Skolastik düşünce nedir? Bunu anlamak için Fuat Sezgin’den kısa bir açıklamayla başlayarak konuyu derinleştirmeye çalışacağım. Skolastik düşüncenin kökenleri ve uygulamaları hakkında ayrıntıya girmeden önce skolastik felsefenin kilise ile doğrudan ilişkili bir felsefe olduğunu bilmek gerekir.
Gerçekte skolastkik tabiri bir zamanlar Avrupa eğitim kurumlarında bilginin deney ve gözlem yoluyla değil, büyük otorite kabul edilen kimselerin eserlerine müracaat ederek elde edileceği inancının hakim olmasından dolayı ortaya çıkmıştı. Mesela, bu otoritelerden biri Aristo idi ki, onun eserlerinde bir meselenin cevabı bulunmazsa o mesele de yok farz ediliyordu.
Skolastik Dönemi anlatan bir konuşmadan bahseder Aydın Sayılı Bilim Tarihi kitabında.
Scheiner güneş lekelerini Galile’den önce bulduğu halde keşif şerefinin Galile’ye verilmiş olmasından şikayet edip dururken kendisini teselliye çalışan birinden aldığı cevap şu olmuştur: “Oğlum, boşuna üzülüyorsun. Ben Aristo’nun eserlerini mütaaddit defalar hatmettim; böyle lekelerden hiç bahsetmiyor. Teleskopundaki mercekleri değiştir. Çünkü kusur onlardadır. Ulvî âlem Aristo üstadımızın söylediği gibi kusursuz ve lekesizdir.”
Skolastik Düşüncenin Gelişimi
Skolastiklik düşünce dar anlamıyle XII. yüzyıl öncelerinde başlar. Felsefi okul olarak belirli özelliklere sahiptir. Bu özellikler şunlardır:
1 – Skolastik düşüncede sınırlar vardır. Skolastiklerin görüşleri eğer bir konsül yönünden lânetlenmişse onlar caymaya hazırdır. Böyle bir durum bütünüyle korkaklığa yorulamaz. Bir yargıcın yargıtay kararına boyun eğmesine benzer.
2 – Ayrıca, Ortodoksluk sınırları içinde XII. ve XIII. yüzyıllarda gittikçe daha iyi tanınmağa başlayan Aristoteles, üstün bir otorite olarak kabul edilmiştir. Platon artık ilk sırayı kapsamaktadır
3 – Aytışıma ve tasımlama yoluyle usa vurmaya iyice inanılmıştır. Skolastiklerin genel mizacı mistik olmaktan çok, işi ince eleyip sık dokumak ve tartışmaya girmektir.
4 -Tümeller sorunu, Aristoteles’le Platon’un bu konuda uyuşmadığının ortaya çıkartılmasıyle ön plana geçirilmiştir. Bununla birlikte tümellerin o çağlarda yaşayan filozofların ana sorunu olduğunu varsaymak yanlıştır. XII. yüzyıl, başka sorunlarda olduğu gibi skolastikte de XIII. yüzyılı hazırlar. Büyük adlar XIII. yüzyıla ilişkindir. Bununla birlikte ilk skolastikler öncü olmaları bakımından ilgi çekicidir. Skolastikliğe geçişte zekâya karşı yeni bir güven görülür. Aristoteles’e karşı duyulan saygıya karşın, dogmanın düşünceyi çok tehlikeli saymadığı yerde, us’un özgür ve güçlü bir kullanımıyle karşılaşmaktayız.
Skolastik düşüncenin eksiklikleri
Skolastik yöntemin eksikleri, «diyalektik» üzerinde durulmasından kaçınılmaz olarak doğmuş olanlardır. Bu eksikler şunlardır:
1 — Olgulara ve bilime aldırmazlık.
2 — Sadece gözlemin sonuç vereceği yerlerde usavurmaya inanç.
