Totem ve Tabu Sigmund Freud’un ilkel toplumların sahip olduğu inanışların kaynağını psikanaliz yardımıyla desteklemeye çalıştığı ve ilkel toplulukların totem ve tabu inanışlarının günümüz dinlerine yansımasılarını anlattığı kitabı. Freud din, ahlâk, toplum ve sanatın başlangıçlarının Oidipus karmaşasıyla ilgili olduğu fikrini savunuyor kitap boyunca.
Totem ve Tabu kitabı totemlerin ve tabuların kaynağı hakkında çeşitli bilimcilerin düşünüşlerine ve Freud’un eklemelerinden oluşuyor. Kitapta onlarca totem ve tabu örnekleri yer alıyor. Bunların hepsinin aslında tek noktaya bağlanması söz konusu. Öncelikle totem ve tabu kavramlarını açıklamakla başlamalı.
Totem ve Tabu kitabında tabu ile anlatılmak istenen üzerine
Bununla birlikte “tabu” dendiği zaman bundan, bu gizemli kendine özgülüğün taşıyıcısı ya da kaynağı olan bütün kimseler, yerler, şeyler ya da geçici durumlar anlaşılır. Bu kendine özgülükten doğan yasak da tabudur. Sonuç olarak sözcük anlamıyla, tabu dendiği zaman bir de olağanüstü kutsal, aynı zamanda da tehlikeli, kirli ve gizemli olan her şey anlaşılır.
Wundt’a göre, tabu düşüncesinde “bazı şeylerden korkmayı anlatan âdetler ve bu âdetlere karşılık olan tapınma düşünceleri ya da davranışları vardır.” Başka bir yerde der ki: “Sözcüğün genel anlamına göre, tabu deyişiyle âdetlerin, göreneğin ya da yasaların koyduğu yasakları, bir şeye dokunmamayı, bir şeyi kullanmak amacıyla almamayı ya da bazı sözcükleri ağza almamayı anlıyoruz…” Yasakçı tabuları bulunmayan hiçbir budun ya da hiçbir uygarlık aşaması görülemez.
Başka bir yerde der ki: “Sözcüğün genel anlamına göre, tabu deyişiyle âdetlerin, göreneğin ya da yasaların koyduğu yasakları, bir şeye dokunmamayı, bir şeyi kullanmak amacıyla almamayı ya da bazı sözcükleri ağza almamayı anlıyoruz…” Yasakçı tabuları bulunmayan hiçbir budun ya da hiçbir uygarlık aşaması görülemez. Wundt’a göre tabunun kaynağı şeytanlar ve korkudur.
Freud’a göre Totem ve Tabu’nun kaynağının korku ve şeytanlar olarak görülmesi doğru değildir.
Freud Wundt’un tabunun kaynağını şeytanlar ve korku olarak görmesine katılmaz. Freud’a göre Tabu kavramını anlamak için cin, şeytan ve korkunun ötesine geçilmelidir. Öyleyse şeytanların ve korkunun kaynağı nedir? Freud der ki:
Wundt’un açıklaması, tabu düşüncesinin ve bu düşüncenin en derin köklerinin kaynaklarına kadar gitmekten çok uzaktır. Çünkü ne korkuyu, ne de şeytanı psikolojide daha öteye götürülemez olgular olarak kabul etmeye olanak yoktur. Her şeyden önce ilkeller arasındaki yasakların gerçek kaynağını, yani tabunun gerçek doğuşunu araştırmanın yararsız olduğunu söylemeliyiz. Bizim varsayımımıza göre, bu kaynak onlarca “bilinç dışı’ olduğu için tabular bize bu kaynağı bildiremez.
Tabu yasakları çiğnendiğinde bunun için yapılması gereken törenler vardır. Freud için tabu yasaklar ve yasakların çiğnenmesini telafi etmek için yapılanlar bir ipucudur. Çünkü ilkeller tabulara karşı çift yönlü bir tutum geliştirirler. Hem onu yapmak isterler hem de sonuçlarından korkarlar.Yasaklar neden önemlidir? Çünkü her yasak bir isteği gizler. Öldürme yasağı, öldürme isteğinden gelir. Bu cümleyi aklımızda tutalım yazı boyunca.
