Konu modernleşme. Kaç neslin ömrünü harcadığı ama bir yere varmayan tartışmaların onur listesindeki konu. Özellikle Türk modernleşmesi. Gerçi mantık bize tikellerle değil tümellerle düşünmeyi öğretir. Türk, Rus ya da Japon modernleşmesi birbirinden çok da farklı olmamalıdır. Bunun yanında insan davranışlarını tüm toplumlarda bir tutarsak sosyoloji yerine zoolojiden bahsediyor olurduk.
Cemil Meriç’in meşhur alıntılarından birini hatırlayalım. “Biz Batının meyvelerini kendi ağacımıza astık.” Bu sözün anahtarı olduğu genel düşünceler belki şu şekilde özetlenebilir. Batı’nın kurumları ve kazanımları bizim kendi kültürümüzde ortaya çıkmadığı için burada “tutmayacaktır” ya da biz bu değerler için mücadele etmediğimiz için onların önemini anlayamayacağızdır. Kadın hakları, demokrasi ve insan hakları uğrunda ne çetin mücadeleler verilmiş meselelerdir fakat bunlar bize “hediye” edilmiştir.
Geçmiş ve gelenek hakkında nasıl bir tutuma sahip olacağız? Geçmiş ve gelenek köhneleşmiş kurum ve değerler yığını mıdır yoksa bugün hala devam ettirilmesi gereken ve özenilen kurum ve değerler toplamı mıdır? Soru elbette biraz yönlendirme içeriyor gibi fakat şu açıktır ki geçmiş ve gelenek bu ikisini de içinde barındırır. Hem yok olması gereken hem de yaşatılması gereken şeyleri içinde barındırır. Geçmiş ve gelenek gibi güçlü bir müttefik herhangi bir siyasi görüşün vesayetindeymiş izlenimine izin vermek hiç de akıllıca değildir.
Dünyayı kendi minicik hayatımızdan ibaret sayıp tüm kurum ve değerlerin tarihin eleğinden geçerek en kusursuz halinin günümüze geldiğini düşünmek yersiz olabilir. Geçmişte ilham alınacak bugüne ışık tutacak hiç olmazsa bugünü anlamamızı sağlayacak bilgiler saklıdır ve insanlığın ortak çabası ve aklı bazı şeylerin bugünde mükemmelleşmesini sağlamıştır. Eski ama değerli olanın kıymeti bilinmelidir. Elbette önemli olan o mükemmeli daha da öteye götürmektir. Bugün hala bu “şeyi” nasıl daha iyi hale getirebilirim sorusu sorulmalıdır.
Uzun devrim ya da tepeden inmeci modernleşme
Başarılı bir modernleşme için modernleşme hamlelerinin tepeden inmeci değil toplum tarafından benimsenerek ve zamana yayılarak yapılması gerektiğiyle ilgili güçlü bir görüş vardır. Yumurta eğer kendi kendine çatlarsa yaşam başlar, dışardan kırılırsa yaşam yok olur. Toplumlar kendi yollarını kendileri zamanla bulmalıdır. Çünkü dayatmacı bir hamle zıttı bir tepki doğuracaktır ve bu da çatışmaya neden olacaktır. Toplumlar zaman içinde sanat ve felsefeyle yavaşça dönüşmelidir. Bu görüşü savunanlar ne kadar itidalli görünse de sanıyorum teori ile pratiğin çelişebileceğini hatırlamak gerekiyor.
Biraz uç bir örnek olacak fakat Daeş (Işid) acaba kendi kendine bırakılsa ne kadar sürede modernleşecekti ya da modernleşebilecek miydi? Naziler başarılı olsaydı zamanla değişip dönüşüp pamuk gibi mi olacaktı mesela. Şimdi hep birlikte izleyeceğiz Taliban düşüncesinin devletleşme tecrübesini…
Akıl sürüden ayrılmayı sağlar. Sürüden ayrılmak ise zordur ve güvende hissettirmez. Kimsenin ne yapacağını bilmediği korku ortamlarında akılla yapılan çağrılar yanıt bulmaz. Kitleleri bir araya getirebilmek için en ilkel duygulara seslenen taraflar daha kolay takipçi bulabiliyorlar. Sürüngen beyin her zaman kazanır. Bu da sanırım sonsuz bir ilkelleşme döngüsünü tetikliyor. Siyasiler bu tür ilkelliklere biraz ön vererek bu tarafların desteğini almayı umuyorlar fakat bu işin sonunda onları da yutacak bir girdaba dönüşmesi olasıdır. Ve sürekli birilerini yutan bir kara delik ortaya çıkabilir.
Demokrasilerde yönetimin değişmesi kolay fakat demokrasi olmayan toplumlarda lider değişikliği büyük sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir. Tarihten örnekler vererek modernleşme biçimleri üzerine argümanlar üretilebilir fakat bir uzlaşma sağlanabilir mi emin değilim. İnsan belli gereksinimlerini karşılayabildiği sürece her türlü sosyal düzene uyum sağlayabiliyor ve bu düzenin bir savunucusuna dönüşüyor. Değişim ya da dönüşüm kolay bir şey değil. İnsanların mutluluğu konusunda endişelenen ve bize gül bahçesi vaad eden sahtekar ise çok.
Bir Cevap Yazın