Kazım Karabekir ve Hayatından Kesitler

Kazım Karabekir hayatı ile ilgili az şey bildiğimiz önemli isimlerden biri. “Hayatım” kitabında Kazım Karabekir’in hayatı ile ilgili az bilinen bazı önemli bilgiler yer alıyor. Kazım Karabekir kimdir? sorusunun cevabı için şu kısa wikipedia bilgisini ve kitaptaki diğer dikkate değer bilgileri yazdım.

Kazım Karabekir Hayatı

Musa Kâzım Karabekir (23 Temmuz 1882, İstanbul – 26 Ocak 1948, Ankara), Türk asker ve siyasetçi. 1907’de Enver Paşa ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Manastır şubesini kurdu. 1909’da 31 Mart Olayı’nı bastırmak için kurulan Hareket Ordusu’na katıldı. 1912’de I. Balkan Savaşı’nda yer aldı. “Alçıtepe Kahramanı” namıyla tanınır. Türk Kurtuluş Savaşı’nı başlatan komutanların arasında yer alarak Doğu Cephesi’nde gösterdiği başarılardan dolayı Kırmızı-Yeşil şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edildi.

Wikipedia’ya giriş konusunda sorun yaşıyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Kazım Karabekir’in büyük dedelerinden biri tımar hakkı kazanmıştı.

Selçuk Türklerinden olan ceddim Karabekir, Karaman havalisi derebeylerindendir. Karaman ’ın 20 kilometre kuzeydoğusundaki Kasaba, diğer ismi Gaferyat ’ta otururmuş. Burası etrafı surla çevrili, şirin bir köydür. Karaman beylerinin mütamadi zulmünden bizar olmakta iken Sultan Fatih ’in pek adil bir hükümdar olduğunu işiterek, Karamanoğulları ’nın tenkiline gelen orduya iltihakını Padişah ’tan rica etmiş ve kabul olunarak yüzlerce atlı maiyetiyle tenkil hareketine iştirak etmiş. Büyük yararlılığı görüldüğünden kendisine ferman verilerek, paşalık ile o havalinin tımarı ihsan olunmuş.

Çaldıran Seferinde Yavuz Sultan Selim’e Şah İsmail’den ganimet getirmişler.

Yavuz Sultan Selim ’in Mısır ve İran seferine yüzlerce sipahilerle Karabekiroğulları da iltihak ediyor. Mısır ve Çaldıran’da büyük yararlılıklar gösteriyorlar. Şah İsmail ’in hazinesini ve bir kızını da kaçırarak Yavuz Sultan Selim’e getirmişler. Buna mükâfaten, bir hayli esir ve ganimet Karabekiroğuları’na ihsan olunmuş.

Kazım Karabekir’in babası Kırım Savaşına katılmış.

Kırım Seferi ’ne giderken babam 16 yaşındaymış. Harp için asker yazmak üzere Kasaba ’ya memurlar gelmiş. Halk, çocuklarını saklamış. Kimi öldü, kimi hasta diyerek asker vermemişler. Dedem, bu halden pek müteessir olmuş, haykırmış: “Bu köyün şerefi var! Eskiden yüzlerce gönüllü sipahi sevine sevine cenge giderken bize ne oldu da şimdi herkes çocuğunu kaçırıyor… Bu devletin namusunu kim kurtaracak? Yazıklar olsun!” Sonra da 18 yaşındaki oğlunun kolundan tutarak memurlara, “Yazın Mehmet ’imi defterin başına birinci gönüllü!” diyerek, halka örnek göstermiş. Bunu gören, oğlunu çağırmış ve gençler bir hayli yekûn tutarak muharebeye gitmişler.

Meşhur Eğtuğrul Fırkateyni’nde dayısını kaybetmiştir. (Türk-Japon dostluğunun başlangıcı kabul edilir. Türk-Japon ortak yapımı bir film de vardır konuyla ilgili.)

