İnsanın kendi bedeninden sonraki ilk sığınağı şüphesiz anne karnıdır ve bundan
dolayı insanoğlu sığınmak için tıpkı anne karnına benzeyen mağara ve ağaç
oyuklarını tercih etmiştir çünkü mağara ve ağaç oyukları da tıpkı anne karnı gibi
karanlık ve nemli yerlerdir. İnsanlık ilk etapta fizyolojik ihtiyaçlar gereksiniminden
dolayı bir sığınağa ihtiyaç duymuştur. Asıl amaç güvenliktir. Çağlar boyunca evin
yapısı, konumu, şekli ve eve yüklenilen anlamlar değişmiştir. Evin çeşitli ana unsurları vardır. Ne mimari ne de inşaat alanında değil sadece kültür boyutunda baktığımızda bu ana unsurlar kapı, pencere ve duvardır.
Kapı
Kapılar ilk etapta dışarısı ile içerisi arasındaki diyalektiğin merkezidir. Kapıya gelen
kişi ile ev arasında etkileşimi başlatacak olan ilk nesnedir. Coğrafi konuma, iklime
ve sosyo-ekonomik durumlara göre kapıların cinsi, boyutu, kullanılan malzemesi,
büyüklüğü ve süslemeleri değişebilir. Asıl amaç dışarı ile içeri arasında bir sınır
belirlemektir. Buradaki amaç kapının kabataslak herkesin görebildiği şekliyle
vermek değildir. Asıl amaç kapının insanın merak dürtüsünün bir imgesi olduğunu
anlatmaktır.
Gaston Bachelard kapı için “koskoca bir yarı açık kozmosudur” ifadesini kullanır ve
kapıyı insanın bir dürtüsüyle bir tutarak bir imgelem yaratır. Kapı insanın iç
dürtülerinin temelinde yatan açmak, görmek ve bilmek isteğinin bir dışavurumudur.
Hem kendi benliğinin gizemlerini hem varlığın özünü hem de dış dünyanın gizlerini
merak, insanda bir açma dürtüsünü tetiklemiştir. İnsanın özünde tam da bu vardır
aslında; kapalı bir şeyi açmak.
Bu noktada kapının bazı anlamları ortaya çıkmaktadır. Kapı öncelikle bir
mahremiyet, güvenlik, özgürlük, mahpusluk veya şehveti temsil edebilir.
Kapının açılması veya kapanması; açık olması veya kapalı olması; kolay açılıp
kapanması veya zor açılıp kapanması öncelikle düş kurma yetisi, özgürlük ve
cesaretle ilişkilendirilebilir. Bachelard, kapının iki olasılığı şemalaştırdığına vurgu
yapar. Bu iki olasılık ise iki ayrı düş kurma türüyle ilişkilendirilir. Bazı durumlarda
düş sıkı sıkıya kilitlenmiştir ve açılması zordur, bazı durumlarda ise ardına kadar açıktır. Aynı olasılıklar özgürlük, mahremiyet, cesaret gibi temel değerlerle de
yorumlanabilir.
Tasavvufi bakış da kapıya ayrı bir önem vermiş ve çeşitli anlamlar yüklemiştir.
Doğum, bir nevi kapıyı aralamaktır, ölüm ise kapıyı kapatmak. Bu açıdan bakıldığında yaşamak da aslında kapının açılması ve kapanmasından ibarettir. Her
sabah gün denen o kapıyı açıp içeri giriyor ve her gece o kapıyı kapatıp karanlığa
dalıyoruz. Bachelard da yaşamın bir kapı açıp bir kapı kapatmak olduğunu şu
cümlelerle açıklar: “İnsan, kapadığı ve açtığı tüm kapıların, aralamak istediği tüm
kapıların öyküsünü anlatacak olsa, yaşamını tümüyle anlatmış olur?” Kimi insanın kapıları acılara açılır, kimininki mutluluğa, kimi insan da kapıyı aşka
kapatır, kimisi de yalnızlığa. Bu durum da insanın kişiliğiyle, yaşam şekli ve
felsefesiyle alakalıdır.
Pencere
Kabataslak bir ev çizdiğimizde pencereler evin gözleri, kapılar ise evin ağzı olur.
