Yazıya başlamadan önce birkaç noktaya açıklık getirmeli. Osmanlıca kelimeler olarak ifade ettiğim sözcükler Arapça ve Farsça gibi dillerden Türkçe’ye geçmiş, onun içinde kendine yer etmiş kelimeler. Bu kelimeler bugün daha az kullanılıyor. Belki resmi evraklarda, belki mesleki terimlerde yerini koruyan sözcükler. Bu yazıda örneklediğim kelimeler ise Kazım Karabekir‘in ve Halide Edip Adıvar‘ın da kitaplarında kullandığı kimi kelimeler. Kişilerin yaşadığı dönem düşünülürse, bu kelimelere günümüze uzanan kelimeler demek yanlış olmaz.
Türkçe diğer dillerin en güzel yanlarını kendine katabilmiş bir dil. Yine de bazı kelimelerin günlük dile geçmemesi veya bilinmemesi dilin ifade gücünü azaltıyor. Örneğin biz, kestane balının tadını da biberin tadını da ifade etmek için “acı” kelimesini kullanırız. Kimi dillerde bu ayrım kendini gösterir. Bir başka örnek, biz fare öldürmek için kullanılan maddeye de yılanın sahip olduğu öldürücü özelliği ifade eden sıvıya da “zehir” deriz.
Bu örnekler dilin ifade gücünün yetersizliği anlamına mı gelir bilmiyorum fakat bazen bu ayrımların yapılamaması dilin ifade gücünü azaltır. Şu örnek cümleye bakalım :
Cenubî Afrika’da, İngiliz ve Boer’ler arasında geçmiş olan harpte, hangi tarafın haklı olduğuna dair münazara ekibimizin bir münakaşasıdır.
Osmanlıca kelime ne demek? Arapça kökenli bu iki kelime Osmanlıca kelimeler arasında sayılmalıdır. Bu kelimelerin dışlandığı bir dil daha az zengin olacaktır. Bu kelimeleri kullanmadan bu cümlenin kapsadığı anlamı ifade etmek daha zor olacaktır.
(Osmanlıca öğrenmek konusunda bu yazıya bakabilirsiniz.)
Osmanlıca Kelimeler ve Anlamları ile ilgili örnek cümleler
müteessir : üzülmüş, üzgün
Babam müteessir oldu, beni okşamaya gönlümü almaya çalıştı.
aksülamel : Tepki, reaksiyon
Hassasiyeti etrafta hiçbir aksülamel uyandırmazdı.
mefhum : kavram , mazi : geçmiş , akıbet : sonuç
Onlar dahi kudret mefhumunu yanlış anladıkları müddetçe şekil ve isimleri ne olursa olsun, çöküp gitmeye mahkûmdur. Maziden ders almayanların akibeti budur…
zillet : aşağılanma
Eve girerken herhangi bir insanın küçük ve kötü bir hareketten sonra duyabileceyi zilleti tattım.
insiyak : içgüdü
Garip olarak on beş yaşındaki bir kızda nadir olan dinî insiyak bende çok kuvvetli idi.
tasvip : onama , uygun bulma
Zavallı Ali Şamil Paşa bu kavgayı tasvip etmemişti.
içtimai : toplumsal
Osmanlı devrinin sisteme bağlı içtimaî yardım hissine uyarak, o mahallenin birkaç fakir çocuğu da mektebe verilir, masrafları görülürdü.
müstehzi : alaycı (istihza : gizli ve kinayeli biçimde alay)
Gözleri büyük, mahzun, biraz müstehzi idi.
iltica : sığınma
Soralım mı?” deyince koşarak babamın bürosuna iltica ettim
muzdarip : ızdırap ve acı çeken
O günlerde her küçük kıza bir halayık şakası yaparlar, her küçük kız da bundan mustarip olurdu.
garabet : gariplik, tuhaflık
Uçları âdeta karmakarışık renkli olan bu saçların garabeti herkesi güldürüyor, ondan sonra da bu sıkılık kafamı ağrıtıyordu.
muvaffakiyet : başarı
İftar pek de muvaffakiyetli olmadı.
yeis : umutsuzluktan doğan karamsarlık, üzüntü
Deniz kenarına gidememiş olmam, içimde bir yeis uyandırdı.
itiyat : alışkanlık , tenkit : eleştiri
O günlerde Haminne ile konuşurken borçlanma itiyatlarını tenkit ederdim.
