Uzun süredir duyularımızın (görme,koklama,işitme,dokunma, tat alma) dünyanın tamamını algılamadığını, duyu organlarımızın sağladığı sınırlı veriyi beynimizin günlük hayatımızı devam ettirecek kadar yorumladığını (zenginleştirdiğini) biliyoruz. Doğadaki bir nesnenin görünüşü bizim için, köpekler için ve deniz canlıları için farklıdır. Aslında hepsi aynı nesnedir fakat öznenin duyu organlarına ve beynine göre görünüşü farklıdır.
Bir koku bize çok şey anlatırken bir köpeğe bir hikaye anlatabilir ya da güvercinler dünyanın manyetik alanından yararlanarak yer yön tayini yapabilirler. Yarasa için ses dalgaları eşsiz bir veri kaynağıyken biz varlığını bile algılayamayız. Yarasalar ve köpeklerle ilgili ayrıntı için bu yazıya bakabilirsiniz. Radarlar ve sensörler algılarımız dışındaki dünya hakkında bize ipucu sunar. Özet olarak dünya algılarımızdan fazlasıdır ve algılarımız bize hikayenin tamamını değil bize yetecek kadarını söyler. Bir grup insanın resmine baktığımızda amacımız yaşlarını öğrenmek ya da maddi durumları hakkında çıkarım yapmaksa aynı resme farklı farklı bağlamlarla bakarız.
Algılarımız biraz da bağlam üzerine inşa edilir. Süte ve karlı bir dağa baktığımızda aynı beyazı görürüz. Gördüğümüzün dağ ya da süt olduğuna bağlama göre karar veririz. Yerde birkaç kelebeğe baktıktan sonra duvardaki bir sıva lekesini kelebek sanabiliriz. Bir fısıldaşmayı anlamayabilir fakat konuşulan konu hakkında bir fikrimiz ya da bilgimiz varsa fısıldama sırasında duyduklarımıza anlam verebiliriz. Rastgele bir cümle duyduğumuzda anlamayabiliriz ama o cümlenin İngilizce olduğunu biliyorsak anlayabiliriz.
Algılarımız dış dünyayı anlamlandırırken tüm bilgiyi işlemez. Aynı zamanda tüm bu algılar beynimize elektrik sinyalleri olarak iletilir. Bir şeyin olduğunu görmemiz için “görmemiz” gerekmez. İlgili elektrik sinyali beynimizde oluştuysa o şeyi gördüğümüzü düşünürüz. Rüya görmeye benzetilebilir bu. Daha ileri boyutta beyin kaynaklı hastalıklara benzer bu. Bir korku filmi izlediysek uzaktaki yastığı bir kafa olarak görebilir ya da bir ses duyduğumuzu sanabiliriz. Bizim için bir şeyin var olması için duyu organlarımızla algılanması gerekmez. Sinyallerin oluşması yeterlidir. Bilidiği gibi The Matrix filmi tamamen bu bilgi üzerine inşa edilmiştir.
Algılarımızı sadece sinyaller olduğu, onların yanılabileceği ve hatta yanıltılabileceğiyle ilgili tartışmalar modern psikolojide daha sanal gerçeklik gözlükleri ortaya çıkmamışken tartışma konusuydu. Descartes’çı kuşku bunun en bilinen örneğidir. Eğer kötü bir cin varsa ve bana dünyada hiç varlık olmadığı halde bunları varmış gibi göstererek beni kandırıyor olabilir. Dünyayı algılarımız aracılığıyla algılarız ve algılar da sadece sinyaller olduğuna göre yanılabilir. Meşhur “Düşünüyorum öyleyse varım.” cümlesinin çıkış noktası burasıdır.
Savaş uçağı pilotlarına öğretilen ana kurallardan birisi “Gördüklerinize değil, cihazlarınıza güvenin.” kuralıymış İncognito kitabının yazarının verdiği bilgiye göre. Yukarıda kısmen değinildiği üzere algılarımız ve beynimiz tüm dünyayı anlamlandıramaz, dünyayı anlamak için kabiliyeti sınırlıdır. Üstelik algılarımız panik anında bizi yanıltabilir. Zorlanmamak adına bir veriyi değerlendirmeye almayabilir. Beynin bu aldatıcı işlevi üzerine yazılmış Hızlı ve Yavaş Düşünme adında harika bir kitap vardır ki bu çalışmaları yapana nobel ödülü getirmiştir.
Savaş pilotunun yapması gereken algılarına değil cihazlarına güvenmektir. Tabii bu cihazlar algılarımız dışındaki verinin de algılanabilir hale gelmesini sağladığı için çok önemlidir.
(Görsel : pexels.com)
Bir Cevap Yazın