Camilerimize Tarih Akışı İçerisinde Kısa Bir Bakış…
Tarihte bilinen ilk Türk camisi Buhara ve Semerkant arasında bir köyde bulunan Degaron Camisi’dir. Caminin mimarisine baktığımız zaman, dikdörtgen prizma bir yapının tepesinde, cami içindeki serbest dört ayağın üstünde duran büyük bir kubbe görürüz. Ana kubbeye ek sekiz kubbe daha vardır. Bu eser Türklerin cami mimarisinin temelini oluşturmuştur.
Degaron Camisi’nin ardından bilinen en eski cami, Degaron’un biraz daha gelişmiş hali olan Merv’de bulunan Talhattan Baba Camisi’dir. Bu cami, Mimar Sinan’ın eserlerine ilham vermesi sebebiyle de önemli bir yere sahiptir.
Talhattan Baba Camisi’nin bir benzeri de Tokat’ta bulunan Garipler Camisi’dir. Mimari olarak neredeyse birebir aynısıdır. Garipler Camisi Anadolu’da yapılan ilk Türk camisidir. Bu camide de yine cami etrafındaki duvarların haricinde ana kubbeyi tutan dört serbest ayak vardır.
Kubbe tasarımının çadır kültürününü devamı olduğu söyleniyor. Zamanla artan kubbeler cami içerisinde çok sayıda ayak olmasına sebep olmuştur. Bu da cemaatin görüş açısını kapatmıştır. Bu sebeple sonraki eserlerde kubbe sayısı çok olsa da ayak sayısının azaltılmasına önem verilmiştir. Bu amacın son başarılı örneği olan Selimiye Camisi’nde 32 metre çapındaki kubbenin ortasında hiç ayak yoktur.
Cami mimarisinde sadece kubbe üzerine çalışılmamış tabii ki. Mimar Sinan’ın etkisi uzun süre devam etse de zamanla Barok ve Rokoko, sonrasında Ampir ve Neoklasik üslup camilerimizin iç ve dış tasarımında etkisini göstermiştir. Akustik, malzeme kalitesinin artırılması, izolasyon vs çağın bütün imkanlarının da dahil edilmesiyle cami mimarimiz Osmanlı İmparatorluğu’nda zirveye ulaşmıştır.
Günümüzde Camilerimiz
Osmanlı İmparatorluğu’nda zirveye ulaşan cami mimarisinin seyri ne yazık ki en yükseğe çıkmış bir topun hızla aşağı inmesi gibi iniş göstermiş, günümüzde de o top yere düşmüştür. Çevremize şöyle bir göz attığımızda güzel cami görmek neredeyse imkansız. Yeni mimari anlayış adı altında etrafımız çirkin yapılarda doluyor.
Önceleri işlevselliğe daha çok önem verildiği için mimariye önem verilmediğini düşünüyordum fakat son zamanlarda yapılan eserlere baktığımızda işlevsellikten de hayli uzaktalar. Sadece isimleri cami. Havasız, güneş almayan, girişi çıkışı düzensiz, kulak çınlatan ses sistemleri olan, bahçesiz, renksiz… Evet yerde bir halı serili ve namaz kılınabiliyor. Bu kadar.
İlk camimize ve sonraki camilere baktığımız zaman, hep öncekini koruma ve geliştirme anlayışıyla yapıldıklarını görüyoruz. Kubbe biçiminin korunması ve ayaksız hale getirilmesi gibi. Fakat biz geliştirmeyi yapamadığımız gibi eski anlayışları da koruyamıyoruz. İnce işçilik gibi detaylara önem vermek gibi.
Çok cami araştırdım maalesef çok az sayıda özgün ve gerçekten 21. yy’a yakışır dediğim tarzda camiyle karşılaştım. Bunlardan bir tanesi İstanbul Büyükçekmece’deki Sancaklar Camisi.
Muazzam bir eser. Caminin mimarı Emre Arolat bu eserle Dünya Mimarlık Ödülü’nü kazanmış. Hira Mağarası’ndan esinlenerek yaptığını ve günümüzde gösteriş aracı olarak kullanılan cami mimarisine zıt bir şekilde çok mütevazı ve dramatik bir eser ortaya çıkardığını söylüyor. Arolat’ın çıkış noktası sadelik, mütevazılık ve uhrevilik olmuş. Yeni bir mimari tarz getirirken eskisini de geliştirmiş, camide hiç ayak kullanmamış.
Peki, Günümüzde Bir Cami Nasıl Olmalıdır?
Öncelikle Sancaklar Camisi gibi özgün olmalıdır. Özgün kelimesinin anlamını çok iyi bilen, cami ve ibadet felsefesini çok iyi anlamış mimarlar tarafından yapılmalıdır.
Camiler iç açıcı olmalıdır. İnsanı rahatsız eden hiçbir şey camide olmamalıdır. Camiye giden bir kişi üşümemeli/terlememeli, sesten rahatsız olmamalı, rahatça girip çıkabilmeli en önemlisi dünyadan soyutlanıp yaratıcısıyla başbaşa kalabilmelidir.
Bahçesinde insanlar vakit geçirebilmeli, abdesthanesinde rahatça abdestini alabilmelidir. 21. yy’da artık beş yüz yıl önceki gibi abdest alınmamalıdır. Abdest almayı daha konforlu hale getiren abdesthaneler yapılmalıdır.
”Mahcubiyet riski yoksa radikal fantezi gösterileri sıradanlaşır.” Dücane Cündioğlu
Sn. Dücane Cündioğlu durumu çok güzel ifade etmiş aslında. Etrafımızda gördüğümüz bu sadece farklı görünen çirkin yapıların asıl sebebi bu yapıları yapanların ”Mahcup olurum.” korkusunu taşımamalarıdır. Halk olarak böyle eserlere tepki göstermezsek, iyiyi güzeli aramazsak, estetiği sanatı öncelik listemizde hep alt sıralara yazarsak böyle mimari fantezilerin içinde boğulacağımız gayet açıktır.
Bir Cevap Yazın