Fakat Ertuğrul gemisinin battığı haberini bir gün Yenikapı Hamamı ’nda annemle beraber işittik. Evin içinde büyük matem başladı. Pek sevdiğimiz genç dayımız da boğulanlar arasındaymış. Ben onu biraz hatırlardım.

Arapça ve Fransızca’yı iyi bilirdi. Atatürk’le yolları ayrılmıştı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularındandı.

Kitapta köylü Bulgarca’sının kolay olduğunu ve Rusça dersler aldığını söylüyor. Wikipedia’da Almanca bilirdi ifadesi yer alıyor.

Kazım Karabekir düzenli günlük tutardı ve öğrencilik yıllarında hep başarılı olmuştur. Gittiği okulları derece ile bitirmiştir. En son gittiği okulda hoca olarak (akademisyen?) kalması istenmiştir.

Cebir ve hendesede en güç meseleleri halledebiliyordum. Bir gün hendese dersinde hocamız artı yerine nakıs yaptığından karışık bir davanın içinden çıkamadı. Ben dersleri daha evvelden okur hazırlanırdım. Bu suretle hocayı da dinleyince o dersi mükemmel öğrenmiş olurdum. Hoca neticeyi bulamayınca sıkıldı. Ben hatanın nerede olduğunu söyleyince, “Gel de sen hallet” dedi.

Ben 1.533 numara ile Erkân-ı Harbiye birincisi oldum ki tam numaradan 90 numaram eksik. Sınıfın ikincisi 1.472 numara ile Kadri Efendi Çukurcuma oldu ki aramızda 61 numara gibi müthiş bir fark vardı ki bu fark ikinci ile erkân-ı harplerin sonuncusu arasındakine yakındı. Bunun şimdiye kadar görülmüş bir şey olmadığını söyleyerek bütün muallim ve sınıf zabitleri ve ders nazırları tarafından tebrik olundum. Bu müthiş fark dolayısıyla beni orduya göndermeyerek mektepte alıkoymak için mektep idaresi karar vermiş.

Fransız İhtila’nin Osmanlı’ya zararlı etkilerini yakından tecrübe etmiştir. Bu dönemde Araplar hakkında bir gözlemi.

Bu sene sınıfımızdaki Şamlı ve Bağdatlı arkadaşlar da mühim bir his değişikliği var. Türkler e karşı soğuk duruyorlar. Ayrılık muhabbetlerine şahit oluyorum. Bir gün ordu teşkilatı hocası, “Yemen isyanlarına obüs topları götürüp asi Arapların kafasını kırmalı” dedi. Paydosta Arap arkadaşlar müthiş bir hal aldılar. Arapça birbirlerine bunun bir hakaret olduğunu izahla Türklere küfür ve beddua ediyorlardı. Kendilerini teskin için hayli uğraştım.

İsmet İnönü ve Enver Paşa ile milli mücadele döneminden önce de arkadaştı.

Erkân-ı Harbiye üçüncü sınıfta ben, Seyfi ve ikinci sınıftan İsmet [İnönü] beyler birinci derecede bir teşekkül gibiydik. İkinci derece muhit, mahremiyet de teşkil etmiştik. Her şeyi konuşurduk. Bilhassa Makedonya vaziyetini, hal ve istikbalimizi dertleşirdik. Topçu mektebinden gelen Sadullah ve Emin beyler de bende toplanırdık.

Enver benim kolağalığımı da ilave etti ve latife etti: “Az daha yüzbaşı olarak öteki dünyaya gönderiyordum.” Ben de latifeyle cevap verdim: “Sen binbaşı, ben yüzbaşı… İhtimal orada da sözümü iki rütbe farkıyla dinlerdin. Bundan sonra farkımız azalıyor, beni daha iyi dinlersin.” Enver Bey ile pek samimi hislerle bağlıydık. Meşrutiyet için kanımızı dökmeye ahitleşmiş olduğumuzdan bu gizli çalışma bizi kan kardeşi etmişti. Fakat bugünkü müsademe ve hususiyle bu ölüm oyunu bizi daha ziyade samimi perçinledi.

