Lamalar ve Yamyamlar

Marvin Harris Yamyamlar ve Krallar kitabında günümüzdeki bazı çok önemli sosyal yapıların nasıl ortaya çıktığıyla ilgili antropolojik değerlendirmeler yapıyor. Yazar bir Marxist ve kültürel determinist olarak tanımlanıyor. Yani altyapı üstyapıyı belirler. Kültür aslında alttaki ekolojik gerçeklerin çıktısından başka bir şey değildir. Yazarın kitaptaki değerlendirmelerden birisi de yamyamlık üzerine.

Aztecler İspanyollar tarafından bulunduğunda yamyamlardı. Dinlerini yaymak için işgaller yapıyor, yakaladıkları savaş esirlerini kurban ediyor ve yiyorlardı. Aztec Tanrıları insan kanı isteyen ve insan kanına susamış Tanrılardı. Yeni doğum yapmış kadınlar bile bebeklerinin ağzına değsin diye memelerine kan sürüyorlardı. Aztecler neden yamyamdı? Kimi dinlerin Tanrıları insan kimi dinlerin tanrıları hayvan kurbanlar isterken neden kimi dinlerin Tanrıları hayvan yemeyi bile yasaklamıştır? Bu soru çok dikkat edilmesi gereken bir sorudur.

Tarım, hayvancılık ve yamyamlık arasındaki ilişki

İnsanlık büyük ölçüde tarıma başlamadan önce avcı toplayıcı bir dönem yaşamıştı. Bu insanların tarıma geçmeme nedenleri tarımı bilmiyor olmaları değildi. Bir fayda/zarar hesabıyla ilgiliydi. Günde sadece birkaç saat çalışarak yüksek kaliteli proteine ulaşabiliyorlardı. Nüfusun çok az olması hayvan ve meyve kaynaklarının bol olması tarımı görece zahmetli hale getiriyordu. Bu dönemde hayvanların evcilleştirilmemesi de bilgi eksikliği nedeniyle değildi.

Tarım yapılmayınca hayvanlar bir yüktü. İnsanla benzer besinleri tükettikleri için insanın doğal rakibiydiler. Sonrasında insan nüfusunun artışı ve av hayvanlarının azalması gibi sebepler tarımı bir anlamda zorunlu kıldı. Tarımla birlikte hayvanlar evcilleştirilmeye başlandı çünkü hayvanlar, bitkinin insanın yemediği kısımlarıyla besleniyorlardı ve zengin protein kaynaklarıydı. Tarım avcı toplayıcılığın aksine sürdürülebilir bir modeldi. Despotizm ve feodaliteyi ortaya çıkaracak ve nüfusun aşırı artışı nedeniyle sürdürülebilirliğini binlerce yıl sonra kaybedecekti ama ona çok vardı.

İnsan toplulukları her zaman kendi coğrafyalarına uygun tarımsal ürünler ya da uygun hayvanlar bulamadılar ama yine de bu toplulukların beslenmesi gerekiyordu. İnsan ya da hayvan kurban etmenin ekolojik zorunluluklar nedeniyle yapılması gerektiğinde kültür bir şekilde buna geçit vermeliydi. Eski toplumlarda kültür ve din aşağı yukarı aynı şeylerdi. Eğer tarıma geçmediyseniz ya da etrafta uygun hayvanlar yoksa ve insan yemek fayda/zarar açısından makul durumdaysa dinin de buna geçit vermesi gerekirdi. Altyapı olan ekonomik üretim biçimleri kültürü inşa edecekti.

Aztecler düşmanlarını esir alıp toplu kurban törenleriyle kurban edip yiyorlardı. En azından askeri elit için bu imkanlar söz konusuydu. Bu yüzden Aztec Tanrıları insan kanına susamıştı yazara göre. Uygun hayvanları evcilleştiren toplumlar da bir fayda/zarar hesabına girerek hayvan kurban etmeyi Tanrı buyruğu insan kurban etmeyi ise günah sayacaktı. Kitapta yazar şöyle bir iddiada bulunur; Yahudiler domuz,deve ve tavşan yemezler. Müslümanlar domuz yemedikleri halde deve yerler çünkü deve Arap coğrafyasında besin olarak göz ardı edilemeyecek bir hayvandır. Müslüman olan bazı coğrafyalarda da tavşan eti yenmez mesela.

Geçmiş bizimle nasıl konuşur?

Daha önce geçmişle nasıl konuşacağız diye bir yazı yazmıştım ve geçmişi bugün bakınca anlamanın ne kadar zor olacağına değinmiştim. Geçmişle konuşmaya çalışmalarımız da iki yönlü görünüyor. Geçmiş bizimle nasıl konuşur? Kurbanla ilgili semavi dinlerin kitaplarındaki bölümleri az çok hatırlarız. Peygamber oğlunu kurban edecekken bir koç peydah olur. Bu anlatıyı bir de kadim bilgeliğin bize ulaştırmaya çalıştığı bir mesaj olarak okumaya çalışalım. Eğer hayvanlar olmasaydı insanları kurban edecektiniz. Geçmişin kadim bilgeliğinin bize seslenişinin bir örneği olabilir bu. Mitos ve logos arasında anlamı bulmaya çalışmakta yarar olabilir. Geçmiş bizle konuşabilir. Bu insanın biricik özelliği olan aktarımın zamansal taşımıdır. Demek istediğimi arılar üzerinden anlatayım.

Ömer Aygün Hoca Flutv’de bir programda arıların bir özelliğinden bahsetmişti. Bir arı kendi deneyimlemediği hiçbir şeyi başka bir arıya anlatamıyor. Eğer bir yerde bir gıda varsa onu diğerlerine anlatmak için kendisi görmek zorunda. Bu özellik yanlış bilginin yayılmasını engellediği gibi bilginin yayılma hızını çok azaltıyor. Arıların aksine biz insanlar duyduğumuzu da yayabiliyoruz. Yanlış bilgi yayılıyor ama fayda olarak bilgiyi çok hızlı bir şekilde topluma iletebiliyoruz. Yazı ve daha öncesinin aracı olan sözlü edebiyat da insanın bilgiyi başka insanlara aktarmasının bir aracı. Belki mitoslara biraz da bu yönüyle bakmak gerekiyor.

Mesoamerica’da kaynakların tükenmesi

Mesoamerica buz çağının sonunda herhangi bir bölgeden çok daha tüketilmiş bir durumdaydı ve artık sıradan insanların sofrasında et yok gibi bir şeydi. Sıradan insanlar göl yüzeyinden toplanan yosunları yemek zorunda kalıyorlardı. Azteclerin kurban ritüelleriyle ilgili notlarda kurban edilen kişinin cesedini daha çok yaşlı kadınların yemesiyle ilgili cümleler vardır. Güney Amerika’daki İnkalar için ise durum daha farklıdır. İnsan kurban etmeler çok daha az olmakla birlikte bir beslenme biçimi değildi. Bir deve türü olan lamalar İnkaların insan kurban etmeye son vermelerini mümkün kıldı. Lamalar olmasaydı İnkalar da Aztecler gibi insan kurban etmeyi olağanlaştıracak dahası kurban edilecek insanlar bulabilmek için sürekli başka topluluklara saldırmaya dayalı bir politika geliştireceklerdi. En azından yazara göre. İnkalar için geçerli olan yasa sanırım tüm toplumlar için işleyecekti.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.071 aboneye katılın
Şiraz Duvarı
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.