Bu edimler tövbe, bağışlanmayı dileme, kendini haklı çıkarma, temizlenme türünden edimlerdir. Bu zorlayıcı edimlerin en yaygın olanı suyla yıkanmadır (yıkama obsessionu). Tabu yasaklarının bir bölümü de bu biçimde kaldırılabilir, yani bu tabuların çiğnenmesi böyle bir törenle onarılabilir ve bu işte suyla gusül (boy abdesti) en çok yeğlenen yöntemdir.
Öyleyse bu insanlar tabu yasaklarına karşı çift değerli (ambivalent) bir tavır almaktadır: Bilinçdışlarında bu kuralları dinlememekten başka bir şey istememekte ama aynı zamanda bunu yapmaktan da korkmaktadırlar. Korkmaktadırlar; çünkü onu dinlememek istedikleri halde, korku hazdan daha güçlü gelmektedir. Fakat tıpkı nevrozda olduğu gibi bu istek, bireylere kurallara aykırı olarak kalmaktadır. Öyleyse tabunun temeli, bilinç dışında güçlü bir eğilimin istediği yasak bir edimdir.
Tabular ne kadar güçlü olabilir?
Maorili bir kadın bir meyvayı yedikten sonra onun tabulu bir yerden geldiğini öğrenmiş. Bu davranışıyla başkanın ruhunu rahatsız etmiş olduğundan çarpılacağını düşünerek ağlamaya başlamış. Bu olay öğleden sonra olmuştu. Ertesi günü saat on ikide kadın ölmüştü.
Tekrar tabunun kaynağına dönelim. Tabu ilk nasıl doğmuştur. Şu cümle tabunun başlangıcının oluşumunun anlaşılması için önemli:
Ölülerin yaşayanlar üzerinde egemen olduklarına inanıldığını biliyoruz. Fakat ölülerin aynı zamanda düşman sayıldığını söylersek buna şaşarsınız..
Evet. Tabu ölülere duyulan şefkat ve korkudan doğar. Ölülere olan çift değerli bakışımızın daha sonra iyi cinler ve kötü cinler inanışını ortaya çıkaracağını söyler Freud Totem ve Tabu kitabında. Sevdiğimiz insanlardan aslında nefret de eder miyiz? Bu çift değerli duygu düşüncesi Freud’un ve bilinç dışı kavramının anlaşılması için önemlidir. Daha sonra Freud yakınımızın ölmesine sevinmemizin nedenini başka bir yere bağlayacak.
Karısını yitirmiş olan bir adam, karısının yerine başka bir kadını koyma isteğinden korunmak zorundadır; dul kadın da isteğe karşı koymalıdır. Kocasız kaldığı için başka bir erkeğe karşı istek duyabilir. Oysa yerine geçirme yoluyla isteklerin doyurulması, yas tutmada gözetilen ereğe uymaz ve ölünün ruhunun öfkelenmesine yol açar.
Çünkü ilkeller ölmüş kimsenin ruhunun geri gelmesinden korktuklarını gizleyememekte, bundan kendilerini koruyacak, onu uzaklaştıracak birçok tören yapmaktadırlar. Onun adının anılması ölünün derhal gelmesiyle sonuçlanacak bir yıkım sayılmaktadır. Bunun için son derece doğal olarak ölü bir kimseyi kötülük etmeye kışkırtmaktan ve uyandırmaktan çekinmektedirler. Ölünün ruhu kendilerini tanımasın diye adlarını başka biçime sokmakta, ya onun adını ya da kendi adlarını değiştirmekte, acımasız bir yabancı ölünün adını akrabalarının huzurunda andığı zaman bu davranışı ölünün ruhunu çağırmak demek olduğundan, son derecede kızmaktadırlar.
“Ölümün insanın dalabileceği suskunlukların en kötüsü olması yönünden, ölülerin bu sonlarından dolayı doyumsuz kaldığına inanılır. İlkellerin inanışına göre ölüm, ister zorla, ister büyüyle olsun, ancak öldürülme yoluyla gerçekleşir ve bunu ruhun incinmesi ve kin gütmesi için yeterli bir neden sayarlar. Çok doğal olarak ölü canlıları kıskanır ve eski akrabalarıyla birlikte olmak ister; bu durumda, ruhun onlarla birleşmek için onları hastalıklarla öldürmeye çalışacağını anlayabiliriz.. ” “…Ruhlara yüklenen kötülüğün diğer bir açıklaması da, ölülerden korkma içgüdüsüdür ve bu da ölümden korkmanın bir sonucudur.”
