Zizek Doha’daki İslam Sanatları Müzesinde gördüğü bir tabaktaki Yahya ibn Ziyad’a atfedilen, kader üzerine bir deyiş hakkında yazmış. “Aptal, önüne gelen fırsatı kaçıran sonra da kaderi sorumlu tutan kişiye denir.” İlk başta bu sözün atasözlerine özgü sahte bir bilgelik olabileceğini düşünmüş. Daha sonra ise cümlenin büyük karmaşıklığı üzerinde durmuş.
Atasözü ve benzeri beylik laflar duruma uygun olarak söylendiğinde anlamlı görünse de pek bilgece değildir. Birbiriyle çelişir. “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.” de deriz, “Gün doğmadan neler doğar.” da. Birisi bir risk alıp başarılı olduğunda “Risk olmadan başarı olmaz.” diyebiliriz. Başarısız olursa da “Rüzgara karşı işenmez.” diyebiliriz. Peki bu söz de böyle bir söz müdür?
Fakat sözünü ettiğimiz tabağın kenarını süsleyen deyiş hiç de bu tür bir bilgelik değil. “Aptal, eline geçen fırsatları heba eden ve sonra da bundan kaderi sorumlu tutan kişiye denir.” Bunu ters çevirelim: “Aptal, eline geçen fırsatı heba ettikten sonra bunun kaderin bir oyunu olduğu göremeyen kişiye denir.” Bu beyanat, dini bir klişedir ve bize hiçbir şeyin şansa bağlı olmadığını, her şeyin gizemli bir kader tarafından belirlendiğini anlatır. Fakat, yakından bakıldığında, tabaktaki deyiş de bu dini klişenin tersini söylemez. Onun mesajını da “kader yoktur, her şey eline geçen şansları ve fırsatları kullanmana bağlıdır” mantığına indirgeyemeyiz.
Söz konusu olan çarpıcı hakikat, kader ve şans karşıtlığından çok daha karmaşık ve ilginçtir: İnsan kendi kaderini seçmeye ne kadar kadirdir?
Kadınlara yönelik tavrından dolayı Batı’da kötü bir üne sahip olsa da İslam’ın patriarkal yüzeyinin altında çok farklı bir potansiyelin gizli olduğunu görebiliyoruz. Dolayısıyla İslami Sanat Müzesi’ndeki PO 24.1999 numaralı parçanın nihai mesajı, bizler her ne kadar Doğu’yla Batı’yı kader ve özgürlük bağlamında birbirine taban tabana zıt iki unsur olarak değerlendirmeye yatkın olsak da İslam’ın aslında bu ikili karşıtlığı bozan üçüncü bir konuma tekabül ettiğidir – ne kör Talihe tabi olmak ne de her istediğimizi yapma özgürlüğü. Bu iki durum, iki terim arasında soyut bir dışsal karşıtlık öngörür. Oysa önemli olan, kaderimize karar vermek (“seçmek”) gibi köklü bir özgürlüğe kavuşmaktır.
Aptal kime denir?
Zizek’in söylediklerini okumak keyifli. Konuyla ilgili güzel bir İran masalı vardır. Aptallığın fırsatları görememek olduğuna derinden inanmıştır İranlılar veya bir zamanlarki Semerkand halkı. (Tamamen kaderci hikayeler de vardır tabii. Ölümden görüp kaçan adamın hikayesi gibi.) Hikaye özetle şudur:
Bir çiftlik işçisi çok çalıştığı halde bir türlü zengin olmamasından şikayetçidir ve talihine sitem eder. Herhalde benim talihim uyuyor olmalı gidip onu uyandırayım ki işlerim yoluna girsin der. İşini gücünü bırakıp ilerlemeye başlar. Günler geçer. Ormandan geçerken bir aslana rastlar. Aslan ona nereye gittiğini sorduğunda durumu anlatır. Aslan işçiye “Ben ölmek üzereyim, çözümünü bilmediğim bir hastalığım var. Talihini bulunca ondan lütfen benim için de bir tavsiye iste.” der. İşçi kabul eder. Yürümeye, köyler geçmeye devam eder. Derken bir ağacın altında ağlayan bir adama rastlar. Adam ona nereye gittiğini sorunca başından geçenleri anlatır. Ağlayan adam işçiye, “Ben çok çalıştığım halde eşimi ve çocuklarımı doyurmakta zorlanıyorum. Birgün aç bir gün toklar. Onun için ben hergün bu ağacın altında ağlarım. Talihini bulunca lütfen ondan benim için de bir tavsiye iste.” der. İşçi kabul eder.
İşçi talihini bulmak için yürümeye devam ederken bir şehrin valisine denk gelir. Vali çok mutsuzdur. Ona nereye gittiğini sorar. İşçi başından geçenleri anlatır. Vali işçiye, “Bu şehir benim fakat ne yazık ki burayı bırakacak bir oğlum yok. Yaptığım her şeyin yok olacağından korkuyorum. Talihini görünce lütfen ondan benim için de bir tavsiye iste der. İşçi kabul eder. Birkaç gün daha yürüdükten sonra işçi talihini uyurken görür ve uyandırır. Talihi işçiyi dinler. “Sen artık git. Bundan sonra seninleyim. İşlerin yoluna girecek.” der ve yolda gördükleri için de tavsiyeler verir.
İşçi dönerken valiye uğrar. Olanları anlatır. Valiye “Senin çok akıllı ve yetenekli bir kızın varmış. Bu kızın bir erkek kadar ülkeyi iyi yönetebilirmiş. İyi bir damat bul ve kızını evlendir. Ülken senden sonra da saadet içinde olacak.” der. Vali bu fikri beğenir. İşçiye, “Sen benim kızımla evlen, bu şehri beraber yönetelim.” der. İşçi teşekkür eder fakat artık talihinin onunla olduğunu ve acele karar vermek istemediğini söyler. İşçi sonra fakir adamı ağacın altında ağlarken bulur. Başından geçenleri anlatır. Ona, “Senin bu hergün ağladığın ağacın altında büyük bir hazine varmış. Onu çıkar.” der. Ağacın altındaki büyük hazineyi bulurlar. Fakir adam işçiye, “Sen artık benim kardeşim oldun. Burada bir devlet kurmaya yetecek kadar para var. Bir yere gitme bundan sonra birlikte yaşayalım der. İşçi teşekkür eder fakat talihinin artık onunla olduğunu ve devam etmek istediğini söyler.
İşçi ölmek üzere olan aslanı bulur ve başından geçenleri anlatır. Ona, “Senin derdinin devası dünyadaki en aptal insanın beynini yemekmiş.” der. Der demez aslan işçinin üstüne atılır ve onu öldürür. “Sanıyorum dünyada bundan daha aptal bir insan bulunmaz.” der.
Kader mi seçim mi?
Zizek’in dediği gibi sanırım ne kader ne tamamen özgür irade. İkisi dışında bir üçüncü yol olabilir. Hz. Ömer Serg’de veba olduğu için orduyu şehre sokmayınca “Ya Ömer Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorulduğunda, “Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum.” demişti. Belki de ne mutlak kaçınılmazlık var ne de tamamen irade.
Bir Cevap Yazın