Sabahattin Ali’nin meşhur sözlerinden birinde de geçer bu kelime :
İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.
iptidai : ilkel , mübalağa : abartı
O kadar iptidaî ve mübalâğalı bir hassasiyetle dolu idi ki.
saik : sebep
Bunun saiki belki kendisinin yabancı kaldığı bir âlem yaratmaktı.
tevarüs : Kalıtım yoluyla birinden diğerine geçme.
İkisinden de birçok şeyler tevarüs etmişimdir.
tezahürat : “Hastalıklarda belirtiler” TDK’ya göre. (Burada belirti anlamında)
Hislerinin maddî tezahüratı yoktu, biz de dahil, hiç kimseyi okşayıp, öptüğünü görmedim. Bunun tek istisnası oldu. O da ölüm döşeğinde.
ihtiras : aşırı güçlü istek, tutku
Her halde Haminne’yi büyük bir ihtirasla sevmiş ve hâlâ sevdiğine şüphe yoktu.
şahika : doruk
O günlerde, hatta onun şiddetinin şahikasını ifade eden “Yediği nane macununa bak,” sözünü bile sarfetmiyordu.
Eski Osmanlıca kelimelerden günümüzde daha az kullanıklarımız eskisinden daha güzel de olabiliyor.
mütemadiyen : sürekli, ara vermeden
Havva Hanım da mütemadiyen lâfa karışıyordu.
intikal : geçiş
Galip’e sanatının tohumu belki de Kemal dayısından intikal etmiştir.
itidal : ölçülülük , soğukkanlılık
Bilhassa Türk kadını, kafa ve kalbindeki itidal ve cemiyete karşı muhabbetle dolu olduğu bir zamanın hasretini çekiyordu.
amil : etken, sebep
Bu iradeli kadının kocasının evinden çekilmesi bu yıkımın başlıca âmili olmuştu.
muhayyel : hayal edilen (hayali) , tahayyül : hayalde canlandırma
Kiria Eleni devrinden hafızamda kalmış olan, her halde tamamen muhayyel Aleksi adlı bir arkadaşım daha vardı.
fazilet : erdem
Şayeste’nin bence başka bir fazileti de fazla zeki olmaması idi.
mukadderat : yazgı
Galiba mukadderatımıza hâkim olan kudretin, biz zavallıların zaaflarına gülen bir tarafları vardır.
zail : ortadan kalkan
Herkesten başkalık ve ayrılık zail oluyor, ben de bu kalabalığın parçası oluveriyordum.
umum : tüm, kamu iştirak : ortaklık (müşterek : ortak)
Bu günlerde artık, hayatta umumun iştirak ettiği maddî hakikatleri de seziyorum.
cüda : çok sevilen bir şeyden ayrı kalmak (Farsça)
Sabahları sırf Eleni’den cüda düşmemek için, giydirilirken ayakta zorla duruyordu.
müphem : belirsiz , galebe : yengi , muğlak : anlaşılması güç
En müphem, fakat bütün zaman için galebesi en zor, en fazla mücadele edilen bir his vardır.
meşakkat : güçlük (marka : iz anlamında İtalyanca kökenli)
Derin çizgileri, bu kadının başkaları uğrunda, başkaları namına katlandığı meşakkat ve ıstırabın markaları idi.
tazip : sıkıntıya sokma, üzme
Onu tazip eden şey kendi yaşında ve kendi sınıfına mensup çocukların kıyafetlerinin bambaşka olması idi.
tecessüs : görme, anlama merakı , mütalaa : ayrıntılı düşünme ile oluşan görüş ve yorum
Bir zaman sonra evi dolduran üvey annenin akrabası, kardeşleri çocuğa tecessüs ile bakıyor, mütalaa yürütüyorlardı.
menfur : iğrenç , mahluk : yaratık (mahlukat : yaratıklar)
Hepsi büyük erkekler gibi giyinirler, gürültücü ve menfur mahlûklardır.
müfrit : aşırı (ifrat : ölçüyü aşma)
Haminne’ nin ölçüsüz israfı, şahsî keyfin değil, müfrit cömertliği yüzündendir.
peyda : belli, açık (Farsça) hasıl : ortaya çıkan görünen
Bu hastalık sona erip de küçük kız evde dolaşmaya başladıktan sonra, hayat sahnesinde bir başka varlık peyda olmuştur. Bu defa evde bir de Saraylı Hanım hâsıl olmuştu.
mütenasip : orantılı
Boyuyla hiç de mütenasip olmayan ince sesiyle, “Küçük niinee,” diye çağırır.