Şeytan kavramı ölüler ve diriler arasındaki ilişkiden doğmuştur.
Freud’a göre de şeytan kavramının, ölülerle diriler arasındaki çok önemli ilişkiden doğmuş olması olasıdır. Tabu, vicdanın bir buyruğudur. Onun çiğnenmesi, kaynağı gizli olmakla birlikte kendisi belli olan korkunç bir günah duygusunun doğmasına neden olur. Öyleyse vicdanın da duyguların çift değerliliği temeline dayanarak yine çift değerli olan bazı insan ilişkilerinden doğmuş olması olasıdır. Belki de hem tabu, hem de zorlanma nevrozunda olduğu gibi oluşur, yani iki karşıt duygunun biri bilinç dışı olur, ötekinin zoru altında itilir.
Totem ve Tabu kitabındaTotem ise şudur:
Totemizmin Avustralya, Amerika ve Afrika’nın bazı ilkel insanları arasında dinin yerini alan ve toplumsal örgütlenmenin temelini oluşturan bir sistem olduğunu öğrenmiştik. Totemle birey arasındaki bu bağlılığın iki yana da karşılıklı yararı vardır; totem insanı korur, insan da eğer bu totem hayvansa öldürmeme, bitkiyse kesmeme ya da toplamama yoluyla çeşitli biçimlerde ona saygı gösterir.
Bir totem boyunun üyeleri kardeş ve kız kardeşlerdir, birbirlerine yardım etmek ve birbirlerini korumak zorundadırlar; klanın bir üyesi bir yabancı tarafından öldürülürse, öldürenin boyunun tüm üyeleri bu cinayetin hesabını vermek zorundadır ve ölenin boyu tam bir dayanışmayla akıtılan kanın temizlenmesini ister. Totem bağları bizim bugünkü aile bağları üzerine düşüncelerimizden daha güçlüdür; ilkeller aile bağlarıyla bağlı değildiler; çünkü totem kural olarak anadan kalıtım olarak geçer, başlangıçta baba kalıtımının hemen hemen hiç önemi yoktu.
Totem hayvan, ata hayvan sayılır. Öyleyse totem hem bir topluluk adı, hem de bir soy adıdır ve soy adı olmak açısından bu adın aynı zamanda mitolojik bir anlamı da vardır. Totemizmin kökeni sorunu şu biçimde de anlatılabilir: İlkel insanlar, kendileri ve boyları için hayvan, bitki ve cansız eşya adlarını nasıl seçmişlerdir?
Topluluklar neden soylarını bu totem hayvanına dayandırırlardı?
Gracilaso de la Vega totem olaylarını, boyların birbirlerini adlarla ayırmaları gereksiniminden doğduğu biçiminde yorumlar. Demek ki totemizm dinsel bir gereksinimden değil, insanların sıradan ve günlük gereksinimlerinden doğmuştur. Totemizmin temeli olan adların verilmesi ilkel yazı tekniğinin bir sonucudur. Totem kolayca gösterilebilen bir yazı simgesi niteliğini taşır. Fakat vahşiler önceleri bir hayvan adını taşırken, akrabalık düşüncesini bu hayvandan çıkarmışlardır.
Bu açıklama Freud için yetersizdir. Freud totem hayvanı ve totemle olan ilişkinin daha derinlerini açıklamaya çalışacaktır. Freud totem hayvanı ile baba korkusunu ilişkilendirecek ve baba korkusunun nedeni olarak Oidipus karmaşasının nasıl işlediğini açıklayacaktır. Baba korkusunu ve bu korkunun bir biçimi olan hayvan korkusunu anlamak için Freud’un fücur hakkındaki şu söylediklerine bakalım.
