Kadınlar ve kurmaca yazın üzerine bir şeyler yazması isteniyor Virginia Woolf’tan. O da sağlam dili, keskin görüşü, bir sosyal bilimci araştırmacılığıyla feminist düşüncenin temel tartışma konularını bariz bir şekilde başlatıyor yüksek dehasıyla. Kendine Ait Bir Oda da bununla ilgili.
Woolf’un zihninin ışığında ilerliyoruz kitapta, oysa çizilen her manzara bir şeyler anlatıyor bize. Özellikle yemek sofraları dikkate değer:
Bir öğle yemeği menüsü, etli yemeklerin, kaliteli şarapların döndüğü mükellef bir yemek masası bu. İnsan, koltuğuna yaslanıp kaliteli bir sigara yakıp şöyle düşünüyor bu yemeğin ardından:
“Hepimiz cennete gidecektik ve Vandyck de bizimle gelecekti.”
Ve dehanın gizli ışıltısı omurganın tam ortasında yavaş yavaş belirir böyle bir yemekten sonra.
Sonra bir başka akşam yemeği canlandırıyor Woolf, bu seferki tabiri caizse sefalete dair imajlarla çizilmiş. Erik kurusu ve doğası gereği kuru olan bisküvilerin yanında su.
İnsan iyi yemezse iyi düşünemiyor, iyi sevemiyor ve iyi uyuyamıyor. Omurgadaki ışığın sığır eti ve erik kurusuyla yanması imkansız.
Dolayısıyla o kesin kanı bir ihtimale dönüşüyor:
“Hepimiz MUHTEMELEN cennete gideceğiz ve Vandyck de UMARIZ ki, köşeyi dönünce bizimle bulaşacak…”
Aradaki tezat böyle bir kanıya varmak için yeterli gibi ve tabii olarak sonuçları da etkiliyor.
Aslında Aziz Nesin’in; “Türk halkının yüzde 60’ı aptaldır.” dediği şey bununla ilgili gibidir.
Bizim için ne bıraktılar?
Aynı akşam yemeğinde Mary Seton’la tanışıyoruz, Woolf bundan böyle onun üzerinden tartışıyor meseleleri. Bir imge var, üniversitelerin yapımıyla ilgili; sanayiden evvel kral, kraliçe ve asillerin temellerine altınlarını döktüğü sanayiyle beraber sermayedarların çek ve senetlerini gömdüğü bir üniversite.
Sıra, zaten eğitimleri engellenen kadınların bir üniversite kurmak istemelerine gelince 30. 000 sterlini bulamadıklarını görüyoruz.
Woolf’un varmak istediği yere varıyoruz sonunda; kadınların mal varlıkları ve çalışma alanlarına.
Mary Seton’ın annesi ve anneannesi babaları gibi para kazanıyor olsaydı; o paralarla üniversiteler kursa ve kendi cinsiyetlerinin kullanımına yönelik burslar verseydi işte o zaman karnı tok, sırtı pek insanlar olabilirlerdi Mary özelinde diğer kadınlar da.
Fakat bu mümkün olabilir miydi o şartlar altında?
Cevap basit, hayır. Kadınlar 7-8 çocuk doğuruyorlardı ve bir çocuğun yetişmesi en az yedi sene olduğuna göre kadınların girişimci olup para kazanmaya vakitleri yoktu, dahası kadınların mal varlıkları kocalarına ait sayılıyordu.
Bugün bile istatistikler incelendiğinde kadınların mal varlıkları yok denecek kadar azdır.
Onun eleştirdiği tarihler 1600’lü yıllardan 1900’lü yıllara kadar olsa da günümüz Türkiye’sinde, anlatılan bu hikayelerden çok da uzak hikayeler dinlemiyoruz.
Kadınların göreceli yoksulluğuna ve yetiştirmekle yükümlü olduğu çocukların , onlardan aldığı vakit ve enerjiye dikkat çektikten sonra Kadınlar ve Kurmaca meselesini çok boyutlu düşünmeye başlıyoruz woolf’la beraber.
Korumayın!
Sosyolojik araştırma yöntemlerinde, ikincil analiz diye adlandırdığımız bir yönteme benzer bir yaklaşımla incelemeye başlıyor Woolf; bize gösterdiği şeyler gerçekten can sıkıcı.