Ömer Lekesiz “evlerin gözleridir pencereler” der. Dar bir mekânın geniş olana
açılması pencere sayesindedir. Ev sınırlı, tabiat ise sınırsızdır. Bu durumda pencereler sınırlandırılmış olandan sınırsızlığa uzanan bir yoldur. Klasik anlamda pencereler evin ışık kaynağı iken, romantik anlamda pencere ise sonsuz güzelliklere sahip olan doğayı seyretme unsurudur. Ev ile duvar arasında görünmez bir savaş vardır. Duvarlar mahpusluğu, esareti temsil ederken pencereler özgürlüğü temsil eder. Bu bağlamda Orhan Veli’nin şu dizelerini hatırlamakta fayda var:
"Pencere, en iyisi pencere
Geçen kuşları görürsün hiç olmazsa
Dört duvarı göreceğine"
Pencereleri “Görüneni yoruma dönüştürme imkânı” olarak değerlendiren Lekesiz,
içeriden dışarıya veya dışarıdan içeriye yönelen bir hayal dünyasının kapısı olarak
görür. Öyle ki dışardan baktığımızda pencerenin içerisindekiler daima merak konusu olmuştur veya pencereden dışarıya baktığımızda hep dışarının o gizlerini merak etmişsizdir. Ömer Lekesiz “bir tahayyül kapısı” olarak nitelendirir pencereleri. Bu görüşün tam zıttı bir mimari anlayış gelişmiştir. Loos mimarisine göre entelektüel insan hayal kurmaz ve dış dünyayla ilgilenmez. Bundan dolayı penceresiz evler tasarlanır. Entelektüel insan bu evlerde yaşayarak tam bir inziva hali yaşar ve kendi içine çekilerek bir aydınlanma yaşar.
Pencereler hem yaşamı hem de ölümü de simgeleyebilir. Eğer bir evin penceresinde
saksılar, saklılarda rengârenk çiçekler varsa, pencerenin pervazları bakımlı, camları
temiz ve perdeleri ütülüyse o ev şüphesiz yaşanılan bir evdir. Eğer pencere bakımsız, kirli ve döküntülü bir haldeyse hayata küskünlüğü yani ölümü çağrıştıran bir evdir.
Duvar
Evin ağzı kapı, gözleri pencerelerse şüphesiz derisi, onu koruyan kabuğu da
duvarlardır. “yaşamın ilk çabası kabuk oluşturmaktır” diyen Bachelard, evin
duvarlarını bir kabuğa benzeterek duvarların korumacı yönüne vurgu yapar.
Kaplumbağanın veya bir salyangozun kabuğunu örnek vererek bu konuyu genişletir.
Kabuk koruyan kollayandır. Yapısal olarak bakıldığında ince narin gibi gözüken
duvarlar insanı ya da evi dışardan gelen her türlü kötülüğe karşı korur. Tıpkı insan
derisi gibi ince ve narindir ancak aşırı korumacıdır. Duvar insanın ördüğü en önemli sınırdır. İçerisi ile dışarısı, genel ile özel, geniş ile dar, tehlike ile güvenlik, kötü ile iyi arasına çizilmiş en önemli sınırdır. Ömer Lekesiz duvarın iki ayrı simgesinden bahseder. Olumlu bir simge olarak duvarlar koruyan ve kollayandır. “bedenler onun güvenliğinde dinlenir, düşler onun sessizliğinde çoğalır, düşünceler onun yalnızlığında ürer.”
Olumsuz bir simge olarak duvarlar ise insanı sınırlayan ve hapsedendir. “koşulsuz bir sınırlamadır duvar, özgürlüklere vurulan bir kilit, ruhlara geçirilen bir kafes, dış çevreden soyutlama, düşüncelere ket vurma, tabiat nimetine kapanmadır.” Deyimlerimizde de genellikle duvarlar bu olumsuz simgelerle anılır. Duvarlar sınırlayandır ve bundan dolayı duvarları aşmak, duvarları yıkmak, duvardan kurtulmak, duvar örmek gibi deyimler kullanılır.
Bir Cevap Yazın