Gürültünün tanımı TDK’ye göre, aralarında uyum bulunmayan düzensiz sesler. Sesin desibelinin yüksekliği ile gürültü arasında ilişki yok. Çok yüksek sesle çalan müzik gürültü değil bu tanıma göre. Yine TDK tanımına göre istemediğimiz ama maruz kaldığımız sesler de gürültü olarak tanımlanmıyor. Radyodan gelen hiç ilgimizi çekmeyen kendimizi veremediğimiz seslere gürültü desek bile tanım gereği gürültü değil. Gürültü olmayan birden fazla ses birbirine karıştığında artık her birini takip etmek mümkün değilse buna gürültü denebilir. Ben bu yazıda gürültü derken TDK tanımı dışında bir anlamda kullanacağım kelimeyi. Gürültü derken isteğimiz dışında kulağımıza gelen ve hedefin doğrudan ya da dolaylı olarak “biz” olduğumuz her türlü sesi kastediyorum.
Kulağımıza gelen her sesin bir niyet taşıdığını varsayabilir miyiz? Elbette ve kısmen fakat bu düşünce hezeyan ve paranoya çukurlarına düşmeden takip edilemez. Her sözü bir narsistten geliyormuş gibi şüpheyle karşılamamak gerekir. Bu nedenle yazının sosyal medya ve medyadan duyduğumuz doğrudan muhatabı olmadığımız seslerle ilgili olduğunu akılda tutmakta fayda var. Sosyal medya ve medyadaki konuşmalar elbette bir topluluğa yapılıyordur. Her eylem gibi konuşmak da bir amaç ve ihtiyaçla ilgilidir. Topluluğa seslenen kişinin amaç ve ihtiyacını alçak ve bayağı ya da onurlu bulabiliriz. Fark ettiğiniz üzere bunlar zaten herkesin bildiği ya da artık üstünde söylenecek yeni bir söz kalmayan propaganda ile ilgili sözler. Söylemek istediğim şey propagandadan kaçmak ya da propagandayı tanımakla ilgili değil.
Manipülasyonun ustaca olanı yalan yanlış konuşmak, doğruyu kısmen söylemek, doğruların arasına yalanları serpiştirmek ya da insanları coşturarak yapılanı değildir. Sadece doğruları söyleyerek yapılan manipülasyonlar da vardır. Doğruyu bilmemesi gereken birine söylemek, belli bir zamanda söylemek, doğrunun yol açacaklarını hesaplayıp söylemek vs. Kısacası doğruyu maksatlı olarak söylemek. Macbeth’de Shakespeare’in dediği gibi, “Şeytan bazen bizi mahvetmek için bize doğruyu söylemez mi?” Şeytanlar Lord Macbeth’e daha “lord” iken kral olacağını söylemişlerdi. Macbeth’in kral olma arzusunu ateşleyip onu mahvetmek için. Bazen sadece doğruyu söyleyen birisi bile propaganda ve manipülasyon yaptığı gerekçesiyle suçlanabilir.
İnandıklarını dürüstçe söyleyen bir insana güvenilemez çünkü dürüstlük ve samimiyet düşüncelerinin “doğru” olduğunu anlamına gelmez. Güzel duygu ve davranışları vaaz ettiğini düşünen kişi aslında bir dünya görüşünü vaaz ettiğinin farkında bile olmayabilir. Doğru sandıklarının doğru olmadığını hatta erdem sandıklarının aslında erdem olmadığının farkında olmayabilir. Doğrucu doğruyu ve inandıklarını söylediğini sansa bile kendi doğasından kaynaklanan sorunları görmekte zorlanabilir. Yüce düşüncelerinin çaresizlik, akılsızlık, erken çocukluk eğitiminden ya da çocukluk travmalarından doğduğunu göremeyebilir. Zemin bu kadar kayganken kulağımıza gelen her türlü sese karşı dikkatli olmak gerekir. Bu sesler artık o kadar fazladır ki gürültüye dönüşmüştür.
Önce Dinlemeyi Öğren!
Gün içinde ne kadar çok sese maruz kaldığımızı bir düşünün. Binlerce ses arasından bu duyduğumuz sesin bize ulaşmış olması tesadüfi değildir. Bireyin sesi soluktur. Bireylerin seslerinin bize ulaşması nadir bir durumdur. Ses asıl belli bir sınıf ya da güç grubu tarafından desteklendiğinde gür çıkmaya her taraftan duyulmaya başlanır. Ses ne kadar güçlü bir sermaye sınıfı tarafından destekleniyorsa o kadar çok duyulur. En büyük gürültünün iktidar değişimleri sırasında, sınıf mücadeleleri ve gücün toprak sahiplerinden tüccarlara geçmesi sırasında çıkması da bununla ilişkilidir. Söylemdeki keskin değişimler ancak statükoyu değiştirecek yeni bir güç grubunun ortaya çıkmasıyla mümkün olabilir.
Varmak istediğim nokta propaganda ve manipülasyon olmayan her türlü sesin de doğası gereği ön kabuller taşıdığıdır. Bu ön kabulleri fark etmek her zaman mümkün olmayabilir. Her şeyi baştan ve yeniden düşünmek için ise bize gereken sessizliktir. Sessizlik hiçbir şey dayatmaz. Bize hiçbir şey söylenmediğinde düşüncelerimizi dinlememize olanak vardır. Otoriteler sessizliği değil karşısındakilerin sessizliğini sever. Önce dinlemeyi öğren demelerinin nedeni budur. Diyalog değil monolog vardır. Dinlemeye hazır ve istekli ol ki direktifleri anla. Ortada tek bir ses varsa karşıt bir ses yoksa artık tek değerlendirme konusu bu sözlerdir. Bu sözler çerçeveyi belirler. Aynı durum medya ve sosyal medya için de büyük ölçüde geçerlidir. Çoksesliliğin otoritelerce hoş görülmemesi ve medyanın sevilmesi de bununla ilgili olabilir. Medya sesin gürültüye dönüşmesine yardım eder. Maruz kalmamak zorlaşır.
Ses artık gürültü olma gücünü kazanırsa sözde kalmaz ve insan eylemlerini etkilemeye başlar. Söylemler eylemleri belirler. Sesle kendini dayatan eylemle de dayatmaya başlar. İlginçtir, bir eylemin dayatılmasına sert tepki verilirken sesin dayatılması karşısında aynı hassasiyet gösterilmeyebilir. Bir sese maruz kaldığımızda bunun gerçek bir ses mi yoksa gürültünün bir birleşeni mi olduğundan emin olamıyorsak sanırım yapılması gereken sessizliği talep etme hakkı. Sessizliği talep etme hakkımızın olup olmadığını kontrol etmek. Belki de mümkün olduğunca çok sessizliği talep etmek. Sessizlikte bir şeyler gizlidir. Sessizlik Tanrı’nın dilidir, diğer diller kötü birer tercümedir der Mevlana. Kızıl Derililer ise ona büyük Ruh’un sesi derler. Sessizliği biraz da bu yönüyle düşünmek lazım. Ses, gürültü ve sessizlik. Sanırım daha iyi bir hayat için önce dinlemeyi değil ama sessizliği talep etmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Bir Cevap Yazın