Satın alma gücü paritesi (SAGP) ülkelerin ya da bireylerin zenginlikleri karşılaştırılırken “gayrisafi yurt içi hasıla” ile birlikte bir kriterdir. Ekonomide her şeyin kusursuz ölçümü elbette mümkün olmadığı için alternatif ölçme yöntemleriyle başka bilgilere ulaşılmaya çalışılır. Yurt içi ve yurt dışındaki fiyatlarla ilgili bir tartışma başladığında, orada maaşlar yüksek olabilir ama fiyatlar da çok yüksek denilerek anlatılmak istenen şey satın alma gücü paritesidir. Örneğin ilk cümledeki bağlantıda ülkelerin Big Mac fiyatları kıyaslanarak insanların alım güçlerinin karşılaştırılmasından bahsedilir. Bu karşılaştırma zaman zaman Apple ürünleri üzerinden de yapılıyor. Diyelim ki bir Avrupalı aylık 3000 euro kazanıyor bir Kübalı ise 300 euro. Kübalı Avrupalı’dan daha rahat yaşıyor olabilir. Bu ihtimal dahilindedir. Kübalı biri Avrupalı birinden az kazansa da daha fazla sebze meyve vs alabilir.
Batı sınırımızdaki ülkelerin bir ara gelip bizim ülkemizdeki marketlerden alışveriş yapmaları kimi haber kaynaklarınca haksız yere yağma ve talan olarak değerlendirilmişti. Bulgarların ya da Yunanlıların aldığı maaşlar bir yana demek ki kendi ülkeleri yerine Türkiye’den alışveriş yapıyorlarsa buradaki ürünleri ucuz buluyorlardı. Bu iyi midir yoksa kötü müdür ya da hangi açıdan iyidir ya da kötüdür? Bu tartışmayı yaparken maaşların önce önemsiz olduğunu kabul etmeliyiz. Bir Yunanlı, bir Türk’ten daha fazla ya da daha az para kazandığı durumda bile ucuz olanı alacağı için aldığı maaşın önemi yoktur.
Aynı ya da ikame ürünü daha ucuza sağlayabilen ülke başarılıdır. İç piyasa büyüklüğü çok önemlidir. Birçok ürün dış piyasada kendine yer bulamaz ve iç piyasada pazarlanır. Pazarın büyüklüğü şirketlerin sermaye biriktirmesini kolaylaştırır. Hedef pazar 80 milyon ya da 140 milyon olduğunda pastadaki pay değişir. Bu sayının büyüklüğü şirketlerin karlarını artırır. (Sınırlardaki süper marketlerin şube cirolarını incelemek ilginç olurdu.) Hem çoklu üretimden dolayı üretim ucuzlar hem şirketlerin istihdamı artar, hem ödediği vergi artar hem de daha önemlisi şirketlerin yatırım ve rekabet gücü artar. Belki de uluslararası rekabete dahil olabilirler.
Bizim ülkemizde üretilen bir ürünün, gıda, konfeksiyon ya da dayanıklı tüketim malları olması fark etmez başka ülkelerden gelen insanlar tarafından alınması iyidir. Aynı şekilde bir Türk’ün gittiği bir ülkeden daha ucuza bulduğu için telefon, tablet vs getirmesi ya da gıda, konfeksiyon veya başka bir eşya getirmesi Türk şirketleri için de devlet için de iyi değildir. Fakat şuna açıklık getirmek gerekir. Bir ülkenin başka ülkenin insanlarına mal satması her durumda başarılı olmak demek değildir. Sözgelimi eğer devlet akaryakıt fiyatlarını sübvanse ediyorsa ve bu sübvansiyondan başka ülkelerden gelen insanlar da faydalanıyorsa bu bir sorundur. Türk vatandaşlarının vergileriyle bu kişiler daha ucuza yakıt almış olurlar. Bu sadece bir örnektir bu tüm ürünler için düşünülebilir. Ya da diyelim ki başka ülke vatandaşları ülkemize akın edip umarsızca, yarınlar yokmuş gibi şeker aldılar. Bu durumda ülke şeker ihtiyacını karşılamak için ithalat yapmak durumunda kalırsa ve yerine koyulan şeker satılan şekerden daha pahalıya mal olduysa ortada bir sorun var demektir. Elbette bunlar uç örneklerdir.