İnsana yemeyi ve içmeyi buyuran ya da ellerini ateşe koymasını yasaklayan bir yasa yoktur. Yasa, insanların ancak içgüdülerinin kışkırttığı şeyleri yapmalarını yasaklar; Öyleyse hemen kabul edebiliriz ki, yasanın yasakladığı cinayetler, birçok kimsenin doğal bir eğilim duyduğu cinayetlerdir. Eğer böyle bir eğilim olmasaydı, böyle cinayetler olmaz ve bu cinayetler de işlenmemiş olsaydı, onları yasaklamaya gerek kalmazdı.
Öyleyse, fücura karşı gösterilen doğal nefretin yasa tarafından yasaklandığı için doğmuş olduğunu kabul etmek yerine, ondan yana çalışan doğal bir içgüdü olduğunu kabul etmek gerekir; yasa bunu yasaklıyorsa, uygarlaşmış insanlar bu doğal içgüdülerin doyumunun toplumun genel çıkarlarına zararlı olduğunu anladığı için yasaklıyor.
Çocuklarda görülen hayvan korkusunun nedeni Freud’a göre baba korkusudur.
Bütün olaylarda incelenen çocuklar oğlan olduğu zaman, korkunun dibinde baba korkusunun olduğu ve yalnızca bunun hayvan üzerine kaydırıldığı görülmüştür. Bu gibi (at, köpek kedi, tavuk, vb. evcil hayvan) fobiler, kanımca, çocukluktaki pavor nocturnus kadar sıklıkla görülür ve genellikle çözümlemede kendilerini ana babadan birine karşı olan korkunun hayvanlar üzerine kaydırılmasıyla gösterirler.
Freud şu iki olayı anlatır:
Beş yaşında bir oğlan çocuğun fobisinin çözümlemesi”ni bildirmiştim. Bu bir at korkusuydu ve bunun sonucunda da çocuk sokakta yürümek istemiyordu. Hatta atın odasına kadar gireceğini ve kendisini ısıracağını söylüyordu. Bu gösteriyor ki, çocuk atın düşmesi (ölmesi) için içinde duyduğu isteğin bir cezası olarak onun kendisini ısıracağından korkuyordu. Kendisine güven vererek baba korkusundan çocuğu kurtardıktan sonra, çocuğun kendi içinde babanın yokluğunun (ayrılması ya da ölmesi) oluşturduğu isteklerle çatışmakta olduğu görülmüştü.
Totem hayvanı ve soy arasında kurulan bağın nedeni burada aranmalıdır.
Küçük Arpád iki buçuk yaşında, bir yazlıkta, tavuk kümesinde işemeye çalışırken, bir tavuk çocuğun üreme organını ısırmış ya da gagalamış. Bir yıl sonra yine aynı yere geldikleri zaman çocuk tavuk oluyor, yalnızca kümesle ve kümeste olup bitenlerle ilgileniyordu, insan gibi konuşmaktan vazgeçerek gıdaklamaya ve ötmeye başlamıştı. Gözlem dönemi sırasında, beş yaşındayken, yeniden konuşmaya başlamıştı; fakat bütün sözlerinin konusu piliçler, tavuklar, horozlardı. Tavuklardan başka hiçbir oyuncakla oynamıyor, içinde tavuklarla ilgili bir şey olmayan hiçbir şarkı söylemiyordu.
Totem hayvanına karşı aldığı tavır tümüyle çift bir duyguydu, yani tavuğa karşı aşırı bir nefret ve sevgi gösteriyordu. Tavuk kesme oyunu oynamaya bayılırdı. “Tavuk kesildiği zaman, onun için eksiksiz bir şölen olurdu. Hayvanın ölüsünün çevresinde saatlerce dans eder ve bu sırada şiddetli bir coşma durumu gösterirdi”. Fakat ondan sonra, kesilen hayvanı öper, elleriyle okşar, kötü kullandığı oyuncak tavuklarını temizler ve okşardı. Bu garip davranışların anlamını Arpád’ın kendisi aydınlattı. Zaman zaman isteklerini totemik anlatım yöntemi yerine günlük yaşamın anlatım yöntemiyle dile getiriyordu. Bir gün şöyle bir şey söyledi: “Babam horozdur; ben küçüğüm, ben pilicim. Büyüdüğüm zaman tavuk olacağım. Daha çok büyüyünce horoz olacağım.” Bir gün ansızın (tavuk kızartmasına benzeterek) “Anne kızartması” yemek istediğini söyledi.
