Otomatik Portakal’ın belki en kayda değer cümlelerini hatırlatayım. O an aklım çok fazla çalışıyordu. Birden fark ettim ki düşünmek aptallar içindir. Bazıları ilhamını Tanrıdan alır ve ne yapması gerektiğini bilir. Aşağı yukarı böyleydi cümleler. Düşünmek aptallar içindir çünkü akıl bilmeyi sağlar ama bilmek hiçbir şeyi değiştirmez. Duygular akıl gibi ikiyüzlü değildir. Akıl kendini kandırır duygu ise sorunu anlar ve seni duvara çarpar. Duygular, aklın seni kurtarmaya çalıştığı sefaletin içine çeker. Aklın yalanını yüzüne çarpar ve züppeliğine katılmaz. Akıl hayatın acımasızlığı karşısında ürettiğimiz bir savunma mekanizmasıdır. Duygu bunu biliyormuş gibi aklı geçersiz kılar.
Akıl eğer gerçeği katlanılabilir hale getiren bir araçsa duyguların dürüstlüğü bir övgünün konusu olabilir. Akıl hayatın acımasızlığı karşısında ürettiğimiz bir savunma mekanizmasıdır. Eziklikten gelir. Tahammülü sağlar. Yeterince güçlü olsaydık akla ihtiyaç duymazdık. Tıpkı Zeus gibi. Tanrıların zeki olması gerekmez onlar duygularını izlerler. Güçlüysen akla ihtiyacın yoktur çünkü duygular ne yapman gerektiğini zaten söyler. Sadece yaparsın. İnsan ise gücü sınırlı bir varlık olarak meseleleri akla vurmak zorundadır. Akıl anlam yaratır çünkü insan duygularını takip ettiğinde anlama ihtiyaç duymaz. Duygular kendi kendinin nedenidir başka bir amaç için gerekli değildir. Duygularımızı izleyemediğimizde aklımız devreye girer ve ihtiyaç duyduğumuz şeylerin yerine “maketler” koyar. Anlam başlı başına bir makettir.
Akıl eğer büker ve gerçeği ehlileştirmeye çalışır ama duygu ona katılmaz. Gerçek acıdır ve yapılması gereken bellidir fakat bireyde bunu yapacak imkanlar her zaman olamayacağı için akıl içinde bulunulan sefaleti cilalamaya çalışacaktır. Duyguların tam olarak tatmin edilmediği ya da yön bulamadığı yerlerde, akıl devreye girer ve bu boşluğu doldurmaya çalışır. Duygular, doğrudan ve saf bir şekilde yaşandığında, anlam arayışına gerek kalmaz; çünkü “anlam” zaten o duyguların içinde saklıdır. Ancak gerçek hayatta bu duygulara ulaşmak, onları tam anlamıyla yaşamak neredeyse imkânsızdır. İşte akıl burada sahneye çıkar: Maketler yapar, hikâyeler uydurur, sefaleti cilalar. Aklın işlevi bir anlamda, maketleri cilalamak ve onlar maket değilmiş gibi davranmaktır.
“Putları yıkman değil, kendi içindeki putperesti yıkman, buydu senin cesaretin.”
İlk bölümdeki akla yönelik eleştiriler aklın da bir put olabileceğini anlatmak içindi. Duygular için ise açıklamaya bile gerek yok. Duyguların dürüst olması onların insanı mahvetmesine engel değildir. Duygular zaaflarımızın ve noksanlıklarımızın çocuğudur, bu yüzden bir bakıma acizliktir. Bir şeyi istememizin nedeni o şeyin bizde olmamasıyla ilgilidir. Ancak bir şeyin eksikliğini hissetmediğimizde onun hakkında gerçekten “düşünebiliriz.” Diğer türlü onu düşünmüyor ona çekiliyoruzdur. Akıl sefaleti cilalasa bile uygun koşullar oluştuğunda onu kavramayı sağlar. Duygular ise bizi ihtiyaç duyduğumuz şeyin uydusu haline getirir ve kontrolsüzce yuvarlanırız hatta debeleniriz. Çiftleşme döneminde burnuna dişi kokusu gelen bir hayvan gibi sadece çekiliriz. Bizi anlayamadığımız bu şeyler öldürür.
Sezai KARAKOÇ, yeşil sarıklı ulu hocalara sitem ediyordu. Kardeşi İbrahim ona mermerden putları kırmayı öğretmişti ama yeşil sarıklı ulu hocalar ona putları yazılardan ve sözlerden nasıl sileceğini öğretmemişlerdi. Nietzsche ise daha derin bir hakikati dile getirecekti. Putları değil kendi içindeki putperesti yıkman gerekir. Akıl da duygu da aslında puttur. Birey hem aklın hem de duyguların birer put olduğunu anlayıp bunlara gerekli şüpheyle baktığında özgürleşecektir. Duygu da akıl da her zaman ciddiye alınacak şeyler olmamalıdır. İkisinin de kendi zaafları vardır. İçimizdeki putperesti yıktığımızda bunların üstünde olacağız. Mümkün mü? Belki bir parça.
Kendini putlar devirmeye adayan kişi kendi putunun peşinde koşma tehlikesiyle yüz yüzedir. İçindeki putperesti deviren kişi ise artık bunların üstündedir. Hiçbir put artık ciddiye alınmayacaktır ve yıkma isteği uyandırmayacaktır. Bir şeyi istek yok olduğunda kavramaya yaklaşırız. Aklı da duyguları da yıkma isteği duymadan sadece anlamaya çalışmak belki olması gerekendir. Hakikati bulmak ya da hakikatsizlikle başa çıkmak için akıl ve duygunun ne olduğunu anlamaya çalışmak. Bu kendimize dışarıdan bakmayı gerektiren zor bir süreçtir. Yapmak zorunda değiliz fakat yapamamanın bedeli sefaletin içinde debelendiğimizi anlamadan bir ömrü geçirmek olabilir. Aklın züppeliğinin törpülendiği ve duyguların dürüstlüğünün dikkate alındığı bir denge mümkündür belki. Sanırım ne aklımıza ne de duygularımıza güvenebiliriz. Onlar da putturlar. Yine de akıldan ve duygulardan özgürleşemeyiz çünkü onlardan yapıldık. Elimizde bozuk da olsa bu araçlar var.
Bir Cevap Yazın