İstibdat ne demek? İstibdat’ın anlamı TDK’ya göre : “Uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız monarşi, despotluk, despotizm” demek. Baskı anlamında kullanılan bu kelime ile asıl anlatılmak istenen II. Abdülhamid’in padişah olduğu dönemdir. Bu döneme, uygulanan bazı politikalar nedeniyle istibdat dönemi denmiştir. Peki bu dönemin kimilerince istibdat dönemi olarak değerlendirilmesine yol açan uygulama ve politikalar neler?
İstibdat dönemi ile ilgili değerlendirmeler farklılık gösterebilir. Benim burada alıntıladığım uygulamalar Kazım Karabekir tarafından Hayatım kitabında anlatılmıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde bir yönetici neden istibdata ihtiyaç duyar? Dünyadaki istibdat uygulamalarının ortak noktaları nelerdir? Bu sorular sosyolojik açıdan incelenebilecek kapsamlı sorulardır. Bu yazıda döneme istibdat dönemi denmesine neden olan uygulamaları alıntıladım.
Herkesin jurnallendiği bir dönemdi. (Jurnal etmek: Biriyle ilgili olarak yetkililere kötülemek, ihbar yazısı vermek veya böyle bir bilgiyi iletmek)
Benim gibi sıladan gelip haberi olmadan o kütüphaneye giren bir sınıf arkadaşımızı da sivil hafiyeler jurnal etmiş.
İdama mahkûm olan bu adamı Sultan Hamid affetmiş, ihsan vermiş ve Avrupa ’da aleyhindeki cereyanlar ve suikastlardan haber vermek üzere maaşlı hafiye yapmış.
Lamberti sözlerini idare edemez bir vaziyette eliyle alnını kaşıyor ve önüne bakıyordu. Karşı kahvedekilerin bir sürü hafiye olduğunu henüz bilmediği anlaşılıyordu.
Muhtar Paşa çok iyi bir insandı. Geçen sene tarih-i harp dersinde, “Muhtelif konular ayrı ayrı hareket ettiğinden düşmanlar bizi ezdiler” cümlesini koridorda bir hafiye işiterek jurnal etmişti.
İstibdat dönemi her şeye şüphe ile yaklaşılan bir dönemdi.
Telefon, Otomobil, Elektrik Neymiş Bütün dünya bu varlıklarla dolarken biz daha bunları görmemiştik. Selanik ’te elektrikli tramvayı, oraya gidenler görmüştü. İstanbul ’un tramvayları zayıf beygirler, kamçılar altında elim bir haldeydi. Telefonu nazari okuyorduk. Halbuki Avrupa ’dan gelenlerden naklen işitiyorduk ki oteller, ticaret evleri, her yer telefonla bağlıymış. Her yerde otomobil kullanılıyormuş.
Sultan Hamid o kadar vehimliymiş ki bu gibi yeniliklerin muhakkak sarayına bir infilak için kullanılacağından korkuyormuş. Ne felâket! Düşmanlarımız bu adamı istediği gibi oynatıyor. Boğaz için top alınıyor, bunu koymak dostluk değildir, diye tahta barakalarda yerlerde sürünüyor. Günün en mühim harp ve iktisat vasıtası olan telefon, otomobil, elektrik tesisatı gibi şeyler hayatından budalaca korkularak memlekete sokulmuyor.
İstibdat dönemi kitapların da jurnallendiği ve yakıldığı bir dönem.
Burası Sultan Hamid ’in saltanatı başlangıcı zamanlarında yapılmış. Sadrazam Said Paşa inşasına sebep olmuş, bu güzel… Fakat bahçemsi yerinde büyük bir ocak var, bu meraklı bir şey. Fazla kitapları yakmak içinmiş. İnsanlar gibi kitaplar da jurnal olunuyor ve insanlar gibi onlar da mahvediliyormuş… Kitap yakmak… (Yazarın daha sonra Cumhuriyet Döneminde kitapları yakılacaktır…)
Eşyamı aradılar. Kitaplarımı didiklediler, Reşid Paşa ’nın hatıralarını aldılar. Bu kitap yasak, bunu alacağız dediler. Bizans zulmetini hem de elimle yazdığım tercümelerini yaktığıma memnun oldum. Fakat İstanbul ’daki Türkçe basılmış olan ve çoktan da ölmüş bulunan bir insanın hatıratını ne diye alacaklardı? Bunu isterlerse bir jurnalle münasebetsiz zeminde yapmazlar mı acaba diye düşündüm.
Her hareket şüphe ile karşılanabilirdi.
Sosyal hayata etki edecek derecede sorunlar vardı.
Bir sınıf arkadaşıma rast geldim. “Nerde kurban kessem iyi olur? Maksadım fakirlere ufacık bir yardımdır. Orduya gitmeden böyle bir şey yapmak aklıma geldi. Mahallemde yapmak istemedim. Gösteriş gibi olmasın diye…” Arkadaşım: “Burada kurban iki yerde kesilir. Ya tekkede ya mezarlıkta…” Ben: “Tekkeler tembellerle dolu. Ben, çalışan fakirlere yardım etmek istiyorum…” “Mezarlıklar da çingenelerle doludur, o halde vazgeç burada kesmekten” dedi. “Mümkün değil mi, en fakir mahalleye gidelim ve orada bu hayrı yapalım…” “Tehlikeli olur. Ne maksatla diye hafiyeler etrafımızı alır…”
Ben helâdan çıkarken zavallı bir Türk hanımını sıkışmış, buraya gelmek zaruriyetinde kalmış olduğunu gördüm. Herkes gözünü biçareye dikmiş. Sanki bir cürm-i meşhud seyrediyorlar. Kadıncağız utancından şaşkın bir halde sendeliyor… Bakanlara ayıp yaptıklarını söylemesem, gelen giden birikecek. Def-i hacet için bir hanımın erkekler abdesthanesine gitmesini seyredecekler veya men edecekler. Ne rezalet bu! Halktan mütemadi para alan hükümet, belediyeler bu ihtiyacı neden görmezler? Bu işlek yerlere hanımlar için birer hela yapmazlar? Ne devirde yaşıyoruz Yarabbi. Bir gün Sultanahmet ’te annemle bir faytona binmek isteyişimize arabacı, “Efendim erkekle kadının bir arabaya binmelerini yasak ettirdiler.” demişti. Ben de, “Bu benim annem. Sen bile anlarsın. Allah belasını versin böyle hayvanca emir verenlerin” diyerek zorla binmiştim.
İstibdat döneminin bazı uygulamalarıyla ilgili yukarıda yazılanlar, Kazım Karabekir Paşa tarafından yazılmış. İstibdadın nedenini korku olarak görüyor Kazım Karabekir. Mehmet Akif Ersoy’un da bu konuda şiirleri vardır. İstibdat, iktidarı kaybetme korkusundan doğar. Bir padişah vardır ve dünyada Cumhuriyet yönetimleri vardır. Dönemin Meşrutiyet gibi ciddi tartışmaları vardır. Bu gelişmeler istibdatın ortaya çıkmasında önemli olmalı.
Bir monark kendi yöntem ve uygulamalarının devlet için daha iyi olduğuna inanıyor olabilir. Kendi çıkarları için de bunu istiyor olabilir. Napoleon’un “God placed me on the throne, and you reptiles of the earth dare oppose me.” sözünü hatırlarsak, belki de kolay tahmin edemeyeceğimiz içsel sebepler de olabilir.
Bir Cevap Yazın