Rol; toplumsal konumlarımızın her birini ifade etmek için kullanılan sosyolojik bir terim. Zimbardo hapishane deneyi ise bu terim hakkında daha derin düşünmemize yol açan deney. İnsan koşuların çocuğu mudur yoksa şahsiyetiyle koşullara karşı mı durur? Şahsiyet nerede başlar?
Anne, baba, evlat, öğrenci, iş arkadaşı vs gibi sahip olduğumuz sıfalatlar aynı zamanda birer toplumsal rol. Meslekler de toplumsal rollerden biridir. Doktor, marangoz, tamirci gibi sıfatlar da rol olarak değerlendirilir. Bu roller bazen birbirini destekleyebilr, bazen çatışabilir bazen de birbirini kolaylaştırıcı etki yapabilir. İnsanı konumlandırırken onun rollerine inmek daha doğru bir değerlendirme yapmaya imkan verir.
Rollerle ilgili ilgi çekici olan şey her bir rolün getirdiği farklı hak ve sorumlulukların olması olabilir. Bir hemşireyseniz hastalarınız için hemşire fakat iş yerindekiler için iş arkadaşı, çocuğunuz için anne, anneniz için evlat ve kocanız için eş rolündesiniz. Rolleri çoğaltmak mümkün fakat burada önemli olan rollerin aynı kişinin birden fazla toplumsal beklentiye karşılık vermesidir. Her şey kontrolümüz altında. Tek olan “ben” var ve bu beni diğer rollerin gerektirdiği durumlara uyarlıyoruz. Peki durum gerçekten öyle mi?
Roller zararsız gibi görünüyor. Asıl olan biz sadece zaman zaman farklı sorumlulukların altına giriyoruz. Fakat bu anlayış çok doğru olmayabilir. Bizden bir parça verdiğimizi düşündüğümüz roller aynı zamanda bize bir parça veriyor gibi görünüyor. Toplum içindeki insan yalnız olduğundan farklı düşünüp farklı davranabilir. Kitle psikolojisinin insanlarda farklı davranışlara sebep olabileceğini biliyoruz. Biz kendimizden rollerimize bir parça mı veriyoruz yoksa sahip olduğumuz toplumsal roller bize bir parça mı veriyor? Bu soruya kısmen ve ilginç bir cevap verecek bir deney var. Zimbardo hapishane deneyi.
Zimbardo Hapishane Deneyi ve Şahsiyet Çıkmazı
Sosyolojik bir deney için psikolojik ve sosyal yönden dengeli 24 yüksek lisans öğrencisi rastgele iki gruba ayrılıyor. Gruplardan biri mahkumken diğer grup gardiyan oluyor. İki hafta sürmesi beklenen deney 6 günde sonlandırılıyor. Gruplar rollerine öyle kapılıyorlar ki kısa sürede mahkumlarla gardiyanlar arasında bağlar kuruluyor. Gardiyanlar dayanışma içinde mahkumlara eziyet etme eğiliminde oluyorlar. Öyle ki deney sürdürülemiyor. Mahkumlar da benzer şekilde davranıyorlar. Denekler farkında olmadan içine girdikleri toplumsal role uyum sağlamaya başlıyorlar.
Bu deneyi destekleyen başka deneyler de yapılıyor. Burada insanlar üstünde kitle psikolojisinin, otoriteye bağlılığın ve toplumsal rollerin ne kadar etkili olduğunu görmek çok dikkat çekici. Sadece bir deneyde durum bu iken acaba gerçek hayatta içinde bulunduğumuz roller bizi ne kadar değiştiriyordur? Kendi benimizden rollerimize biraz verdiğimizi sanıyorken acaba o roller bizi nasıl değiştiriyordur?
Belki de askerler, akademisyenler, doktorlar, taksiciler, denizciler ve rock starlar için genel değerlendirmeler yapılmasının altında böyle bir gerçek kırıntısı söz konusudur. Yazar deyince aklımıza kadife ceket gelmesi boşuna değildir belki de. Hala giyen kaldıysa tabii. İşin şakası bir yana acaba bireysel olmak ne kadar zor da farkında değiliz. Belki de en şahsi sandığımız, en bize özgü sandığımız şeyler tamamen rollerimizden gelmedir. Eğer öyelyse şahsiyi ve şahsiyeti bulmak ne zor olurdu.
Daha da ileri gidersek belki de kişilik diye bir şey bile yoktur ve her şey bir yanılsamadır. Şahsiyet bir uydurmadır. İzlediğimiz reklamların, dizilerin ve filmlerin, okuduğumuz kitapların, başta anne babamız olmak üzere etrafımızdaki insanların ve öğretmenlerin bir çeşit bankasıyızdır. Ne de olsa özne var olan değil, sonradan kurulan bir şeydir. Frankfurt Okulu eleştirileri belki de sandığımızdan daha da önemlidir.
Bir Cevap Yazın