Neyleyim Takdire Tedbir Uymuyor

“Neyleyim takdire tedbir uymuyor.” Bir şarkı bu. Ben bir Kemal Tahir romanında gördüm bunu. 2024 yılı için Kemal Tahir’in bütün kitaplarını okuma hedefi koydum fena gitmiyor. İlginç bir yazar Kemal Tahir. Tarzı benim ilgimi çekiyor en azından. Tüm malzemesini gerçeğin içinde bulan derin bir bakış. Göklerden malzeme aşırmasına ya da masal 4.0 tarzı bir dünya kurması gerekmiyor söylediğine kulak verilsin diye. Gerçeğin sesi o kadar derinden ulaşır ki bize, sanki birisi bizi dürtüp “uyan ölüyorsun” deyip kendimize getirir. Onun kitapları sürpriz sonlar da içermez. Zamanında yeterince doğru şey söyleyememiş olmasını telafi etmeye çalışmaz. Oyalayıp oyalayıp nakavt etmez o. Okur okumaz başlarsın dayak yemeye. Bıraktığında yediğin kadarı yeter.

Yazının başlığı Bir Mülkiyet Kalesi romanındaki bir bölümden geliyor. Ölecek olan birisi diyor ki diğerine, eşime ilet sana vasiyetimdir, “Başkasıyla evlenmesin. Evlense bile lütfen yeni kocasına ut çalmasın. Çalsa da hiç olmazsa “Neyleyim takdire tedbir uymuyor” şarkısını söylemesin” Kemal Tahir yüksek idealler için yaşayan insanlarla kendi küçük çıkarları peşinde koşan insanlar arasındaki zıtlığı göstermeyi sever. Onun bazı romanlarında bir insan neyi asla yapmam diyorsa tam da onu yapmak istiyordur aslında. Bir karakter hayatının bir döneminde tamamen değişerek bambaşka bir kişiliğe bürünebilir. Bunun için gerekli şart yeterince korkmuş olmasıdır. O kadar korkar ki sonunda korkacak bir yeri kalmayan karakter başka bir kişiliğe geçiş yapar. Bu bir sıçrayıştır. Hayatın gerçeklerini kavramaktan doğan bir sıçrayış.

Onun romanlarında insanların kendi içsel sorunları içtimai meselelerle örülüdür. Sosyal büyük olaylarda aldığımız konum aslında çok derindeki psikolojik sebeplere dayanır. Babası hapse düştüğünde annesi, babası için öldü der kızına ve bir Fransız zabitiyle evlenir. Yıllar sonra adam kızıyla, kendisini babasının bir arkadaşı olarak tanıtarak tanışmaya gittiğinde, kızı ona annesinin yaptığı hatayı aklının almadığını, bir Türkle evlenmenin hesapsızca bir macera olduğunu söylediğinde ruh dünyası yıkılır. Sesini çıkarmadan ayrılır oradan ve dört elle milli mücadeleyi destekler. Sebep belki de sadece vatanı kurtarma isteği değil işgalciler karşısındaki kendi kişisel yenilgilerinin hesabını sorma isteğidir de. Bu yüzden onun romanlarında şahısların kendi hayatlarındaki kuytular daha büyük olaylarda dev uçurumlar olarak çıkar karşımıza. Çünkü bir olay ne kadar büyük olursa olsun bu ben dediğimiz şeyin referans noktası ancak kendisi olabilir.

Ölüm bütün didinmelerin sükuna inkılabıdır

Kemal Tahir gerçeklerin insanıdır. O açlıktan, imkansızlıklardan kahramanların çıkabileceğine inansa bile açlığın ve mağlubiyetlerin insanları hangi noktaya getireceğini bilir. Bu zamanlarda namustan bahsetmek gülünç ve usandırıcı olur. Ona göre kahraman ruhlar sessiz ve gösterişsiz vücutlarda saklanır. Herhalde bir film çekseydi o da başrolde Necati Şaşmaz gibi bir oyuncuyu tercih edebilirdi. Hayat dersleri vardır romanlarında. Yıllarca hapis yatmış sonuçta. Kadın parası nasıl yenir, insanlar kötü yola nasıl düşürülür, tezgah nasıl kurulur ve işlerin aslında nasıl yürüdüğünü de bilir yazar. Sıkışık zamanlarda verilen vaatlerin önemi yoktur mesela.

