Bu yazıda insan, şehir ve kültürün filizlenmesi üzerine bazı düşüncelerimi toplamaya çalışacağım. İnsanın kendi çapında başlayan hakikat arayışı binbir durağa uğrar. Tanrısal hakikat üzerine varılacak ileri duraklardan biri insanın alemin sırrı olduğudur. Hakikat hakikat diye çocuk gibi ortalıkta gezinmeye ne gerek vardır. Hakikat insanın kendisidir. Hakikat kendisi insanda ortaya koymuştur başka delil aramaya gerek yoktur. Delil alemde salınmaktadır. Aslım bana delildir. Kah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi, kah inerim yeryüzüne seyreder alem beni. Bu sırrın adı aşina olanların bileceği gibi en-el haktır.
Biraz karamsar bakınca görüntü o kadar net değildir. Bu sonsuz bencillik kendini ne sanıyor. İnsan hakikatle konuştuğunu sandığında aslında kendi ruhunun sakatlıklarıyla konuştuğunu unutmamalıdır. Tanrı zannettiğimiz her şey bizim zannımız üzerinedir ve nispeten Tanrıdır. Patroclus, Achilles’in nasıl savaştığını ilk gördüğünde onun Tanrı olduğuna ikna olmuştur. Parlak saçları ve doğaüstü hızı onu Tanrı kabul etmesine yetmiştir. Antik Yunanlı için ölümsüz olmak ve Olympus’ta yaşamak yeterlidir. Zeus’u en büyük Tanrı olarak görmeleri için şimşeklere sahip olması ve titanları öldürmesi yeterli olmuştur. Kadere müdahale edememesi bile sorun değildir. Homeros Tanrıları bazı meseleleri aşmış insandan başkası değildir.
Çoğu dinde rızkı vermek ve dünyayı yaratmış olmak Tanrılık için yeterlidir. Düşünüldüğünde bütün Tanrıların nispeten Tanrı olduğu ortadadır. Tanrı bir konsepttir ve bu konsept değişebilir fakat hakikatin böyle bir şey olamayacağı açıktır. Ne var ki hakikatin kendisi açık değildir. Hakikat arayışının vardığı son durak olarak insanı kabul edeceksek bile insanlık konseptini tanımlamamız gerekir. İnsanı tanımak için onu kendi kültüründe tanımak gerekir. Nasıl bir Servi ağacını tanımak için bütün botanik bilimini bilmek gerekiyorsa insanı bilmek için de onun kodlarını oluşturan kültürü bilmek gerekir. İnsanı, bilimi, tekniği, tıbbı, sanatı, edebiyatı, sporu, müziği, mimarisi sosyolojisi içinde bilmek gerekir. İnsan cihanın süsü ise süslemenin tamamını görmek gerekir.
Sonsuzlukta bir iz
Mitolojide Zeus’un karıncalardan yarattığı bir halk vardır. Bu efsane biraz da insanın durumunu ortaya koyar. Karıncaların sayısı arttıkça kolonide daha karmaşık bir sistem ortaya çıkar karınca sayısı azaldıkça sistem basitleşir. İnsan yaşamı için de benzer bir durum söz konusudur. Köyler kasabalar ve şehirler. Hepsinde de insan vardır fakat nüfus ile kültür arasında bir ilişki vardır. Victor Hugo yazı mimariyi öldürdü çünkü insanlığın unutulmazlık çabası mimariden yazıya yönelecek artık diyor. Zannediyorum ne mimari ne de yazı tek başına insanlığın sonsuzlukta iz bırakma çabasının toplamıdır. İnsanlığın kendini sonzuza taşıma çabası ne yazıya ne mimariye sığar. Sanat ve tekniğinin göstergesi zannediyorum şehirlerdir. Şehirler kültürün filizlendiği yerdir ve insan edimlerini kusursuz olarak ortaya koyar.
Cihanın süsü olan insanı anlama çabasına onun tüm edimlerini toplayan şehirlerden başlamak gerekir. Kabileler, köyler ya da kasabalar sanıyorum insanın hikayesinin ancak bir bölümünü anlatabilir. Sanırım bu bir kültürel evrim meselesidir. Sosyal ve ekonomik yanı olan çok ciddi bağlantılar ele alınarak insanlığın süsü olan şehirler ele alınabilir. Daha küçük şehirlerden daha büyük şehirlere doğru bir bakalım.