Profesör X (ataerkil zihniyet) ; KADIN CİNSİYETİNİN ZİHİNSEL, AHLAKİ V E FİZİKSEL AŞAĞILIĞI diye bir kitap yazarak birçok diğerleri gibi kadınları aşağılıyordu.
Bunu neden yapıyor Profesör X diye soruyor, hem de hayatın kendisine bu kadar hükümleri geçiriyorken, erkekler kadınlara karşı niye bu kadar öfkeli ?
Ve bunu, Woolf’la beraber anlamaya çalışıyoruz. Vardığımız sonuç şu: kendini yüceltmek için diğer cinsi aşağılamak.
Karşı cinsi aşağılayarak kendilerini yüceltmiş oluyorlardı. Woolf:
“Kadınlar yüzyıllar boyunca büyüyü ve erkek suretini olduğundan iki kat büyük yansıtmanın getirdiği o tadına doyulmaz güce sahip aynalar gibi hizmet ettiler” diye açıklıyor bunu.
Sahiden ne yapıyor bu kadınlar erkeklere; köle gibi itaat etmekten her türlü hizmetlerini yerine getiren hizmetçiler olmaktan başka ki “kadın şeytandır”diyebiliyorlar hala?
“Yoksa öfke, bir şekilde gücün beraberinde gelen, onunla dost bir hayalet miydi?”
Woolf bunlarla beraber erkeklerin sürekli üstünde durdukları konuları da tartışıyordu: Örneğin; erkekler kadınlardan önce ölüyordu, kadınlar erkeklerden uzun yaşıyordu. (evet istatistiksel olarak bu, günümüzde de böyledir.).
Woolf onlara şunu öneriyor ve sonuçlarını görmelerini istiyor;
“Onları korumayı bırakın. Bırakın aynı uğraşlarda, aynı etkinliklerde yer alsınlar.”
Böyle olduğunda kadınlar da erkekler gibi hayattan erkencecik göçüp gideceklerdir, çünkü yaşam çevresel koşullardan etkilenir.
“kadınlık korunan bir meşgale olmaktan çıkınca her şey olabilir.”
Kadınlar için kanıksanmış işler dışında, diğer alanlara da girdiklerinde erken yaşta ölebilirler veya yeni baştan doğabilirlerdi . Yeni baştan doğmak; fakat bu sefer bir ağacın altında yeşeremeyen narin fidanlar gibi, karşı cinsin gölgesinde boy gösteremeden değil, gür ve cesur bir şekilde doğmak.
Kadınlar ve Kurmaca
Woolf’un zihni cidden çok dolu, cevap aradığı birçok soru var. Birçok soru ve bunlara bulduğu parça parça cevaplar… Peki tüm bu soru ve cevapların “Kdınlar ve Kurmaca”yla ilgisi ne?
Kadınlar neden hiç kurmaca yazmadı, kütüphanenin raflarında kadınların sesleri duyulmuyor?
Bunu öğrenmek için nasıl yaşadıklarını sorgulamalıyız deyip belirli bir tarihte kadınların nasıl yaşadığını inceliyor Woolf, elde kadınlar hakkında pek bir kaynak yok. Doğrusu bu bile yeterince can sıkıcı. Tüm bir ulusun yarısı İngiltere Tarihi adlı eserde çok kısa bir yerde değinip geçiliyor. Zaten kadınların, kendileri hakkında yazdıkları hiçbir eser yok.
Woolf’a göre, kadınların neden kayda değer eserler bırakamadığını İngiltere Tarihi adlı kitap yeterince açıklıyor zaten: Kadınlar kocaları tarafından meşru olarak dövülebiliyordu, alt ve üst toplumsal tabakalarda da aynıydı bu tutum. Ayrıca kızlar ailesinin münasip gördüğü kişiyle evlenmek istemediğinde dövülüyor ve eve hapsedilebiliyordu.
Yazmak için olağanüstüyü bırakın, olağan imkanları bile yoktu. Muhtmelen çoğu kadın, 15 yaşlarındayken evlendiriliyor ve birçok çocuk doğuruyorlardı (o zamanlarda bugünkü gibi doğum kontrol yöntemleri olmadığı açık).
Geleneğin önemi:
Bir geleneğe sahip olmak toplumlar için önemlidir. Bir şey nasıl yapılır sorusuna pratik çözümler sunar. Kurmacada da böyledir. Çünkü kitaplar bir şekilde birbirini besler, iyi işler başarmak için öncüllere ihtiyaç vardır.
