Suyu Arayan Adam kitabında Şevket Süreyya Aydemir hayatının anlamını, peşinden koşacağı fikri aramasını anlatıyor. Kitapta yazarın suyu aramak ile ilgili düşüncelerinin olduğu iki yer ilgimi çekti. Birisi bu yolda takip etmemiz gereken bilgi yoluyla ilgili. Diğeri ise manevi yolla ilgili. Kötü insanların arasında en iyi fikirler bile zulme dönüşebilir. Kötü fikirler ise iyi insanlar tarafından uygulandığında katlanılır olabilir. İşte suyu arama yolunda takip edilebilecek bir iz. Her zaman yanılıyor olma ihtimalini göz ardı etmeme bilgeliğiyle.
Bunların hepsinin elbette ki bir manası vardır. Ama sen anlayamıyorsun. Çünkü sen bir cahilsin! Kafamdaki bütün sermayem, bir öğretmen okulunun basmakalıp tekerlemeleri üzerine işlenmiş, karmakarışık birtakım hayallerden başka nedir ki? Hatta İstanbul’dan bir darülfünun (üniversite) şahadetnamesi de alabilirdin. Fakat sanki ne değişecekti? Belki mecelle kaidelerini sen de ezberleyecektin. Tek yabancı dil bilmeyen, evlerinde kitaplıkları bulunmayan, koltuklarının altında telif eserleri olmayan birtakım asık suratlı hocalar, sana dünya tarihinden, iktisattan, coğrafyadan dersler vereceklerdi. O dersler, o takrirler ki, en kabadayısının özünü bir incir çekirdeğine sığdırmak kabildir.
Sen, bir yabancı dil bile bilmiyorsun. Öğretmen okulu sana ne vermişse onu bir adım bile ilerletemezsin. Avrupa’ya tahsile gideyim desen, seni kim gönderir? Memleketinde tek dikili ağacın ve bir yerde bir tek kuruşun bile yok… Halbuki hem senin ömür çürüttüğün o yarı kışla mekteplerin, hem dilsiz, kitapsız, fakat kof, asık suratlı hocaların arkasında, ne senin ne de onların bilmediğiniz başka bir âlem var: Bilgilerin, fikirlerin, kültürlerin âlemi. İnsanlığın yüzyıllar boyunca biriktirdiği fikir sermayesi… Sen onun yolunu bulmalısın yavrum, onun kaynağını… Sen anlamıyorsun ama, her şey ona dayanarak yürüyor. Terakkiler, medeniyetler, hatta isyanlar, ihtilâller bile… Sen kaynağı ara, asıl kaynağı… Bu kaynağa ya varır, ya varamazsın. Yahut da vardım zanneder, kendini bir şövalye sanırken, bu hayat sirkinde ömrünün sonuna kadar, bir palyaço kılıcı sallar durursun. Ama öyle de olsa yol, gene kaynağa götüren yoldur… Sen onu ara yavrum, sen suyu ara…
Fikirlerin, söylenenlerin eyleme dönüşmedikten sonra ne kadar değeri vardır?
“Suyu aramak” yolunda bir iz. Bu maddi izin yanında bir de manevi izden bahsetmek mümkün. Yazar cezaevinde kalırken, içerde yoldaş dediği bir ihtilalci dava için, diğerlerinin için ömrünü feda etmenin erdeminden bahseder. Biz diğerleri için ve davamız için burada ömür boyu yatsak da bundan gocunmayacağız, diğerlerinin özgürleşmesi için bizim burada olmamız lafı bile edilmeyecek bir şeydir der. Bu minvalde konuşur.
Başka bir zaman şöyle bir olay anlatır yazar. Kaldıkları koğuşta yeterince karyola olmadığı için dört kişi yerde yatmaktadır. Bir gün dışardaki arkadaşları dört karyola temin eder. Koğuştakiler buna memnun olur. Artık kimse yerde yatmayacaktır. Karyolalar koğuşa gelince bu ömrünü diğerlerinin uğruna feda etmek konusunda konuşmalar yapan devrimci kendi eski karyolasından nevresimleri çıkararak yeni gelen karyolalardan birine geçirir. Yazar şunları yazar :
Durma! demişti, bak yerde yepyeni bir portatif karyola! başkası yeni bir karyolaya sahip olurken sen niçin bu eski karyolayla kalasın? İhtilâlcilik başka, karyola gene başkadır. Cihan ihtilâlini gene yaparsın! Demin olduğu gibi yarın da etrafını saran insanlara, hem de binlerce, yüz binlerce insana gene de feragat ve başkaları için nefsini feda etmek dersleri verirsin. Ama şimdi neden sen eski bir karyolada yatarken, arkadaşın yeni bir karyolaya kurulsun? Yürü! Yürü…
Bu basitmiş gibi görünen olay yazarı etkiler. Ömrünü başkaları uğruna feda etmekten bahseden bu kişi en küçük çıkarını bile kaçırmak istememektedir. İleride bu kişi daha büyük çıkarlar sağlama imkanı bulduğunda ne yapacaktır? Fikirlerin, söylenenlerin eyleme dönüşmedikten sonra ne kadar değeri vardır? Suyu aramak konusunda kitaptaki bu iki yer önemli gibi geliyor bana.
Bir Cevap Yazın