II. Abdülhamid’in kuvvetli bir muhalifi idi. (İttihat ve Terakki üyesidir zaten.)

Paşa bu vakayı bana bu sefer anlattı ve dedi: “Mabeynde de söyledim. Padişah büyük ama etrafı berbat… Bunun için böyle perişanız.” Dedim: “Paşam, bir muhit ki fenadır onu etrafına toplayanın ruhunu göstermez mi? Fenaları seçip de onun etrafına gönderen mi var?” “Allah feyzini artırsın ve bu millete büyük hizmetlere muvaffak etsin. Daha tahsilinizi bitirmeden, oraları görmeden vaziyeti takdir ediyorsun. İş dediğin gibidir fakat nasıl ilan edersin?” dedi.

Balkanlar ve Komitacılık Faaliyleti Hakkında Düşündükleri

Balkanlardaki çeteleşme faaliyetleriyle yakından mücadele etti. Pekçok çatışmaya girdi. İşin özünü gördü. Balkanların elimizden çıkmasındaki önemli sebepler yazdıkları okununca daha iyi anlaşılacaktır.

12 Nisan ’da 41 Bulgar, 4 Rum sürgünün seyrine istasyona gittik. İkişer ikişer bileklerinden kelepçeli. Trene bindikleri vakit bir Bulgar papaz her birine bir altın dağıttı. Tren hareket ettiği vakitte her bir ağızdan Bulgarca, “Yaşasın Bulgar milletimiz” diye bağrıştılar. İbret alınacak bir manzaraydı. Fütursuz görünüyorlardı.

Bir şey bulamadık. Yine köylerden işaret veriliyordu. Hatta Manastır ’dan, Yeni Mahalle ’den ve Bresnik köyünden ziyadece… Giderken yol üstünde rast gelip arattığım Bulgar çobanı bile biz uzaklaştıktan sonra ateş yakarak ve önünden geçmekle helyosta gibi işaret verdi.

Bu köyler zengin, Bulgar evlerinde soba var. Bu sene komiteler, halka daha fazla sıhhat hususunda dahi müessir oldukları görülüyor. Köylülere dumanlı ocakları yerine soba aldırıyorlarmış. Amerika ’ya gidenlerden de tek tük gelenler medeni hayat hususunda örnek oluyorlar. Zavallı Türk köylüsü! Yanı başındaki hadiselerden gafil. Hükümetimiz ise bunlardan daha gafil. İş ordunun üzerinde. Jandarma adi vukuatla, biz de siyasi vukuatla meşgulüz.

Balkanlardaki etkimizi kaybediyoruz

Balkanlarda bizim değil Rusların nüfuzunun geçtiğini görüyor.

Bir aralık tercümanı iki küçük Bulgar çocuğu ile geldi. Furulof tercümanı vasıtasıyla bu çocuklarla görüştü. Dün civardaki bir köyde bu çocukların babasını komiteciler öldürmüş. Çocuklara birer altın verdi ve arkalarını okşadı. Katilleri buldurarak cezalandıracağını da söyledi. Ne ihtiyaçları varsa onları da tesviye edeceğini ilave etti. Çocuklar sevinçle ayrıldılar. Kardeşimin kulağına sordum: “Bizim hükümet bu işlerle uğraşmıyor mu? Bu mıntıkanın muamelesi böyle mi geçiyor?” Kardeşim içini çekti: “Sorma, sonra anlatırım.” Hükümetin nüfuzu sıfır imiş. Ruslar her şeye hâkimmiş.

Balkanlarda azınlıkların sosyal durumlarının daha iyi olduğunu gözlemliyor.

Rosna köyünde Robe isminde bir Bulgar çiftçi beni evine davet etti. Mükemmel bir kütüphanesi var. Bu adam Amerika ’da birkaç sene oturmuş, İngilizce öğrenmiş, münevver… Her bahisten dem vuruyor. Bu Amerika ’ya gidip gelme, Bulgarları pek ziyade açıyor. Bu adam santralist fikirli. Esasen Makedonya ’da doğup büyüyen münevverler hep bu fikirde. Bunlar iyi düşünüyorlar.