Darwin’in ilkel sürüsü
Özellikle ikinci örnekteki, ölüye karşı çift duygulu yaklaşım konunun anlaşılması için önemlidir. Ölülere karşı çift taraflı duygu ile ilgilidir bu Totem ve Tabu kitabında. Burada babanın yerine geçen bir totem hayvanı söz konusudur. Daha sonra Freud konuyu desteklemek için Darwin’in bahsettiği bir “ilk sürüden” bahseder.
Darwin’in gösterdiği ilk sürü, kuşkusuz, totemizmin başlamasına uygun değildir. Bu sürüde bütün kadınları kendine saklayan, büyüyen oğulları sürüden kovan güçlü, kıskanç bir baba vardı. Toplumun bu ilk durumu hiçbir yerde görülmemiştir. Bugün henüz bazı oymaklarda egemen olan en ilkel örgüt, eşit haklara sahip, totem sisteminin kurallarına bağlı bireylerden kurulu ve anaerkilliğe, yani anne tarafından akrabalığa dayanan insan topluluklarıdır. Bu, ötekinden çıkabilir mi ve çıkmışsa bu nasıl olabilir?
Buna, savımızı totemin kutlandırılması olayına dayayarak yanıt verebiliriz: Bir gün sürüden kovulmuş olan kardeşler birleşir, babalarını öldürerek yer ve böylece babanın sürüsüne bir son verirler. Her birinin tek başına yapmasına olanak olmayan bir işi el birliğiyle yapmaya cesaret eder ve başarabilirler. Ekindeki bir derecelik bir ilerlemenin, örneğin yeni bir silahın icadının onlara bu üstünlük duygusunu vermesi olasıdır. Kuşkusuz bu yamyam vahşiler kurbanlarını yemiştir.
Bu güçlü ilk baba, bütün kardeşlerin kıskandığı ve korktuğu bir örnekti, şimdi onu yeme yoluyla onunla özdeşleşmiş olmakta ve her biri onun gücünden bir parça kazanmaktadır. İnsanlığın belki de ilk bayramı olan totem şöleni, bu cinayetin birçok şeyi, toplumsal örgütlenmeyi, ahlâk kurallarını ve dini başlatan bu unutulmaz olayın yinelenmesi ve anılması olmuştur.
Oğullar cinsellik ve erk isteklerinin yolunda olanca gücüyle karşılarına çıkan babadan nefret ediyor ama aynı zamanda onu seviyorlar ve ona hayranlık duyuyorlardı. Onu ortadan kaldırmakla nefretlerini doyurduktan ve onunla özdeşleşme isteklerini gerçekleştirdikten sonra itilen şefkat içtepileri bu kez görünmeye başlar. Bu bir pişmanlık biçiminde olmuş ve genel olarak duyulan pişmanlıkla birleşen bir günah duygusu ortaya çıkmıştır. O zaman ölü, yaşayanlardan daha güçlü olmaya başlamıştır. Bugün bile insanların sonunda bunu görürüz.
İşledikleri cinayeti babanın yerine konan totemi öldürmenin yasak olduğunu ilan etmekle onarmakta ve kadınlarının herkese serbest olduğunu reddetme yoluyla cinayetin yararından vazgeçmektedirler. Böylece totemizmin temel iki tabusu oğulun günah duygusundan ortaya çıkmaktadır. Dinlerin totemizmden başlayarak bugünkü durumlarına kadar geçirdiği gelişme evrelerini tartışmaya kalkışmaktan beni alıkoyan birçok güçlü nedenin etkisi altındayım. Yalnızca, belirgin bir biçimde kendini gösteren iki ipucunu izleyeceğim: totem kurbanıyla baba-oğul ilişkisi.
Totem kurbanı ve baba-oğul arasındaki ilişki
Öyleyse totemin, babanın yerine ilk geçen biçim olması, babanın kendi insan biçimini yeniden kazandığı daha sonraki bir dönemde, tanrının babanın diğer bir biçimi olması gerekir. Bütün dinsel evrimin kökünden böyle yeni bir ürünün, yani babaya özlemin ortaya çıkması, zamanla babayla ve belki de hayvanla ilişkide oluşan bir değişikliğin sonucunda mümkün olmuş olabilir. Öyleyse boyun tanrısından önce baba, kurban sahnesinde gerçekte iki kez, yani bir keresinde tanrı olarak, ikinci keresinde de kurbanlık totem hayvan olarak görünüyor demektir.