Türkçe Arapça ve Farsça kelimeleri birleştirerek yeni kelimeler türetmiş bir dildir.
yeknesak : tekdüze (Burada Türkçe’nin bir hüneri olarak Farsça “yek” ve Arapça “nesak” kelimeleri birleşmiştir. İki dilde de olmayan bu kelime Osmanlıca kelimeler arasında sayılabilecek bir kelimedir.)
Rüzgârın kendine mahsus yeknesak uğultusunu, yaprakların garip havasını dinlerdi.
istidat : yetenek
Tohum hâlindeki resim yapmak istidadı bu ailenin ikinci neslinden olan tanınmış bir ressamda kendini göstermiştir.
rikkat : naziklik
Büyükbaba bir yandan kaskatı ellerinden umulmayacak bir yumuşaklık, bir rikkatle küçük kızın saçlarını okşuyordu.
reva : uygun, yakışır , tedhiş : yıldırı
Rasim Dadı’nın çocuğa reva gördüğü tedhiş ve işkenceler arasında bir tanesi vardır ki onu hatırlayamaz.
sakil : çirkin
Küçük kızın Rasim Dadı dediği, çiçek bozuğu, sakil ve ters bir kadın da vardır.
hülasa : özetle, kısaca
Hulâsa, bu kadın, bu renk ve güzel koku arasında sadece bir notadan ibarettir.
muvazi : paralel ( Paralel sözcüğü Fransızca kökenlidir. Bilindiği gibi Osmanlıca kelimeler arasında ve Türkçe’de Fransızca çok kelime vardır.)
Bu ev, Ihlamur’a giden uzun caddeye inen, birbirine muvazi dik yokuşlardan birinin hemen hemen tepesindedir.
muntazam : düzenli , ahenk : uyum (Farsça) , mütekabil : karşılıklı , teshir : ele geçirme
Udînin hareketi ile dinleyenlerin inleyişleri o kadar muntazam bir âhenk içinde geçiyordu ki dinlediğim şarkılardan fazla, bu mısra sonu mütekabil hayranlık beni teshir etti.
levazım : gerekli olan şeyler, araç ve gereçler
Fakat ertesi sabah, hareketimizden evvel, levazımın başında olan Kaymakam Kemal Bey beni görmeye geldi.
muhtelif : çeşitli , müteşekkil : oluşmuş
Vaktiyle Cizvitler tarafından yapılmış olan, geniş bir bahçe içinde, muhtelif sağlam taş binalardan müteşekkil bir kolej imiş.
memba : kaynak
Bütün varlığını membaı ve yaratıcısı olan Allah çölde insana ne yakın geliyor.
müşahede : gözlem
Korku ve cesaret, adamına göre, daha doğrusu mizaca göre çok değişken bir şey olduğunu bana yıllarca süren psikolojik müşahede öğretti.
vakfetmek : adamak
Hayatını bütün hastalara vakfetmiş, bütün insaniyeti içine almış güzel bir kalbi vardı.
istinat : dayanma
Cemal Paşa, tahsil meselesini, dinî olmaktan ziyade liberal ve Garb esaslarına istinat ettirmek istiyordu.
Dilimizde bir konuda birden fazla kelime olmasının nedeni çoğu zaman etkileşime girdiği diğer dillerdir. Osmanlıca Kelimeler bu etkileşimin toplamından gelir.
beyaban : çöl (Farsça) sahra : çöl (Arapça)
Acaba gelip alacaklar mı? Yoksa, bu beyâbâna ölsün, gitsin diye mi bırakmışlardı?
bariz : belirgin , tenevvü : farklılık)
Aralarında hayale sığmayacak derecede bariz bir tenevvü vardır.
muvazene : denge
1916’da aklî bir muvazenesizlik geçiriyordu.
riyazet : nefsin isteklerini kırma
Sadeliği, riyazeti, biraz mistik ve içine dalmış gibi görünen tavrı insanı biraz düşündürürdü.
müteyakkız : uyanık, tetikte
En küçük harekete karşı müteyakkız görünüyorlar, elleri taş almak için yere uzanıyordu.