Kadınlar ise bu konuda iki kat bahtsızdı. Geçmişlerinde kendilerine öncülük etmiş hemcinslerinin başarılı biyografileri yoktu. Üstüne üstlük ataerkil bir gelenek güçlenerek devam etmişti: Kadınların pasif olduğu ve erkeklerin alanında (!) kadınların yerinin olmadığı bir gelenek.
Ve işte Woolf’un Profesör X özelinde hicvettiği ataerkil zihniyet, bu kadınların; edebiyatta, sanatta ve bilimde “-ebilmek”anlamındaki özellikten yoksun olduğunu söylüyordu, bugün bile bu düşünceyi paylaşan insanlarla doludur etrafınız. (aldırmayın 😉 )
İşte kadınları aşağılayan dev bir gelenek varken, kadınların gelişmesine katkı sağlayabilecek bir geleneksizliğin (öncüllerimiz ev işinden başka işlerle ilgilenemediler) kadınları düşürdüğü durum buydu.
Yazamıyorlardı, yazabilenlerse öyle müşkül durumlarda yazmışlardı ki; Savaş ve Barış’ı, Tolstoy; Jane Austen’ın (Gurur ve Önyargı kitabının kadın yazarı) yerinde olup da yazsaydı bu kadar büyük bir şaheser ortaya çıkarabilmesi kuşkuludur.
Kadınların bir şeyler yazabilmesi erkeklere oranla daha zordu.
Bir kere kendilerine ait bir odaları yoktu, onlar için sakince düşünüp, rahatça yazabilecekleri alan yoktu.
Bu kadınlar ev işlerini yapmak, çocuklarına bakmakla yükümlüydü. Ayrıca ciddi bir biçimde kadınların kitap yazmaları karşı cins ve onların zihniyetini paylaşan hemcinsleri tarafından hor görülüyor, aşağılanıyor veya ayıplanıyordu.
Kadınlar için birçok maddi zorluk vardı, istedikleri gibi davranmalarını sağlayacak paradan yoksundular. Birçok edebiyatçının biyografisinden aşina olduğumuz, diğerlerinin, onlara karşı aldırmazlığı sıra kadınlara geldiğinde düşmanlığa dönüşüyordu.
Kadınlara yapamazsın, bu sana göre bir iş değil diye öğüt veriliyor, azarlanıyordu. Ve kim bilir kaç kadının daha içindeki yaratıcılık ışığı sönüp gidiyordu.
Shakespeare gibi iyi yazmak
Woolf erkeklerin kadınlar hakkında yazdıklarını inceledikten ve kadınların yazmasının güçlüğünü ortaya koyduktan sonra kadınların yazdıklarını da değerlendirmeye koyuluyor:
Fark ettiği şey şu oluyor ki: yalnızca yazmak için yazdığınızda, sanat için yaptığınızda güzel olan metin; omuzlarınıza inen görünmez bir negatif etki ve baskı olan erkek düşüncesinin kara bulutu altında çirkinleşiyordu.
Yazdığın kurmacada, etkisi altında kaldığın baskının öcünü, öfkesini metne yansıttığında bir kadınyazar, sanatsal güzelliği bölüyordu ve böylece çirkinleşiyordu metin.
Woolf işte tam burada, kurmaca yazarlarına:
“ zihni tıpkı Shakepeare’inki gibi göz kamaştırıcı derecede parlak olmalıdır. … hiçbir engel, tükenmemiş hiçbir yabancı madde kalmamalıdır içinde. … engelsiz bir zihin.
diyerek başarılı işler ortaya çıkarmak isteyen kadınların zihinlerinin böyle olmasını salık veriyordu.
Bu tavsiye neden diğer alanlarla da ilgili olmasın? Dellenmeyin, zihninizi bulandırmayın, düşüncenizin önünü kaygı ya da öfkeyle kapatmayın. İster bir edebiyatçı ister hukukçu veya tıpçı olun, zihniniz engelsiz olsun.
Kadınlar kurmacada iyi değillerdi. Özgürlük ve ifade zenginliği sanatın özünü oluşturduğu için gelenek konusundaki (çünkü daha önce bahhettiğimiz sebeplerden dolayı geçmişte yazamamışlardı ) bu eksiklik, araçlardaki bu yetersizlik kuşkusuz yazıları üzerinde feci bir etkiye sahip oluyordu.
