı yeri aramakla aynı şey. Gökkuşağının bittiği yerde altın olmadığı gibi metafizik bilmece çözülse bile altından bir şey çıkmayacak gibi görünüyor. En azından bilmece bizim için değil gibi görünüyor. Öyle ya hakikat sizin neyinize? Onulmaz bir yaşamın pençesi altında varoluş sancıları çekmenin bize bir komik geldiğini de itiraf etmeli.
Lambda Half Life oyunundaki meşhur bir sembol. Bu sembolden bahsetmemin nedeni bu oyunun üstüne kurulu olduğu bilim-kurgu hihayesi. Elbette böyle yüzlerce başarılı ve birbirinden tamamen farklı yapım var. Dünya dışı yaşama dair ya da alternatif evrenlere dair binlerce “ihtimali” ele alan hikaye var. Gözlemlenebilir evren dışındaki ihtimaller o kadar fazlaki tutarlılığı olan hangi hikaye anlatılsa biraz ihtimal veriyoruz. Paralel evrenlere, ortak bir zihin tarafından kontrol edilen gezegenlere, bilinç geliştiren gezegenlere kim şiddetle karşı çıkabilir?
Bilim-kurgu bize insanca olanın dışına çıkma ve kendimize dışarıdan bakma fırsatı verdiği için çok değerli. Bilim-kurgu artık dünyadan ve kendimizden bıktığımız için yeni şeyler görme isteğinin var ettiği bir tür olabilir fakat yine de kendimize dışarıdan bakma çabasını takdir etmek gerekir. İnsanca olan reddedildiğinde yani evrene insanca değil de bir ihtimaller yığını olarak baktığımızda farklı bir şeyler yakalayabiliriz. Aksi halde Spinoza’nın insanlaştırılmış Tanrı eleştirisinden sıyrılamayacağımız gibi evrenin insanlaştırılması hatasına da düşeriz.
Sir Alex Ferguson’ın meşhur sözünü hatırlayalım mesela. “Aile her şeydir.” Doğayı ailenin her şey olduğu kabulüyle algılamaya çalışırsak tarantulaları anlamak mümkün olur muydu ya da ailenin her şey olduğu tüm canlılık alemi için geçerli olsaydı ailenin önemsiz olduğu bir yaşam hayal edebilir miydik? İşte bilim-kurgu bizi geride bırakarak evreni anlamaya çalışma fırsatı verir.
Yedi saatte yıkılan büyük medeniyet
Provakatif bir sözlük başlığı gibi görünse de bu olay Half Life evreni için geçerli. Gözlemlenemeyen evrenlerden gelen canlılar insanları bir tür parazit olarak görüyor ve köleleştirme işlemine başlıyor. Elbette insanlık direniyor fakat savaş yedi saat sürüyor. Hatta savaşmak için kendi türlerini bile göndermiyor bu canlılar. Köleleştirdikleri başka türleri gönderiyorlar. Sonuç olarak çok eski atalardan bu yana gelen büyük medeniyet o büyük kültür o yüce insanlık yedi saatte köle haline geliyor. Ama bizim romanlarımız, müziklerimiz, üniversitelerimiz vardı.
Bu hikayede başka türlerin de bazı istek ve ihtiyaçlarının olması ve diğer türleri köleleştirmesi yine insanca bir tutum. Dünyadan ya da insanlardan alacağı hiçbir şey olmayan başka bir tür de tasavvur edilebilirdi. Yine de yedi saat savaşı aslında acı bir gerçeği ortaya koyuyor. Medeniyetin güçlü olan için söz konusu olduğunu ve güçlü olanın diğerini hayvan derecesinde gördüğünü. Nasıl biz tavuklardan ve koyunlardan bahsederken medeniyet ya da haklar kelimesini aklımızdan geçirmiyorsak diğer türler de bize benzer şekilde davranıyor.
İnsanca olan bir anda aşağı seviyeye düşüyor çünkü değerin kendisi insana göre oluşturulmuş bir şey. Ölçü insan fakat daha güçlü bir tür ortaya çıkınca insanca olan aşağılık oluyor. Yedi saatte insanlığa diz çöktüren diğer medeniyeti de 7 saatte köleleştirecek başka bir tür olduğunu düşünürsek durum ne hale gelirdi? Bu tür, çocuklara ve kadınlara dokunulmamasıyla ilgili kuralı işletir miydi mesela. Merhameti empatiyi ve tüm insani değerleri yok sayabilirlerdi ama tek gerçek gücün kendisi olurdu. Bu kadar basit değil ama gücün kendisinin de anlamsız olduğu bir dünyayı tasavvur etmek çok zor. Çünkü güçlü olmayan yok olur. Güçten bile üstün bir medeniyet. “Demek ki çok güçlü?” diye düşünmek zorunda kalırdık sanırım.
Solaris gibi büyük bir kurgu bile acıklı kalmaktadır bu açıdan bakınca. Solaris ile hiçbir şekilde etkileşime geçilemez çünkü ne olduğuna dair tanımları anlamsız bırakacak kadar ötekidir. Yine de Solaris ile aynı mekan (uzay zaman) paylaşıldığı için Solaris görünürdür. İhtimal de olsa aynı mekanı uzay zamanı paylaşmadığımız bir şeyler bizim asla anlayamayacağımız şekilde varsa. Mantığın kırılmaz duvarlarına hapsolmuş halde olduğumuzu bir kez daha fark ederdik. İşte belki de Platon’un gerçek ve çıkılamaz mağarası.
Bilim-kurgunun diğer ihtimalleri tahmin etmesindeki güçlük elbette Tanrısal için de geçerlidir. Tanrısal ile ilgili yeni tahminler yeni bir olasılığa dikkat çekse de insanca pek insanca olmak zorunda kalacak. Bu yazı daha fazla uzamasın ve bir sonraki yazı bilim-kurgunun Tanrı kavrayışı üzerine olsun.
Bir Cevap Yazın