nedamet : pişmanlık
Onu bazan üzmüş olmamı düşünerek içimde acı bir nedamet hissi uyanmıştı.
elzem : çok gerekli , telakki : kabul etme
Vatanı için elzem telâkki ettiği herhangi meselede en büyük eziyet ve fedakârlığa katlanırdı.
tahakkuk : gerçekleşme
Yeni Turan hiç şüphesiz bir ütopya idi ve ütopyalar gibi tahakkuk ettirilmesi mümkün olmayan gayeleri vardı.
tevekkeli : boşuna
Tevekkeli iki bin yıl evvel dünyaya örnek olan yüksek felsefe, fikir ve sanat mahsullerini vermemişti.
ilhak : katma, bağlama
Esasen Avusturya, Bosna ve Hersek’i ilhak ederek mirasa konmak salgınına başlamış bulunuyordu.
mahiyet : öz, esas
Eserin mevzuunu da unutmuş ve elimde bir kopyası olmadığı için onun üstünde dönen kavganın mahiyetini de pek hatırlayamıyorum.
müsavat : eşitlik, denklik
Kendisi de bütün gün kadın erkek müsavatını âdeta bir papaz gibi büyük mitinglerde vaaz eder dururdu.
intiba : izlenim
Parlamentoyu ziyaretim de bende derin bir intiba bıraktı.
takim : verimsizleştirme , kıtal : vuruşma , birbirini öldürme
Hepimizin kafasını, ihtilâlleri takim eden tedhiş ve kıtal haberleri tazip ediyordu.
ihtilaf : ayrılık , uyuşmazlık
İzmir’den gönderilen askerî kuvvet dahi ihtilâf saflarına geçince vaziyet çok ciddîleşmişti.
temayül : bir tarafa eğilme, meyletme
İçimde kapalı kalmış olan fikrî temayüller önlerinde yeni ve geniş sahalar bulabildiler.
lalettayin : Eskimiş, sıradan
Geriye kalan üç dört yolcuya gelince bunlar lalettayin ve renksiz insanlardı.
Diğer Osmanlıca Kelimeler ve Anlamları
bilhassa : özellikle
sergüzeşt : macera
tekerrür : tekrarlanma
inkişaf : gelişme , gelişim
serzeniş : yakınma
içtima : toplantı
intibak : uyum
veçhe : yön
mihnet : sıkıntı
vakar : ağırbaşlılık
metanet : dayanıklılık
müsamaha : hoşgörü
tefsir : yorumlama
mütefekkir : düşünür
taassup : bağnazlık
mukavemet : dayanma, karşı koyma
vecize : özdeyiş
ihsan : iyilik etme
icabet : bir çağrıya gitme
istitrat : sırası gelmişken söylenen söz
mülaki : kavuşan
müşfik : sevecen
teferruat : ayrıntı
efkar : düşünce, fikir
mamafih : bununla birlikte
teşci etmek : cesaretlendirmek , yüreklendirmek
vasıl olmak : ulaşmak, varmak
salahiyet : yetki
mugayir : aykırı
tumturaklı : Anlama bir şey katmayan, bir anlam bildirmeyen ancak kulağa hoş gelen
vuzuh : açıklık , aydınlık
inkisârı hayâl : hayal kırıklığı
riyaziye : matematik
zümre : topluluk
taltif : ödüllendirme
güzide : seçkin
hilkat : yaradılış , fıtrat
mahir : becerikli , yetenekli
feragat : hakkından kendi isteğiyle vazgeçme
tetkik : inceleme , araştırma
Harhalde yukarıdaki kelimeler günümüzde en çok kullanılan, Osmanlıca kelimeler dediğimiz kelimelerin büyük çoğunluğunu kapsıyordur. Yazıyı daha fazla uzatmamak adına kimi kelimelerle ilgili örnek cümleleri eklemedim. Yorumda belirtirseniz eklerim. Kelimelerin anlamlarını TDK’nın sitesinden aldım. Osmanlı Türkçesi dememizin daha doğru olacağı, Osmanlıca kelimeler ve anlamları bunlar.
Hergün yeni bir Osmanlıca kelime öğrenmek istiyorsanız şu Twitter hesabını takip edebilirsiniz. Ben de şimdi gördüm.
Bir Cevap Yazın