Otomatik Portakal Anthony Burgess’ın aynı isimle S. Kubrick tarafından sinemaya uyarlanmış romanı. İnsan doğasını değiştirme imkanımız olsa bu gücü kullanmalı mıyız? İnsanın doğası, özü kutsal sayılarak korunmalı mıdır yoksa bir matematik formülü gibi kusursuzlaştırılmalı mıdır?
Otomatik Portakal kitabını kısaca şöyle özetleyebiliriz: Baş karakter birinci sınıf bir ittir. Aptal olduğu için kötü değildir, doğası kötüdür. Hırsızlık, gasp, soygun, madde kullanımı ve tecavüz o ve çetesi için sıradan ve mutluluk verici şeylerdir. Ona en çok mutluluk veren şeylerden birisi de müziktir. Dahası sadece 15 yaşındadır. Birini öldürüp hapse düşecektir.
Böylece yerlere kadar eğilerek selam filan verdim, manyak gibi gülümsüyor, bir yandan da harıl harıl düşünüyordum. Ama sokağa çıktığımızda, düşünmenin salaklara göre olduğunu ve akıllıların ilhamı ve Tanrı’nın gönderdiklerini filan kullandıklarını çakozladım.
Otomatik Portakal kitabını ve filmini çekici yapan baş karakterdir. Anladığımız kadarıyla yakışıklıdır, liderdir ve klasik müzik tutkunudur. Kötü olduğu için kötüdür, şiddet ve dehşet ona keyif verir.
Üstelik kötülük bireye özgüdür, sizlere, bana ve tek tabancalığımıza özgüdür ve bizleri yaratan bizim Tanrı’dır, hem de gururla ve keyifle yaratmıştır. Ama birey olmayan şeyler kötülüğe katlanamazlar, yani devlet ve yargıçlar ve okullar kötülüğe izin veremezler çünkü bireylere izin veremezler. Hem modern tarihimiz, bu büyük makinelerle savaşan cesur, küçük bireylerin öyküsü değil midir kardeşlerim? Bu konuda ciddiyim kardeşlerim. Ama yaptıklarımı sevdiğim için yapıyorum.
İlaç ve tedaviyle kişiliği şekillendirmek
Doğası gereği kötü olan bu karakter yakalanır. İki yıl hapiste kaldıktan sonra insanları iyileştiren yeni bir tedaviy katılır. Bu tedavi on beş gün sürmektedir. Kişi şiddet içeren bir fikri aklından geçirdiğinde şiddetli bir mide bulantısı ve boğulma hissine kapılır. Bir denek bu durumu ölüm anına benzetmiştir. Tedavi olan kişi artık şiddet içeren bir eylemde bulunamaz ve acıdan kurtulmak için şiddet içeren düşüncesinin zıttı şeyleri düşünüp yapmaya çalışır.
Dr. Brodsky seyircilere dedi ki: “Gördüğünüz gibi deneğimiz paradoksal bir şekilde kötülüğe zorlanırken iyiliğe zorlanıyor. Şiddet uygulama niyetine, yoğun fiziksel rahatsızlık hisleri eşlik ediyor. Denek bunları savuşturabilmek için tamamen zıt bir tavrı benimsemek zorunda kalıyor. Sorusu olan?” “Tam bir Hıristiyan olacak,” diye cıyaklıyordu Dr. Brodsky, “öbür yanağını çevirmeye hazır olacak, çarmıha germektense gerilmeye hazır olacak, bir sineği öldürme fikri bile içini bulandıracak.” Doğru söylüyordu kardeşlerim, çünkü böyle deyince aklımdan bir sineği öldürmek geçti ve çok azıcık hastalandım.
Baş karakter bu süreç sonunda bambaşka bir insana dönüşür. Siyasi hesaplar için acımasızca kullanmak isterler onu. İşlerin sarpa sarmasıyla eski haline dönecektir sonunda. Eskisi gibi müzik dinleyebilir, kötü düşüncelerle keyiflenebilir hale gelir. Yine bir çete kurar fakat o da ne? Artık bu yaptıklarından keyif almamaktadır, büyümeye başlamıştır… Yazar tüm bu suça eğilimin zamanla geçeceğini, bir tedaviyle insanın bir “otomatik portakal” olmasının sakıncalarına değinmiştir. “Artık neyin suç olup olmadığına hükümet karar vermeyecek mi, hoşuna gitmeyen herkesin iradesini yok etmeyecek mi?” Biyopolitika ile ilişkili bir kavramdır bu.