Bir kasaba, ilçe, ya da il eğer yeterince karmaşıklaşmamışsa başlangıçta bir dağ, ova, ırmak, ağaç, meyve, maden ya da akarsu etrafında kenetlenir. İsmini çoğu zaman buralardan alır bölge. Çevreye yaşam veren akarsu bölgenin kimliğine dönüşür ve bu kimlik inançla yoğrulmuştur. Efsaneler, hikayeler, etkinlikler hatta kavgalar bile bu akarsu etrafında şekillenir. Ortada artık sadece bir coğrafi şekil değil bir mistisizm vardır. Şehir büyüdükçe çatışmalar artar, coğrafi şekillerin önemi azalır. Doğa kadar insan yapımı varlıklar ön plana çıkmaya başlar. Üniversite, sinema, tiyatro, müze, kütüphane, tarihi eserler, opera vs gibi. İnsanı anlamayı kolaylaştıran kültür öğeleri buralarda daha fazladır. İnsan kendi dışından kendi içine yönelmek için daha fazla fırsat bulur.
Kültürün cetveli nasıl kullanılır?
Bir şehrin kültür seviyesini yani onun insanlığı anlamada ne kadar başarılı olacağını ölçmek için bir cetvel yapsaydık bu cetvele bazı göstergeler koymak gerekirdi. Bu arada tekniği de kültürün bir parçası olarak görülmesi gerektiğini söylemem gerekir. Gelişmiş bir endüstrinin yanı sıra otoyollar, hastaneler, köprüler, demiryolu, havaalanı, metrobüs gibi teknik imkanların varlığı bir şehir için çok önemlidir. Bir o kadar daha önemli olan ise kültürün diğer yanıdır. Örneğin şehirde büyük tarihi bir cami var mıdır? Caminin yanında başka ibadethaneler de var mıdır? Çok daha önceden yaşamış toplumlardan kalma yapılar var mıdır? Bu soruların cevabının evet olması için şehrin geçmişinden bu yana farklı insan toplumlarının zenginliğinden beslenmesi gerekmektedir.
Şehirde farklı çağlardan ve zamanlardan mimari eserler var mıdır? Çünkü farklı çağların ya da farklı tarzların ortaya çıkış nedenleri insanlığın anlayış değişikliklerinin göstergesidir. Bu aynı zamanda heterotopya olanı kurar. Sosyal ve ekonomik değişimler kendini mimaride de gösterir. Mimariyi özgün yapan biraz da taşın şehre özgülüğüdür. Osmanlı’nın ilk dönem ve son dönem saraylarının farklılığı sadece estetik bir değişiklikle ilgili değildir mesela. Gotik mimari Tanrı’nın yüceliğini haykırırken Rönesans mimarisi başka bir yere taşır onu. Kültürü anlamak için bu değişiklikleri anlamak önemli olabilir. Hem eskiyi hem de yeniyi hem Doğu’yu hem de Batı’yı barındıran şehirler bazı şeylerin daha kolay kavranmasını sağlayabilir. Aynısı mutfak için de geçerlidir. Ne kadar zengindir ve hem geçmişe hem de diğer kültürlere ne kadar açıktır?
Bir şehrin sporda sanatta bilimde ileride olması da elbette kültürün bir göstergesidir. Şehirde bir yazarın, şairin veya bir ressamın müzesi var mıdır? St. Petersburg’daki Dostoyevski Müzesi gibi dünyaca ünlü olması gerekmese de bir şehirde bir yazarın müzesinin olması ya da edebiyat müzesi olması sanıyorum önemli bir meseledir. Burada bir yazar yetişmiş ve bunun kıymetini anlayacak bir ahali var demektir bu. Örneğin ülkemizde İstanbul bu konuda eşsizdir. Nobel ödüllü bir yazarı vardır bu şehrin ve aynı yazarın kendi müzesi vardır.
Bir şehrin yazarının ya da yazar müzesinin olmasının yanı sıra bu şehirde çekilmiş kült diziler ve filmler olması da zannediyorum önemlidir. Şehirde verilmiş konserler de önemlidir. Şehirde oynanmış maçlar şehirde sergilenmiş gösteriler de önemlidir. Düşündükçe akla yeni şeyler gelecektir ama büyük bir soru olarak şehir kaç festivale ev sahipliği yapmaktadır ve bu festivaller kaç yıldır yapılmaktadır?
Tüm bunlar insanlık denilen kavramın kendini gösterme biçimleridir ve insanı anlamak için buralara bakmak mantıksız değildir. Nakş-ı cihan üstünde insanların yürüdüğü bir meydandır ama aslında sanırım insanın kendisidir. Umarım yazı uzun gelmemiştir ve okuyana düşünecek yeni bir şeyler vermiştir.
Bir Cevap Yazın