Kitaplardaki bir büyük tespit de sanırım şudur: Olaylar sonuçlarına göre değerlendirilir. Yapılan hamlenin dahice ya da ahmakça olması sonucuyla ilişkilidir. Napolyon Alp geçitlerini yalınayak askerlerle geçmiş. Yenilseydi tarihe gömülecekti yendiği için Napolyon oldu. Napolyon iki savaşta da aynı şeyi yapmıştı birinde tuttu şanı yüceldi, diğerinde tutmadı hapse atıldı. Okka her yerde dört yüz dirhem eder derler, yanlış. Galip söyleyince başka mağlup söyleyince başka. Nelson Fransızları tahta gemilerle yenince “Bizim gemilerimiz tahtadandı ama yüreklerimiz çeliktendi diyor. Meşhur oluyor bu söz. Kemal Tahir soruyor, eğer Nelson yenilseydi dünyada bu sözden daha ahmakça bir söz olur muydu?

Neyleyim takdire tedbir uymuyor. Çok güzel seçmiş bu şarkıyı Kemal Tahir. Onun tüm yazdıklarının özeti bu belki de. Büyük idealler peşinde koşan şerefli insanlar bir şekilde insan olmanın zaaflarına çarpıyorlar. Kendi idealleri için her şeylerini kaybetmeyi, canlarını kaybetmeyi göze alan bir insanlar olaylar normale döndüğünde görüyorlar ki hayat tüm sıradanlığıyla ve büyük küçük çıkarların etrafında dönüyor. Bu şerefli ruhlar gerçek dünyanın zavallılığı karşısında sudan çıkmış balığa dönüyorlar. Daha kötüsü gerçek dünya reddetmek için çok güçlü. Büyük idealler yerini başını sokacak bir ev bulmaya ya da üç kuruş para kazanma derdine bırakıyor. Bu dünyayla ne yapacaklarını bilemiyor gibi bu yüksek ruhlar.

Bir gerçek de var ki hayat ve zaman acımasızca varlığını insanlara dayatıyor. Açlık büyük ideallere izin vermiyor. İnsan bir şeyleri yoluna koymaya başladığında ise ya sağlığından oluyor ya da bu dünyadaki güvencesi olan evinden ya da işinden. Zavallı insan kendi hayatının bile hakimi olamıyorken büyük idealler peşinde koşmaya hevesleniyor. Bu büyük idealleri boşverip kendi çarkını kurmaya çalışan kurnazlar kazanıyorlar sonunda. Savaşta savaşan gözlerini kaybederken askerden kaçıp ticaret yapan kazanıyor sonunda. Fuzuli’yi okuyamayacağı için duyduğu derin üzüntü kalıyor ona. Bu insanlar bir aralığına ya da belli bir anda kendilerini çok daha büyük bir şeyin parçası hissetseler bile hergünkülük cehenneminin içinde düşmekten kurtulamıyorlar. Bundan kurtulmak için alınan tedbirler işlemiyor.

Yani elden ne gelir ki? Bizim dünyada payımıza düşen sadece bu kadarıdır belki. Takdir böyle. Kaos her şeyin üstünde. Büyük ve küçük çıkarların peşinde koşarak böcekleşmek. Yani; neyleyim takdire tedbir uymuyor. Ve tüm bu çabalar nihayetinde anlamsızdır çünkü onun olur olmaz aklına gelen söz bu hayatın gerçeğidir. Ölüm bütün didinmelerin sükuna inkılabıdır. O didinmeler bizim ya da cemiyet için ne kadar önemli olursa olsun ya da bunların ne kadar önemli ve değerli olduğunu düşünürsek düşünelim. Bütün bu çabalar ölümle birlikte sessizliğe inkılabı, belki de tekamülüdür.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.078 aboneye katılın