3 — Sözel ayrımlar ve incelikler üzerinde yersiz ölçüde duruş. Bu eksiklerden Platon konusunda söz etmiştik. Fakat, onlar skolastikte, çok daha yoğun olarak çıkar karşımıza. ROSCELINUS Esaslı bir skolastik olduğu ileri sürülebilecek ilk filozof Roscelinus’tur.
Skolastik Düşünürlerden Bazı Alıntılar
Skolastik düşünce hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için skolastiklerin bazı düşüncelerine göz atmakta fayda var.
Kutsal kitaplar yanılmazdır.
“Kutsal kitaplar dışında hiç bir şey yanılmaz değildir.” demiştir. Abaelardus: “Dahası, havariler ve kilise babaları bile yanılabilir.” Onun mantığı değerlendirmesi, modern görüş açısından aşırıdır. Abaelardus, mantığı her şenden önce Hıristiyan bilimi saymış ve “lojik” sözcüğünü kökçe «logos»a yaklaştırmıştır.
Bir görüşün itizaci sayıldığını öğrenen skolastik ondan vazgeçerdi.
Bernardus’a göre Platon’un Hıristiyan olduğunu belgilemeğe çalışması Abaelardus’u kâfir saymaya yeterdi. Hem o, Tanrı’nın bütünüyle insan aklı tarafından kavrandığını savunmakla Hıristiyan imanının ortamını (meziyetini) zedelemişti. Gerçekte Abaelardus, bu son görüşü hiç de savunmamış ve Sanctus Anselmus gibi üçlemenin (teslisin) vahye gerek kalmadan akılla izah edilebileceğini düşünmesine rağmen imana çok büyük bir yer bırakmıştı. Onun bir kez, Ruhulkudüs’ü, Platoncu dünya ruhuyla özdeş tuttuğu doğrudur. Fakat Abaelardus, bu görüşün itizalci olduğunu öğrenir öğrenmez onu bir yana bırakmıştı.
Yenilik yoktur, eski konular sürekli tartışılır.
Mantığın, bilime iyi bir giriş, fakat kendi içinde cansız ve kısır olduğunu düşünmüş. “Aristoteles -demiş-, mantıkta bile aşılabilir. Eski yazarlara karşı duyulan saygı, usun eleştiri duygusunu kösteklememeli.” Platon onun için hala filozofların şahıdır. John, zamanının bilginlerinden çoğunu şahsen tanır. Ve skolastik tartışmalara dostça katılır. Hatta bir okulu 30 yıl arayla ikinci defa ziyaret ettiğinde okul mensuplarının hala 30 yıl önceki sorunları tartıştığını görerek gülümser.
Din bilimleri dışında bilim öğrenmenin gereksiz görüldüğü olmuştur.
Dominicus, tarikat canlarının (kardeşlerinin) din-dışı bilimleri ya da zamanın din sistemleri dışında hiç bir özgür bilimi öğrenmemesini buyurmuştu. Bu kural 1259 yılında iptal edildi.
Aquino’lu Thomas
Aquino’lu Thomas (doğumu 1225, ölümü 1274), skolastik filozofların en büyüklerinden sayılır. Felsefe öğreten bütün Katolik kurumlarında o, doğru konuşan tek kişi olarak gösterilirdi. Aquino’lu Thomas çok bakımdan Aristoteles’i öyle yakından izler ki Stageria’lı filozof Katolikler arasında hemen hemen kilise babalarının otoritesine sahip duruma gelmiş; Aristoteles’i salt felsefe alanında eleştirmek küfür sayılır olmuştur.
Platon hakkında da, Aristoteles hakkında da birinci elden bilgi sağlanmasını ise yine Rönesans ile olacaktır. Skolastikler Yunanlı filozofların kitaplarına Arapların çevirilerinden ulaşmışlardır. Yazıda kaynak olarak Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi Orta Çağ kitabı kullanılmıştır.
Bir Cevap Yazın