Zihnimiz herhangi bir şeyi anlamak için varlıkları kategorize ederek kategoriler arasındaki farklardan yola çıkar. Bir elbiseyi, bir otomobili veya insan vücudunu kategorilere ayırarak (bölümlmeyerek) onu anlayacağımız hale getiririz. DÜşünmenin kendisi bir kategorilendirme işidir ve zihin böyle işler. Tarih de her şey gibi bu kategorilendirme ihtiyacından geçerek dönemlere ayrılmıştır. Tarih dediğimizde aklımıza tarihi dönemler gelir.
Varlıkları kategorize etmek onların ne oldukları üzerine çeşitli sorunlar doğurur. Tarih de bu kategorize etmenin bir sonucu olan “tarihi dönemler” anlayışı da tarihin ne olduğunu anlamak konusunda çeşitli sorunlara yol açabilir. Kategorilerin gerçek olduğu zannı, Yeni Çağ hangi olayla açılıp kapanmıştır gibi ayakları yere basmayan tartışmaların önünü açabilir. Tarih felsefesi ya da öğretimi yaparken herhalde göz önünde bulundurulması gereken şu üç probleme dikkat edilmelidir: Tarihi dönemlere ayırmak, tarihin dinamiğini açıklayan temel bir teori bulmaya çalışmak ve herhangi bir olayı tikel olarak değil tümel olarak ele almak.
Tarih felsefesi ya da tarihçilik yaparken elbette dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar vardır fakat buradaki üç problem bir tarih felsefei oluşturabilmek için önemlidir gibi geliyor bana. Tarih her şeyden önce zamanın kavranışıdır. Olayların ardışıklığının insan ömründen uzun bir süredir devam etmesinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır ve bir öncelik sonralık ilişkisinden başka bir şey değildir.
Tarihi dönemlere ayırmak
Tarih bazı önemli ve değiştirici etki yapan olaylara göre kolay akılda kalması için sınıflandırılmıştır. Taş Devri, kavimlerin göç etmesi ya da Aydınlanma Çağı tarihteki çeşitli önemli ve değiştirici, anlayıcı etki yapan olaylardır. Bilgileri yapılandırmak içni de işlevseldir fakat bu yaklaşım nedenselliğin sürekliliğini unutturarak mevcut olayın ortaya çıkmasına yol açan dinamiklerin anlaşılamaması ya da göz ardı edilmesi sonucunu doğuracaktır. Kavimlerin göçünün nedenlerini ya da sonucunu belli bir aralığa hapsetme gayretini doğuracaktır. Bir çeşit Leibniz çıkmazı söz konusudur.
Örneğin Aydınlanmanın ortaya çıkışını Locke, Montesquieu, Voltaire, J.J Rousseau, Kant gibi düşünürlere, matbaaya ve burjuva sınıfının ortaya çıkışına bağlamak bize tutarlı bir neden sonuç ilişkisi sunabilir fakat bu isimlerin ortaya çıkmasını sağlayan ortamın özelliklerine ya da burjuvanın bir güç olarak ortaya çıkmasını sağlayan sürece odaklanıldığında nedenlerin dağılacağını çeşitleneceğini bu yakın nedenlerin kendi içinde çelişkili ya da neden olmak için yeterli olmadığının farkına varılabilir. Dahası böyle bir çağ olup olmadığı bile bir tartışmanın konusu haline gelebilir. O kadar farklı neden ve koşul bir araya gelmiş olabilir ki tesadüf demekten kendimizi alıkoyamayabiliriz.
Dönemlerin aslında keyfi ve bölgesel olduğu unutulmamalıdır. “Dünyada feminizm hareketlerinin güçlenmeye başladığı zamanlar…” dediğimizde aslında Arapların konudan haberi bile yoktu. Çiçek çocuklar Ermenistan için ne anlama geliyordu? 1980’ler dediğimizde aynı seksenler farklı coğrafyalarda tamamen farklı anlamlara geliyordu. Coğrafi Keşifler zamanında Amerika kıtasındaki yerli halkın çoğu daha yazıyı bulmamışlardı. Tarihi dönemler aslında ülkeler için farklı farklıydı ve hala da öyledir. 21. YY tarihini ilerde ele alan bir tarihçi esasında her baktığı yerde başka bir “tarih” görecektir.
Tarihin itici gücünü, devinimini sağlayan temel bir teori bulmaya çalışmak
Tarihin hareketini, tüm tarihi olayların itici gücünü sağlayan tek bir neden bulmaya çalışmak yine tehlikeli bir anlayış olacaktır. Tarihin dinamiğinin diyalektik sonucu ilerlediği, tüm tarihin bir efendi köle diyalektiğinin ya da tinin kendini ortaya koymasının sonucu olduğunu söylemek yine olayların çok boyutluluğunun göz ardı edilmesi anlamına gelecektir. Gerçekler teoriyle çelişmeyecek şekilde ele alınacaktır. Tinin kendini göstermesi öyle komik sebeplere dayanabilir ki bu büyük teori gülünç olabilir.
Tarihe daha doğrusu bizden önceki olaylara baktığımızda oradaki insanların da sadece koşullar karşısında doğru hamleleri yapmaya çalışan insanlar olduğunu ve tıpkı bizim gibi yaşadıkları dönemi herhangi bir dönem olarak gördüklerini düşünmek yanlış olmayacaktır. Tıpkı bugün olduğu gibi teorisiz ve “normal” şekilde hayatlarını devam ettirmeye çalışmışlardır. Örneğin Lale Devri tinin ya da hergangi bir diyalektiğin sonucu olarak değil tamamen pragmatik amaçlarla, dönemin sorunlarını çözmek için ortaya atılan şahıslara bağlı fikirlerler sonucu ortaya çıkmış olmalıdır.
Tarihi olayları tikeller olarak değil tümeller olarak ele almak
Tarihteki olaylar şekil değiştirerek bugün de var olmaktadır. Daha gelişmiş, daha teknolojik ya da farklı bir biçimde. Öyleyse bir tarihi olayı ele alırken ilgili olaya bir bütün olarak bakılmalıdır. Örneğin Malazgir Savaşı ele alınırken “savaş” kavramı asıl ele alınmalıdır. Malazgirt Savaşını anlamak diye bir şey yoktur çünkü savaş Malazgirte özgü bir şey değildir. Yine bir despotun uygulamaları ya da faşist hareketlerin özellikleri ayrı ayrı ele alınmak yerine kavramlar üzerinden ele alınması daha sağlıklı bir tarih bakışı sunabilir. Mısır yöneticileri neden büyük tapınaklar yaptıysa Roma yöneticileri de benzer sebeplerden büyük tapınaklar yapmışlardır.
Kıtlıklar, salgınlar, fetihler, modernleşme çalışmaları tikel olarak değil de tümel olarak ele alınırsa sadece öncenin değil sonranın bilgisi de elde edilebilir. Örneğin kolonileştirmenin esasları belirlenebilirse ayrı ayrı kolonileştirme faaliyetleri yerine kolonileştirme faaliyetlerinin devirden devire değişen yöntemleri fark edilebilir. Hiçbir konu “değişim ve süreklilikten” ayrı ele alınamaz. Eğer tarihi olayları incelerken tümeller yerine tikellere odaklanırsak kendi “eşsiz” tarihimizi anladığımızı ve içselleştirdiğimizi sanırken “destan” okuyor olabiliriz. Belki ülkece tarihe bir destan yazma olarak bakışımızın nedeni de budur.
Bir Cevap Yazın