Söz konusu doğaysa öve öve bitiremeyiz elbette bu övgüler yersiz değildir. Varoluşumuzu mümkün kılan bizden önce varolanlardır ve aslında doğal seçilim mekanizması bile bir grup seçilimidir. Abiyogeneze imkan sağlayacak ortam olmasaydı canlılık olmazdı. Eğer güneş ışığı olmasa klorofil olmaz, klorofil olmazsa mitokondri olmazdı. Zinciri uzatmaya gerek yok tüm bizden önceki evreler birbirinin sonucu olarak ortaya çıktı ve insan varolabildi.
Doğa tüm bunların toplamı olduğu için varlığımızı mümkün kıldı. Yine de doğa elbette insana özgü şekillenmedi. Hepimizin varolmasını sağlayan bir düzen olarak kuruldu. Bu düzeni değiştirmek ise büyük ölçüde insan ile mümkün oldu. Doğayı değiştirdik ve kendimize uygun hale getirdik. Doğa ne kadar görkemli olsa da insana göre optimize edilmediği için hala bizim için bir ölçüde tehditkardır. Bir virüs, ortaya çıkan zararlı bir gaz ya da büyük bir doğal afet bizi mahvedebilir. Antibiyotiksiz ve aşıların olmadığı dönemlerde doğanın insana karşı bu kayıtsızlığı daha görünürdü.
Doğa ne kadar müttefikimiz olsa da aynı zamanda bir gözümüzü üstünde tutmamız gereken bir tehdit. Doğanın içinde varolan canlılardan insan ise aklı sayesinde bu tehditleri yok edebilen hatta daha da ötesi kendi konforuna göre doğayı biçimlendirebilen bir canlı. Biz doğayı bir anlamda terbiye ederiz. Bunu mümkün kılan ise doğada olmayanı aklımız sayesinde mümkün kılmaktır.
Doğayı Terbiye Etmek
Doğa insanı kısıtlar daha doğrusu yapabileceklerinin sınırını belirlese de bu sınırı keşfetmenin yeri akıldır. İnsan doğadan akla kaçarak onun kayıtsızlığından bir anlamda acımasızlığından kurtulur. Binlerce km uzaklıktaki mesafeleri aklımızla yakın ederiz. Arap atlarının ırağı yakın etmesi aklın bir seviyesiyse de Boeing 747 çok öte bir seviyesidir. İnsan doğadan akla kaçarak mesafe sorununu bir ölçüde çözmüştür.
Kışın ortasında, ağaçlarda bir tane meyve bile yokken ve kuşlar soğuktan donmaya başlamışken insan kombili evinde 30 derecede tshirtü ile 60 inçlik 4k ekranında Netflix üzerinde favori dizisini izlerken hiç gidip görmediği bir bir ülkeden gelen lattesini yudumlayabilir. Bunlar doğanın kendisinde yoktur, insan bunları aklıyla var edebilir. Tıp, internet, yapay zeka, havacılık ve uzay gibi yüzlerce alanda doğadan akla kaçarak medeniyetimizi kurmuşuzdur. Bu doğadan kaçış işinin devasa olması da gerekmez. Yazının bulunuşu ya da mürekkep bile doğadan usa doğru atılan bir adımdır.
Doğa bizim tarafımızdan terbiye edilir. Ormanlar ya da tarım yapılamayacak kadar kuru topraklar tarıma kazandırılır. Hangi patates türünün çoğalacağına biz karar veririz. Sadece bir orman güzeldir fakat içine yürüyüş yolu yapılmış olanı bizim için daha iyidir. İstediğimiz ağaçların ekilmesini sağlar ve budayarak nasıl büyüyeceklerine de karar veririz.
Kültürlerin kıyası
Kültürle ilgili bilmemeiz gereken şudur. Her toplumun bir kültürü vardır. Uygarlık medeniyet ya da civilization derken daha gelişmiş kültürleri kastetsek de yarı çıplak kabilelerin de bir kültürü vardır. Bu kültürler derinlemesine incelendiğinde aralarında korkunç benzerlikler görülecektir fakat bu başka bir konu. Öyleyse kültürleri nasıl birbirleriyle kıyaslayabiliriz?
Bu konuda üzerine çok da derin düşünmediğim bir kıyaslamaya başvuracağım. Kültürleri doğadan akla kaçabilmeleri ölçüsünde üstün kabul edeceğim. Bunun zararlarının ya da yanlışlarının farkındayım fakat devam edelim. Vücuduna yaprak saran bir toplum yerine nanoteknoloji sayesinde su tutmayan kumaşlar yapan bir kültürün daha üstün olacağını varsayacağım. İnternet kullanımının %1 olduğu ve çocukların favori oyununun çelik çomak olduğu bir toplum gördüğümde bu toplumu fiber internet sorununu halletmiş ve gençleri bilgisayar oyunları turnuvaları yapan bir toplumdan aşağıda konumlandıracağım.
Bu şekilde bir karikatürleştirme doğru olmasa da ne demek istediğimi anlatabilmemi sağlıyor. Hasta başına düşen doktor, yıllık alınan patent sayısı, yıllık basılan ve satılan kitap sayısı ya da ne kadar film üretildiği gibi kriterler yerine uçuk farklardan bahsetmek daha yararlı olabilir. Kültürleri sınıflandırmak ya da kıyaslamak için objektif kritlerler bulmak zor. Gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerin sınıflandırılmasıyla ilgili şöyle bir veri var ama elimizde.
Galakside bir yolculuk ve kültür
Bir uzay gemisiyle yeni bir gezegen bulduğumuzu düşünelim. Bu gezegen tamamen yenilenebilir enerjiden karşılıyor enerjisini ve üstelik bir yapay bir güneş yapmışlar. Artık hayatta kalmak içiin güneşe ihtiyaçları kalmamış. Bu gezegende kültürlerin gelişim düzeyleri karşılaştırırken itiraz ettiğimi düşünüyorum. Evet teknolojide iyi olabilirsiniz ama bizim çok zengin bir kültürümüz var diyorum onlara. Yemeklerimiz adetlerimiz vs. Ne yemeğiniz var diyor. Höşmerim diyorum. Çok lezzetli bir tatlıdır.
Bu gezegendekiler, bizim de çeşitli tatlılarımız var elbette biz de beyinlerimizin büyümesi için gerekli kaloriyi sağlayan şekeri severiz diyorlar. Tadıyorum birkaç tatlıyı ve beğenmiyorum. Höşmerim daha iyi diyorum. Bana bir teknolojiden bahsediyorlar. Dna analizimizi, tat ve koku ile tüm bilgilerimize dayanarak bize özel bir “tatlı” üretiyor bu makine. Bu tatlı beynimizdeki gerekli hormonları sağlayarak harika bir tat almamızı sağlıyor. Tatlıyı deniyorum ve ağzıma höşmerim tadı geliyor. Medeniyetin zirvesinin bu noktaya geleceğini biliyordum.
Kültürün en üst seviyesi ne olabilir? Bu sorunun kişisel olarak çok farklı cevabı olabilir fakat kültürün, doğadan akla kaçışın en üst noktası yaşama sanatının en önemli konusu olacaktır.
Bir Cevap Yazın