Daha sonraki evrelerde hayvan kutsallığını yitirir, kurbanla totemin kutlaması arasındaki ilişki ortadan kalkar; kurban ayini yalnızca tanrıya bir armağan sunumu, tanrı uğruna bir özveriyi simgelemeye dönüşür.
Tarımın ortaya çıkmasıyla ataerkil ailede oğulun önemi artar. O zaman oğul, ana-toprağı altüst ederek işlemekte simgesel anlatımını bulan fücurcu libidosuna yeni bir anlatım verme cesaretini gösterir. Attis, Adonis, Tammuz, vb. tanrı biçimleri ortaya çıkar; bunlar bereket tanrıları olduğu kadar ana-tanrıların yakınlık göstermesinden yararlanarak babaya başkaldıran ve anneleriyle fücur yapan genç tanrılardı. Fakat bu simgelerle dindirilmeyen günah duygusu, efsanelerde ana-tanrıların bu genç âşıklarına kısa ömür verme, onları hadım etme cezasıyla ya da hayvan biçiminde görünen baba-tanrının öfkesiyle cezalandırma biçiminde kendini anlatır.
Hristiyanlık ve totemizm
Bu günah duygusunu dindirmenin başka bir yolu daha vardı, bunu da İsa yapmıştır. Yani İsa kendi yaşamını kurban etmiş ve bu yolla kardeşlerini ilk günahtan kurtarmıştır.
İlk günah görüşünün kökeni Orpheus inançlarındadır; bu görüş dinsel oyunlarda yaşamış ve sonraları eski Yunan felsefe okullarına geçmiştir. Bu görüşe göre, insanlar genç Dionisos Zagreus’u öldürerek vücudunu parçalayan Titanlardan gelmiştir ve bu cinayetin ağırlığı onların üstüne yüklenmiştir. Anaximander’den kalan bir yazı, dünyanın birliğini bu ilk cinayetin bozduğunu, ondan çıkan her şeyin bu cinayetin cezasını çekeceğini söyler.
Hıristiyan efsanelerinde insanın ilk günahı hiç kuşkusuz tanrı-babaya karşı başkaldırmasıydı, eğer İsa kendi yaşamını kurban etmekle insanlığı bu ilk günahın yükünden kurtarmışsa, bu günahın aslında bir öldürme olduğu sonucu çıkarılabilir.
Buna göre, babaya karşı sıradan düşmanlık içtepileri ve babayı öldürmek ve yemek gibi fantezili bir istek, totemizmle tabuyu yaratan ahlâksal tepkiyi ortaya çıkarmaya yeterliydi. Öyleyse, pek haklı olarak gururunu duyduğumuz ekinsel varlığımızın başlangıçlarını, bütün duygularımızı yaralayan korkunç bir cinayete geri götürme zorunluluğundan kendimizi kurtarıyoruz.
Son olarak;
Biraz karmaşık oldu. Kitabın düzenini biraz karmaşık bulduğum için bazı yerleri birleştirdim. Yazı bir Totem ve Tabu özeti değildir. Olsa olsa meselelerin Oidipus karmaşasına bağlanışının eksik bir anlatımıdır. Umarım yazı kitaptan da karmaşık olmamıştır.
Benim okuduğum kitap Niyazi Berkes‘in iki kitaplık harika çevirisindendi. Totem ve Tabu kitabında, benim atladığım birçok noktaya değiniyor Freud. Özellikle Niyazi Berkes çevirisini tavsiye ederim. Bunun dışında yanlış anladığım ve yanlış yazdığım yerler olabilir. Konunun uzmanı değilim. Yani “Caveat Emptor” Yine de yazının açıklayıcı olduğunu sanıyorum. Kitapları buradan inceleyebilirsiniz.
Totem ve Tabu kitabındaki bu fikirler yer yer düşündürücü yer yer zorlama geldi bana. Tabii bu söylediğim sadece bir Totem ve Tabu yorumudur. Kurulan bağlantılar güçlü değil gibi, diyerek yazıyı bitireyim.
Bir Cevap Yazın