Otomatik Portakal adı nereden gelmektedir?
Sonra en üstteki sayfaya bakınca kitabın ismini dikizledim –OTOMATİK PORTAKAL– ve dedim ki: “Bu çok salakça bir isim. Otomatik portakal mı olurmuş?” Sonra çok yüksek, vaiz tipi sesiyle biraz okudum: “… Bir büyüme yaratığı olan ve tatlılık kapasitesine sahip insanoğluna son rauntta Tanrı’nın sakallı dudaklarından sızan sıvıyı içmeyi dayatma girişimine, dediğim gibi ona mekanik bir varlığa göre kanunlar ve koşullar dayatma girişimine karşı kalemden kılıcımı kaldırıyorum…”
Toplumun onayladığı eylemlerin dışına çıkamayan, sadece iyilik yapabilen bir makine. Bir otomatik portakal.
“Anladığım kadarıyla günah işlemişsin, ama cezan çok ağır olmuş. Seni insanlıktan çıkarmışlar. Artık seçme şansın yok. Toplumun onayladığı eylemlerin dışına çıkamıyorsun, sadece iyilik yapabilen küçük bir makinesin. Ayrıca şu marjinal koşullanmalar meselesinin… içyüzünü açıkça görüyorum. Müzik ve cinsellik, edebiyat ve sanat, artık bütün bunlar haz değil acı veriyordur herhalde.”
Ama galiba bugünlerde bütün insanların –sizlerin, benim ve o herifin– makinelere dönüştürüldüğünü ve aslında daha çok, meyve gibi doğal bir şey olduğumuzu anlatıyordu. Anladığım kadarıyla F. Alexander, hepimizin Tanrı’nın meyve bahçesindeki dünya ağacı dediği şeyde yetiştiğimizi düşünüyordu ve oradaydık, çünkü Tanrı’nın sevgiye susuzluğunu bizimle dindirmesine gerek yoktu filan…
Bir insanın doğasını değiştirmek ya da doğasının ne olduğuna karar vermek…
Stanislaw Lem Otomatik Portakal kitabındaki bu problemi daha da ileri taşır. Karakter ve kişiliği değiştirebilseydik ne olurdu? İnsanları olduklarının tam zıddına çevirebilseydik mesela. Kabadayıları nazik, tanrıtanımazları aziz, aptalları akıllı yapabilseydik ya da tam tersi. Bunları yaptığımızda insanların mayasını değiştirmiş olacaktık. İnsanların mayası değiştirilmemesi gereken bir şey midir? İnsanları istediğimiz şeye dönüştürme gücümüz varsa bunu kullanmaktan gerçekten çekinmeli miyiz? Sadece yöntem değişikliği olacak. Vatan sevgisi, arkadaşlık, doğaya saygı, hayvan sevgisi, değerler eğitimi vs…
Bazı biyotik etkenlerin kullanılmasıyla milyon kat hızlı ve güvenilir bir şekilde bunları sağlamak mümkünse niçin, elimizin altında daha modern vasıtalar olduğunda, eski yöntemlerle -iknalarla, vaazlarla, konferanslarla, teşviklerle- birini ikna etmeye çalışalım? Bu ahlaksızca olurdu. Belki de olmazdı? Buradaki önemli bir tehlike de zamanla iktidarın isteklerinin insanların kolayca kabul etmeleri gereken buyruklara dönüşmesidir.
Otomatik Portakal kitabını buradan satın alabilirsiniz. Özetlerken o harika atmosfer kayboldu gitti. Sadece filmini izlediyseniz kitabına da bir göz atmak isteyebilirsiniz. Film ne yazık ki (tabii bence) kitabın en önemli bölümü olan son bölümü es geçmiştir. Baş karakterin karakterinin nasıl doğal olarak değiştiğini göstermediği için yazarın anlatmak istediklerini verememiştir.
Bir Cevap Yazın