Robe ’nin kütüphanesini herkese anlattım. Ne yazık, kütüphane merakı olan Manastır ’da kimse yok. Ne kışlalarda, ne erkân-ı harbiyede ve ne de şehir belediyesinin kütüphane yok. Ecnebi kitaplar satan bir Rum kütüphanesi vardır, Türklerden kitap satan bile yok. Ben Fransızca iki mecmuayı bu kütüphane vasıtasıyla getirtiyorum. Yazık ki kütüphane gibi kitap okuma zevki de henüz yok.

Burada berbat bir mektep var. Kimse de çocuğunu göndermiyormuş. Yattığımız ev sahibi ile hasbıhal ettim. Zavallı diyor ki: “Efendi, bize mektep lâzım değil. Çocuklar okursa mısırı kim dikecek?” Dedim, Rum ve Bulgar köylerinin mektepleri dolu ve güzel. Mısırları da güzel. Başını sallıyor…

Kazım Karabekir Fransız İhtilali’nin diğer milletleri nasıl etkilediğine şahit olmuştu.

Ordunun çöküntü içinde olduğunu raporlarında yazıyordu.

Ordu bir sürü bunak ve aceze elinde… Eşkıyanın silahları bizimkinden mükemmel. Teçhizatı, sargı takımları, her şeyleri mükemmel. Bu köhne idare, zavallı vatan evlatlarını düşünecek kabiliyette değil. Bir onbaşı veya neferi yekten zabit yapıyor. Damatlar zümresi anadan doğma zabit. Bana, Klepaç müsademesinden dolayı beşinci rütbeden mecidiye nişanını çok gören ordu müşirinin damadı binbaşı. Emsali daha mülâzım. Benim sınıf arkadaşlarımdan Çanakkale ’nin yerini bilmeyen miralay vardı.

Çeteciliğin işin son noktası olduğunu gördü.

Bunlarla da hayli çekiştim. Diyorlar ki: “Efendim komiteleri vuruyorsunuz. Ya köylüden ne istiyorsunuz?” Komite demek eli silahlı dağa çıkmış adam demektir. Onlara evvela komite teşkilatını öğretmek zaruretinde kaldım. Dedim: “Komitenin en son ucu bu çetelerdir. Esas teşkilat merkezlerdedir. Mesela Manastır ’da konsoloshaneler, kiliseler, mektepler hep bunlarla meşguldür. Vilayet merkezi, Manastır içinde gezip tozar. Kaza ve nahiyelerde de bunlara ait merkezler bulunur. Sonra köy teşkilatı gelir. Her köyün gençleri çetenin ferdidir.

Bir de daimi çeteler vardır ki ekser efradı hudut dışından gelmedir. Bir yerde müsademe veya icraat varsa, icabı kadar köylü çete bu ufak çeteyi kuvvetlendirir. Köyleri aradığımız zaman bulunan silah ve cephaneler işte bunlarındır. Sonra müsademe çeteye nerede rast gelinirse orada olur. Çeteye, gel köyden uzaklaşalım da vuruşalım denmez. Konuşma yoktur. Ateşlenme vardır. Bu arada onların ve bizim kurşunların gittiği yeri de kimse bilmez. Buna kaza kurşunu denir. Bazen müsademeye girmeyen köylüye de isabet edebilir.”

Kazım Karabekir ‘in hayatı ile ilgili anlattıkları tarihi açıdan çok önemli. Hem onun hayatı ile ilgili dikkat çekici bölümler hem de dönem olaylarını anlamak için (bu kitap tüm yaşamını kapsamıyor) Kazım Karabekir’in Hayatım kitabı mutlaka okunmalı. Bu bilgiler Kazım Karabekir’in Hayatım kitabındandır. Buradan göz atabilirsiniz.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.078 aboneye katılın