Ucuz ama neden ucuz? Ya da marjinal faydanın ölümü.
Bir ülkedeki ürünün diğer ülkeden ucuz olması başarıdır ama her durumda başarı değildir demiştim. Sübvanse edilen ürünlerin kaptırılması ya da kaptırılan ürünlerin daha pahalıya yerine konması bu başarıyı başarısızlığa çevirebilir demiştim. Diğer irdelenmesi gereken konu da elbette bu ürünlerin neden ucuz olduğudur. Bir Bulgar pirinci, şekeri, yağı ve bulaşık deterjanını neden Türkiye’den ya da başka bir ülkeden daha ucuza alıyor? Bu sorunun cevabı, ülkedeki ar-ge ve yeniliğe dayalı modern sanayi tesisleri sayesinde ürünün ucuza üretilmesi ise çok iyi. Evet aynı marka temizlik ürünü bizde daha ucuz çünkü yerli güçlü sanayi yabancı oyuncuları da rekabetçi olmaya zorluyor ve tüm dünyadan daha ucuza mal vermek zorunda kalıyor olabilirler. Fakat sebep ucuz işgücü de olabilir 🙂 Avrupa’da saati ortalama 8 euroya çalışan işçi varken Küba’da günlüğü 8 euroya çalışan işçi varsa ve ucuzluğun sebebi buysa söz konusu başarı üzerinde biraz daha tartışılabilir.
Ne diyorduk? Satın alma gücü paritesi. Küba’da günde 8 euro kazanan işçi Avrupa’da saatte 8 euro kazanan işçiden sagp olarak daha iyi durumda olabilir. Olur demiyorum, olabilir diyorum. Bunlar ihtimal dahilindedir. Kübalı bir işçi Avrupalı bir işçiden daha fazla Big Mac alabilir. O zaman sorun nerede? Sorun zannediyorum şu ki bir şeyin ikamesi asla kendisi değildir. Örneğin İtalya’da kahve içen ve Türkmenistan’da kahve içen birini düşünelim. İçtikleri kahvelerin fiyatı aynı ya da birinin içtiği kahve diğerinin içtiği kahvenin fiyatının onda biri olabilir. İkisini de eşit değerlendirmek ne derece doğru olacaktır? Kahvenin kalitesi, makinenin pişirme kalitesi, wifi, temizlik, müşteri kitlesi, mekanın kalitesi, estetik ve müşteriyle iletişim gibi onlarca konu değerlendirilmemiş olur böyle bir karşılaştırmada. Mekanın senin yaratıcılığına, algına ve gününe değer katması çok önemlidir ve kahve için öderken aslında bunlar için de öderiz. Güzel bir mekanda bir kahve ya da başka bir şey içmek aslında bir haz meselesidir. Satın alma gücü pariteleri bu anlamda birçok yanılgıyı barındırabilir.
On katı fiyata içilen kahvenin insanın ruhunu daha çok besleyeceğini iddia etmiyorum. Onda bir fiyata içilen kahve daha keyif verici bile olabilir. Bu biraz da bireylerle ilgili bir meseledir fakat demek istediğim daha ucuza ev sahibi olmak ya da kira veriyor olmak ikisi de aynı şey diyerek değerlendirilemez. Karşılaştırırken ele tamamen aynı malzemeden üretilmiş mobilyaları alsak bile tasarım maliyetini ölçemeyebiliriz. Bazı şeyleri karşılaştırmak kolay bazılarını ise zordur. Süper market ürünlerinde belli başlı ürünlerde bir karşılaştırma fırsatı yakalanabilir. Kalite farklarını bir yana bırakarak iki ülkedeki ürününde aynı kalitede olduğunu varsayalım. Bu durumda bir ülke için ürünlerini daha düşük fiyattan satabilmek hayatidir. Bunu yapamadığında zamanla kendi nüfusundan oluşan pazar payını kaptıracaktır. Bazı ürünler yılda bir ya da üç beş yılda bir alınsa da sorun olmayan ürünlerdir ve bir şekilde başka ülkedeki bu ürünlere ulaşılabilir. Vergi önlemleri sonsuza kadar süremez ve sektördeki güçlü bir değişiklik vergi önlemlerini patlatabilir. Çözüm zor ve uzun vadeli olsa da rekabetçi olmaktır.
Bir Cevap Yazın