Peru Neden Çuvalladı?

Katedral’de Sohbet nobelli yazar Mario Vargas Llosa’nın, Peru’nun ne zaman çuvalladığının cevabını aradığı romanı. Özgürlüklerin yavaş yavaş yitirilişinin ve bir memleketin adım adım kötüye gidişinin kaydı. Herhalde Peru’da olanlar, bunlardan hangisi Peru’nun çağdaş özgür bir memleket olmasını engelleyip onu çuvallamaya ittiyse, bu işleri anlamaya çalışan herkes için bir kayıttır. Bir dönemin ruhunu anlamak için o dönemde yazılmış romanlara başvurmak yeni bir şey değildir fakat o dönemi ihata edebilmiş bir düşünce adamına denk gelmek de sıradan bir şey değildir. Peru, tarihi darbelelerle dolu bir ülke. Çevirmen, İspanyolca aslından çevirmiş.

Osmanlı Devleti’nin geri kalma sebepleriyle ilgili birçok kitaba makaleye vs denk gelmişizdir fakat Peru’nun neden çuvalladığının cevabını arayan bu kitap meseleyi iktidarın doğası ve insan ilişkileri bağlamında ele alıyor. İktidarı ya da iktidarı ele geçiren fırsatçı insanların yapabileceklerini ya da düşünme tarzlarını görmek için bu kitap iyi bir kaynak. Ele alınan mesele olgusal ya da teorik değil, tamamen hayatın içinden insanlarla ilgili. Bu anlamda kitap Japonya neden başardı? sorusuna cevap verebilecek türde bir kitap değil. Bir devletin bir tek adam boyunduruğuna girip medeniyetten ve gerçeklerden nasıl uzaklaştığını anlatan 1984 ve Biz gibi romanlar vardır. Biz hakkında yazarken asıl tehlikenin “Biz” kitabındaki velinimet olduğunu düşünmüştüm. Katedral’de Sohbet bu kitaplar gibi daha temeldeki ideayı arayan bir kitap da değil. Bir roman ve insanları ve insan ilişkilerini anlatıyor.

Başarmanın ya da çuvallamanın en temelinde ne olduğu biraz da belirsizdir. Japonya neden başardı ya da Osmanlı neden geri kaldı? Bu kitaplar çağın gelişmelerini ve düşünce hayatına vurgu yaparak devletlerin bunları nasıl yakayalıp ıskaladığı üzerinden meseleyi ele alır. 1984 ve Biz gibi kitaplar özgürlüklerin nasıl yok edilerek, insanların iktidara bağımlı bir parazite dönüştürülmeleri ve itaat üzerinden ele alır. Katedral’de Sohbet ise insan ve insan ilişkileri üzerinden meseleyi ele alıyor. Peru neden çuvalladı? Ya da bir devletin çuvallamasının en temelinde ne vardır? Belki insan ve insan ilişkileri yani işin ahlak boyutu her şeyin temelindedir ya da zaten iktidar doğası gereği ahlakı parçalamak zorundadır. Yazar iktidarı yakından bilen biri olarak bize insan ilişkileri hakkında yazmaya değer gördüğü bazı şeyleri anlatıyor.

Her şey pazarlıktır

Katedral’de Sohbet az çok tahmin edilebileceği gibi devlet ihaleleri ile zenginleşme, rüşvet, sendika başkanlarını belirleme, basına neyin yazılıp çizileceğini dikta etme, muhalifleri hukuk dışı yollarla sindirme, şantaj malzemesi biriktirme, yasa dışı dinleme gibi bir dizi antidemokratik uygulamayı anlatıyor. Yozlaşan bir devlette vakayı adiyeden sayılabilecek durumlar bunlar ama kitabı asıl ilginç kılan iktidardakilerin birbirleriyle girdikleri mücadeleler. Her şeyin koz ve pazarlık konusu olduğu bu dünyada hukuk tamamen unutulmuş gibi görünüyor. Birbirlerinin kuyusunu kazan bu insanlar için hukuk tamamen anlamsız çünkü birbirlerini bir şeylere bulaştırarak kendilerini sigortalamışlar. En kötü ihtimal için de planları hazır. Yurt dışına çıkardıkları ciddi paralar var ve işler ters gittiğinde nereye gideceklerini biliyorlar. Peru için bu ülke genellikle Arjantin.

Kitabın bir yerinde siyasiler bir generale telgraf göndermeyi ya da evine polis göndermeyi tartışıyorlar. İçlerinden biri eğer telgraf gönderirsek hemen yurt dışına kaçar diyor. Polis gönderirsek de polislere ateş açarlar. İktidardakilerin gözünde hukuk, polis ve asker halkın gözündekiyle aynı anlama sahip değil. Hepsi iktidarın bir şeyleri oldurma araçları. Başka bir anlamları yok. Herkes ya da her şey birilerinin adamı ve senin yanında olmayan herkes bir tehdit. Giydikleri üniformaların ya da ellerinde tuttukları mahkeme kağıtlarının bir anlamı yok. Yozlaşan bir devlette iktidardakiler bilir ki hukuk neticede bir iradeye dayanır o irade de devlet kimin elindeyse onun iradesidir. Devleti yönetenler değişirse irade de dolayısıyla hukuk da değişir. Hukukun üstünlüğünü hiçe sayan bu anlayış hukuk görünümlü keyfiyetin önünü açar ve kimileri zengin edilir kimileri ise iflas ettirilir.

Siyasetçiler bilir ki insanlar göründükleri kadar düzgün değillerdir. Genelev, otel ve randevu evlerinden aldıkları bilgilerle olası rakiplerin ya da ikna edilmesi gerekenler ikna edilirler. Peki bunca ahlaksızlık zorunlu mudur? Ahlaksızlık zorunlu değildir fakat yeterince ahlaksız olanlar güçlerini kötüye kullanmaktan çekinmezler ve bu insanlar diğerleri tarafından “iş becerebilenler” olarak değerlendirildikleri için çabuk yükselirler. Bu insanların becerilerine ihtiyaç duyan daha yukarıdaki insanlar bu insanları etraflarında tutarlar. Dolayısıyla yönetmek için ahlaklı ve ahlaksız insanlara ihtiyaç duyulabilir. Ahlaklı insanların yapamayacakları işler bu insanlar üzerinden halledilir.

Sanıyorum iktidar ve insanlığın doğra durumunda aynı temel kural geçerlidir. Her şey pazarlıktır. Yasa, maneviyat, kamuoyu hepsi ikincil şeylerdir. Kendi amaçlarına ulaşmak isteyen ve çıkarları çatışan taraflar vardır. Erdeme ya da çoğunluğun çıkarları için kendi çıkarlarını feda etmek gibi ya da kategorik imperatif gibi Kantçı bir anlayış yoktur. Bu anlayışın yokluğu ya da sağlanamaması Peru’nun neden çuvalladığının cevabıdır belki de. Umarım kitabı beğenirsiniz. Ben büyük bir çoşkuyla başladım ama aradığımı bulamadım. Sevdiğim edebiyat tarzına uygun değildi. Yine de kitabın ne anlatmak istediğini anlayınca ona göre okudum.

Not: Tatil arası vereceğimden muhtemelen yazın daha seyrek içerik ekleyeceğim. Elbette taslaklar aklımda olacak ama muhtemelen sadece notlarıma geçecek. Eylül’de kaldığım yerden devam ederim.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.068 aboneye katılın
%d blogcu bunu beğendi: