Çok fazla izaha ihtiyaç duyan bir kelime seçimi oldu barbarlık. Kime barbar, neye barbar diyeceğimizi belirlemem gerekiyor. Üstelik bu kavramı bireyler ve devletler bakımından ele almam gerekiyor. Barbar derken kendi varlığını başkasına “dayatan” bir birey,devlet ya da “zorba” hayal edebiliriz. Bu tanımda barbarlık için koştuğum şart başkasını baskı altına alma isteğine sahip olmak. İyi ya da kötü niyetle çoğunlukla “bencillik” kaynaklı bir kontrol kurma çabası ve karşı tarafın haklarını hiçe saymakla ilgili.
Bireyler bazında ele aldığımızda nedenleri daha fazla gibi görünse de barbarlığı anlamak biraz daha basittir. Barbarlığın kısa vadeleri bazı getirilerini anlamak zor değil. Ufak tefek işlerden yırtmanızı sağlayabilir, sömürülmenin önüne geçebilir, diğer zorbaları uzak tutabilir vs. Barbar dünyayı bir tür herkesin herkesle savaşına indirger ve iyi olana yer bırakmadığı için toplumu yaşanılmaz hale getirir. Barbarın toplumsal gelişim üzerindeki yıkıcı etkisi uzun vadede toplumu barbarlaştırır ve uzun vadede insanların çoğunluğunun yaşamak istemeyeceği bir toplum meydana gelir. “İnsanlar nezaket zayıflık mıdır?” sorusunu sormaya başlarlar. Canavarlarla mücadele ederken canavara dönüşme tehlikesi her zaman vardır. “Karanlığa uzun süre bakarsanız karanlık da size bakar…”
Bireysel barbarlığın psikolojik nedenlerinde kaybolmak istemem ama bu durum sanırım biraz hayattaki konumundan memnun olmamanın verdiği huzursuzlukla ilgili biraz. Sinir ve hayal kırıklığı çok sık yan yana gelir. Kendisine cevap veren çalışana makas fırlatan bir işçi başı ya da kendisine itiraz eden gence tokat atan bir polisi düşünelim. Bu kadar sinirin ve devamında gelen barbarlığın nedeni kişinini kendi gözündeki ben algısıyla toplumun gözündeki yeri arasında uçurum olmasıyla ilgili olabilir. O kadar emek verip eriştiği düzey kendini bilmezin biri tarafından hadsizce sorgulanıyor diye düşünebilir birey. Bu tür hayal kırıklıkları barbarlık, dünyaya küsme ya da başka ruh halleri olarak karşımıza çıkabilir ama konu bu değil.
Barbarların çılgınlığı ve bitmeyen Orta Çağ
Bireysel değil toplumsal barbarlık çok daha dikkat çekici geliyor bana. Çünkü bu barbarlık insani kusurlardan doğsa bile yetersizlik duygusundan doğmadığı için başetmesi ve engellenmesi çok zor bir barbarlık çeşididir. Hatta belki kaçınılmazdır ve bununla yaşamayı öğrenmeliyizdir. Uzun vadede barbarlık kazanamayacak olsa da göz önünden kaybolmayacaktır. Toplumsal barbarlık derken de şu ayrımı yapmak gerekebilir. Toplumsal barbarlık ve devlet barbarlığı.
Toplumsal barbarlık uzun vadede kendini yok etme eğilimindedir. Açlığın bir araya getirdiği barbarlar kendilerinden gizlendiklerini düşündükleri bolluğun olmadığını anladıklarında birbirlerine düşerler ve yöneten-yönetilen ayrımı ortaya çıkar. Yönetenler ya da varlıklı sınıf doyunca diğer ihityaçlara yönelir ve kültürü keşfederler. Kültür de kendi rönesansını ortaya çıkarır. Artık yapılacak iş halkın “barbar” olan kesimini aydınlanmayla tanıştırmaktır 🙂 Bence göçmen meselesi ya da bilmemneleşme adı altındaki tüm demografik değerlendirmeler bu bağlamda ele alınmalıdır.
Devlet barbarlığı ise güçlü olma ve güçlü kalma ihtiyacıyla ilişkilendirilebilir. Süper güçler süper güç kalabilmek için kendi çıkarlarına göre dünyayı şekillendirmek istiyor. Dünyaya baktığı anlayış kendi gücünü ve etki alanını güçlendirmek olduğu için işin etik boyutunu es geçebiliyor. Savaş zamanı ahlak kanunları susar. Güçlü olmak şart ama ahlaklı olmak tercihtir devlet aklı açısından. Bu yüzden bir devlet gücü ölçüsünde yıkıcı davranabilir onu durduracak tek şey diğer devletlerdir. Demokrasinin yapısökümünü yaptığımızdaki karşımıza çıkan doğal ve tek kanun geçerlidir artık. Bir süper güç kuduz bir köpek gibi saldırgan olabilir ve tüm sert ve yumuşak gücünü yaptığı ahlaksızlıkları meşrulaştırmak için kullanabilir. Tüm bu demokrasi ve demokratik gelişim söylemlerinin ne kadar boş olduğunu üzülerek izleyebiliriz.
Devlet barbarlığıyla ilgili sanırım esas sorun diğer barbarlık çeşitlerine göre yok olmasının zorluğudur. Güçlü savaş uçaklarına ve daha iyi hava savunma sistemlerine sahip olmak yukarıda yaptığım barbarlık tanımına göre barbar olmaya engel değildir. Saldırdıkları düşmanlarına göre daha büyük baltalarının olmasından farkı yoktur bunun. Peki devlet barbarlığının sonu ne olur? Tüm barbarlar için geçerli olan yasa sanırım burada da geçerli olacaktır. Sürdürülebilir değildir. Kodlarınız başka ülkeleri dönüştürmek, yakmak, yıkmak, ele geçirmek üzerine kuruluysa artık bunu yapamadığınız noktada geri gelme başlayacaktır. Artık yapılamayacaktır çünkü kaynaklar ya da güç yetmeyecektir. Savaşın getirisi götürüsünden fazla olacağı gibi artık niyetiniz herkes tarafından bilinecektir. Sefalete sürüklediğiniz küçük ülkeler hatanızı fark etmenizi sağlamak yerine sizi yeni ve daha büyük hatalara teşvik edecektir. Kumarda kazanmak gibidir bu.
Uzun vadede barbarlık ilerleme yerine gerilemeyi getirecektir çünkü ortaya çıkış ilkeleri sorunludur. Ciddi bir sürdürülebilirlik problemi vardır ki bir noktadan sonra kayıplar çok arttığı için geri adım atılamaz. Çıkar grupları bu hataya tutunmak hatta el arttırmak zorunda kalabilirler. Artık toplumun barbarlığıyla devletin barbarlığı arasında bir ortak nokta oluşmaya başlar. Barbarlık zannediyorum uzun vadede kazandırmayacak kaybettirecektir. Barbarlığın uzun vadedeki tek garantisi istismar edilmektir. Gaza getirilen halk yığınları hiçbir şey elde edemedikleri gibi bol bol istismar edilip mallarından ve canlarından olacaklardır. Ya da umarım öyledir.
Bir Cevap Yazın