The Trial of the Chicago 7 (Şikago Yedilisi’nin Yargılanması) filmi 2020 yapımı iyi bir hukuk eleştirisi. Gerçek bir olaya dayanan film adalet sistemi ve iktidar ilişkisi üzerine ciddi eleştiriler getiriyor. Film gerçek bir olayı temel aldığı için ve eleştiriler zaten zamanında yayıldığı için filmin yaptığı bu eleştirileri bize sunmak. Filmde bu eleştiri dönemin iktidarına ve hukuk sistemine yönelik.
Sinemalarda toplumsal sorunların eleştirilmesi elbette yeni değil fakat bunun en ciddi konularda tekrar tekrar yapılmasının toplumsal bir işlevi var. Roma’da bile vardı. Sürekli arenada mitoloji hikayeleri canlandırılıyordu. Sahnede olanın gerçekte de olduğundan kuşku duyulmayıncaya kadar. Sinema günümüzde arenalarda gösterilen oyunların yerine geçti. Bir inandırma ve biçimlendirme aracı olarak.
Bu filmdeki eleştiri ise ABD’deki iktidar ve adalet sistemi üzerine. Hukuk ne kadar bağımsızdır ve iktidarlar hukuk üzerinde ne kadar söz sahibidir? Hukukun üstünlüğü insanlığın kaydettiği aşamalardan en önemlisi fakat gerçekten “hukuk” üstün müdür? Hukuku, hakimleri vs eleştirmek çok tehlikeli olabilir. Hukukun mükemmelliği iktidardan bağımsızlığına ve hukukçuların iyi yetişmiş, fikri ve vicdanı hür liyakatli insanlar olmasına bağlıdır. Elbette bu her zaman mümkün olmayabilir.
Hukuk kişiden kişiye, toplumdan topluma kısmi de olsa değişen bir olgu olduğu için üstünde uzlaşıya varmak zordur. Bir grup için suç olan davranış başka bir grup için suç olmayabiliyor. Özellikle işin içine siyaset girdiğinde aynı eylemin sonuçları bile farklı olabiliyor. Filmde de eski iktidar tarafından suç olarak görülmeyen bir eylemin yeni iktidar için suç olarak görüldüğüne şahit oluyoruz.
The Trial of the Chicago 7 filmi iktidarın gönlünü hoş etmeye çalışan bir yargıcı anlatıyor. Bu ilişki Rus anarşist Bakunin’in hukuk ve siyaset ilişkisi üzerine söylediği meşhur sözü hatırlatıyor bize. Sonucu çoktan belli bir dava var ve mahkemecilik oynanıyor. Şikago yedilisinin suçlu bulunması için her şey yapılıyor. Bu politik davada sonuç bellidir. The Dark Knight Rises filmindeki mahkeme sahnesi bunun aşırı bir yorumu olarak hatırlanabilir. Deli olan Craine karakterinin mahkemesinde herkes ne söylerlerse söylesinler suçlu bulunuyordu. Sürgünü ya da ölümü tercih etme hakları vardı ki ikisi de aynı şeydi.
Sanatın Toplumsal İşlevi Üzerine
The Trial of the Chicago 7 filmi modern devleti oluşturan mekanizmaların mükemmellikten uzak olduğunu ve hiçbir zaman mükemmel olamayacağını gösteriyor bize tekrar. Bu filmler sayesinde insanlar bazı konuları daha farklı değerlendirebiliyor. Mükemmel olmayan bir sistem nasıl mükemmele daha yakın hale getirilebilir? Elbette eleştiri ile.
Söz konusu filmi izleyen biri, bir vatandaş ya da bir hukukçu ne düşünür? Elbette bu izleyende bir etkiye neden olacaktır. Geçmişteki hatalı uygulamaların eleştirilmesi insanları olaylar karşısında daha duyarlı yapacak ve bugünün idealist hukukçularının yetişmesine katkı sağlayacaktır. Bugünün hukukçuları ise inandıkları değerlerin ne kadar önemli olduğunu tekrar hatırlayacaklardır.
Sanatın bireysel ve toplumsal olarak iki işlevi olduğunu kabul edersek herhalde sanatın toplumsal işlevi hatırlatmak ifşa etmek ve utandırmak olmalıdır. The Trial of the Chicago 7 filmi bu açıdan zulmü hatırlatan ve zulme sebep olanları hatırlatan bir film olarak toplumsal işlevi güçlü bir filmdir. Filmde polisle çatışarak, şiddete şiddetle karşılık vererek haksızlığı yok etmek isteyen insanlar vardı. Sanat haksızlığı yok etme işini Gandhici bir anlayışla yapmaya muktedirdir. Zulmü utandırarak yok etmek.
Sanatın toplumsal işlevi ile ilgili tehlike ise propaganda meselesidir. Sanat savaş karşıtlığına da savaş yanlılığına da sebep olabilir. En ırkçı en sefil düşüncelerin yüceltilmesini sağlayabilir. Öyleyse elemeyi neye göre yapacağız? Sanırım bu sorunun cevabı değerleri belirlemekle ve nasıl bir toplumda yaşamak istediğimizle ilgili. Akıllı bir adamın daha önce sorduğu gibi. “Nasıl bir demokrasi istiyoruz?” sorusunu yeniden sormamız ve cevabını unutmamamız gerekiyor sanırım.
Bir Cevap Yazın