İyi bir kurmaca oluşturmak için cinsiyetinden arınmalıydın diğerleriyle ilişkilerinde değil gerçeklikle ilişkili olmalıydın ve sana sataşanlara kulak asmamalıydın.
Woolf’un bir kadın yazarın kitabını bu konu bağlamında okuduktan sonraki görüşleri kurmacayı daha iyi nasıl yazabilirsin sorusuna bir cevap mahiyetinde:
“ona yüzyıl daha verin, … kendine ait bir oda ve yılda beş yüz sterlin verin; bırakın aklından geçenleri söylesin; şimdi uğraşmak zorunda olduğu şeylerin yarısını alıp götürün işte o zaman bugünlere ait daha iyi bir kitap yazacaktır.”
Ve bana kalırsa bunları sağlayabilmiş kadınlara diğer bütün alanlarda da başarının kapısı açılmış olacaktır.
Sonuç yerine;
Sonuç olarak iyi bir yapıt ortaya çıkarabilmek için cinsiyeti düşünmemek gerekir. Sonra akıl veren, tembihleyen veya azarlayanların ölçülerine bağlı kalmamalıdır.
Kendine Ait Bir Oda kitabının tamamında ön plana çıkan iki önemli mesele var: Kadınların geçmişten günümüze dek süregelen yoksullukları ve düşünebilecekleri, ögürce kendileri olabilcekleri bir özel alanın eksikliği.
Şöyle diyor Woolf ; “fikir özgürlüğü maddi şeylere bağlıdır; şiir ise fikir özgürlüğüne.

Aramızda yaşayan binlerce Judith’e:
Woolf, kadınların neden Shakespeare gibi yazamadıkları sorusuna yanıt ararken gerçekleri bir hikayeyle anlatmayı seçiyor. Çünkü doğrudan açıklayamacağımız şeyleri metaforlarla anlatmak kullanışlı bir yoldur.
Shakespeare’in en az onun kadar yetenekli bir kız kardeşi olduğunu varsayıyor, bu kızın adı Judith.
Shakespeare iyi bir eğitim alıp, hoşnut olmadığı şartlardan kaçarak Londra’ya gidiyor ve orada yeteneğini sergileyerek ona doyum veren bir hayata sahip oluyor ve sonuçta Hamlet’iyle, Kral Lear’ı ya da Macbeth’iyle Shakespeare, Shakespeare oluyor.
Bu kez dönüp Shakespeare gibi şiirde ve tiyatroda yetenekli olan kız kardeşinin yeteneklerinin ne ölçüde geliştirildiğine baktığımızda, ailesi tarafından eğitimine yönelik imkan yaratılmak bir kenara bu işlerle uğraşmaması için tembihleniyor o.
Judith yeni yetme çağındayken daha, birisiyle evlendirilmek isteniyor, kız istemediğindeyse ailesinden baskı ve şiddet görüyor. Bunun yanı sıra duygusal olarak da etkiliyorlar onu. Vicdanını okşuyorlar.
Judith yine de temayüllerine boyun eğip evden kaçarak, abisi gibi Londra’ya gidiyor. Fakat tiyatroya gittiğinde kadınlar tiyatrocu olamaz denerek tembihleniyor ve aşağılanıyor. Kızın yeteneği içinde sönüp gidiyor. Evsiz ve işsiz kalıyor.
Oysa bir kadın sokaklarda yaşarsa başına bin bir türlü bela gelir. (Feministlerin; “bizi sokak değil, erkekler öldürüyor” söylemi göz önünde bulundurulmalı.)
Judith’i aşağılayan şu yönetmen yine de ona acıyor ve sahip çıkıyor. Ve Judith bu adamdan hamile kalıyor.
Kısa bir süre sonra da Judith intihar ederek hayatına son veriyor.
Woolf’un Judith’in hikayesinde anlattığı şeyleri hangimiz bilmiyoruz? Bu hikayenin her parçasında ayrı bir gerçekliği su yüzüne çıkarıyor aslında Woolf.
“Tek kelime bile yazmayan ve bir yol ayrımında gömülü olan bu şairin hala yaşadığına inanıyorum. Sizin içinizde yaşıyor, benim içimde, ve yıkanacak bulaşıklar ve uyutulacak çocuklar olduğu için bu gece aramızda bulunamayan diğer kadınların içlerinde yaşıyor”
Kendine Ait Bir Oda kitabını buradan satın alabilirsiniz.
Bir Cevap Yazın