Afrodizyak estetiğinin kültürü ele geçirmesi kaçınılmazdır ve bu anlayış sanatı da şekillendirmiştir. Her doz sonraki doz için daha büyük bir istek duymaktan başka işe yaramaz. Tüm tüketim serüveni yeniden ve daha güçlü tüketmek için bir şarj olma halidir. Bu durumdan hikayeler ve artık onun belki nihai formu olan sinemada da payını almıştır.
Byung Chul Han, Güzeli Kurtarmak kitabında sinemada “affektif” olan ve “diyalojik” olan ayrımını ele alır. Bu ayrım onun erotik olan ve pornografik olan benzetmesiyle anlaşılabilir. Diyalojik olan düşünceyle ilgili olandır. Zekaya ve derin hislere dokunur. Affektif olan ise duyguları ilkel biçimde çoşturarak izleyiciyi etki altına almaya çalışır. Diyalojik olan izleyiciyi egosundan uzaklaştırarak daha büyük varoluşun bir parçası olduğunu hissettirir. Örtülüdür ve şeffaflıkla arası iyi değildir. Affektif olan ise duyguları açıktan kışkırtarak bizi anda tutar. Yoğun şiddet, cinsellik veya aksiyon içerebilir bu yüzden. Bu bağlamda kültürün afrodizyak estetiğinin etkisi altına girmesi affektif olan ile ilgilidir. Bu filmler çoğunlukla bir ideden yoksundur ve sadece duyguları coşturmaya çalışır.
Günümüz filmlerinin affektif olmaya başlamasının bir işareti yeni filmlerde sürekli dozun artmak zorunda kalmasıdır. Daha çok kan, daha çok ölüm, daha çok cinsellik, daha çok kötülük, daha çok güç vs. Her zaman daha çoğu olmak zorundadır çünkü zaten önceki doz alınmıştır ve başarılı olmak için daha çoğuna ihtiyaç vardır. Marvel filmlerinin geldiği hali bir düşünelim. Daha gelişmiş süper kahramanlar, daha çok süper kahraman ve daha güçlü düşmanlar. Sonuç kaçınılmaz olarak bu süper kahramanların hepsini bir araya toplamaya varmıştır. Düşmanlar artık daha güçlü olmak zorundadır. Dünya yetmeyecektir artık, diğer dünyalar, diğer evrenler, evrenleri yok eden düşmanlar ve paralel evrenler saçmalığı artık sıradanlaşmıştır. Bütün Marvel evreni artık paralel evrenler bataklığına düşmüştür 🙂
Paralel evrenler bataklığı
Paralel evrenler affektif olanın zorunlu el yükseltmesinin bir sonucudur. Venom 3 bu zorunlu el yükseltmenin rezil bir örneğidir. Meğer venomlar ve venomun düşmanı diğer tür, evrenleri yok eden karanlık bir Tanrı tarafından yaratılmış ve venomlar ona ihanet edip onu hapsetmiştir. Haliyle o da hakkını istemektedir. Bu hikaye aslında ne kadar da tanıdıktır. Venomların yaratıcısının Voldemort ve Sauron ile fikir alışverişi yapması faydalı olabilir. Marvel filmlerinin sinema olarak kabul edilmemesiyle ilgili tartışma da bir parça bununla ilgilidir.
Sinemanın hikaye anlatıcılığının nihai formu olduğunu söylemiştim. Şimdi işin derininden yani işin hikaye boyutundan meseleyi başka bir yönüyle düşünelim. Bütün hikayelerin aslında yedi sekiz kök hikayeye dayandığı söylenir. Bütün mitolojilerin ve halk hikayelerinin varacağı temel bu yedi sekiz hikayedir. Çoğu hikaye aslında benzer kodlara sahip temelde aynı yere varan hikayelerdir. İnce Memed, Köroğlu ve Deli İbram Divanı aslında birbirlerinden o kadar da farklı hikayeler değillerdir demek istiyorum. Bunda bir sorun yok elbette fakat zannediyorum hikayeler hakikatin örtüsünü kaldırabildiğinde ya da buna teşebbüs ettiğinde bir parça daha dikkate değerdir.
Bana göre bir hikayede ilginç olan şey belli belirsiz bir hakikate ya da bir sis perdesine işaret edebilmesidir. Alageyik efsanesinde Halil’i evlendiği ilk gece evden dışarı çıkmasına neden olan geyik, Tüm önemli kararlar öncesinde görülen kurt hayali ya da en son Gassal dizisinde baş karakterin karşısına çıkan kırmızı lale bu bağlamda ele alınabilir. Bir hikayede ilginç olan diğer şey ise bütün gerçekliği kalbinden bıçaklayabilmesi ve gündelik yaşamı paramparça edebilmesidir. Çok iyi bir hikayenin harika son sahnesini düşünelim. Anna Karenina kendini raylara attığında tüm o trajedinin arkasında trende zamanında bir yere yetişmeye çalışan birisi açısından bu olay sadece bir pürüzdür. Genç Werther kendini vurduğu sırada sokaktan kör bir adam geçebilir. Genç aşık sevgilisinin ülkeyi terk ettiği haberini aldığında üst kattan sifon sesi gelebilir.
Bazı kök hikayeler o kadar kapsayıcıdır ki hikaye kendisi dışındaki bütün gerçekliği sıfıra indirger. Artık hikayede olan bitenin dışında kalanlar bir karınca kolonisinin hareketleri gibi anlamsızlaşır. Söz konusu Matrix ise sokakta yürüyen kör adamın artık kendi içinde bir anlamı kalmaz. Eğer hikayede dünya uzaylılar tarafından kurulmuş bir çalışma kampıysa, birgün organlarımıza ihtiyaç duyulabilir diye yaşatılan klonlarsak ya da 13. Kat gibi bütün varoluş aslında simülasyonsa ya da Westworld dizisindeki gibi gerçekliğimizden şüpheye düşmemizi gerektirecek bir durum varsa diğer tüm yan olaylar yani o dış gerçeklik bir anda anlamsızlaşır.
Tüm gerçekliği alt üst eden, gerçekliği kalbinden bıçaklayabildiği için de büyük olan bu hikayeler sanırım kök hikayeler için zorunludur. Cennetten kovulmamız, aslında tüm bu gerçekliğin senin kim olduğuna şahit olman için bir “tasarım” olduğu fikri çok büyük bir kök hikayedir. Tüm dünyanın dayattığı gerçekliği kalbinden bıçaklayan bir kök hikayedir bu. Kök hikayelerin bizi bu kadar etkilemesi belki de bununla ilgilidir. Gerçekliği kalbinden bıçaklama gücü ve geri kalan her şeyin önemsizleşmesi böyle mümkün olabilir. Artık Gassal’ın kırmızı lalesi Matrix’in kara kedisidir.
Bir Cevap Yazın