Hukuki anlamda ayırt etme gücü, kişinin fiil ve isteklerinin neden ve sonuçlarını anlamasıdır. Yaş küçüklüğü ya da akli dengeye sahip olmama hali kişinin ayırt etme gücünden yoksun olmasıdır. Aynı kavramların daha derine inildiğinde elbette her şey bu kadar net değildir. Felsefi anlamda ayırt etme gücü kişinin ne olup bittiğini anlama derecesidir diyebiliriz.
Bir süredir diyalektiğin, dualitenin zorunlu sonucu olması üzerine düşünüyorum. Bir olguyu sadece iki seçeneğe sıkıştırdığımızda bunun yetmediğini göreceğiz. Her siyah ve beyaz karşılaştırması grileri konuşmayı mecbur kılacak. Zıtlıklar doğada yoktur, bizim doğayı anlamak için farklılıkları derecelendirme ihtiyacımızdan türemiştir zıtlık kavramı. Zıt dediğimiz şeyler aslında kendi “karşıtlarını” bir ölçüde içinde barındırmak durumundadır. Bu zıtlıkların bir derece meselesi olması onların senteze ulaşacağı anlamına da gelmez. Olsa olsa olayların korkunç göreceliliğini fark etmemizi sağlar.
William Blake’in “Kaplan” ve “Kuzu” şiirlerindeki zıtlık üzerine düşünelim. Kaplan şiirinde şair vahşilik, güç ve korku gibi temaları ele alırken, kuzu şiirinde masumiyeti ve saf neşeyi ele alır. Kaplan şiirinde geçen şu dizeler kaplan ve kuzunun doğası arasındaki büyük farkın şaşkınlığını yansıtır. “Hangi ölümsüz el ya da göz biçimlendirdi o korkunç simetrini?” , “Kuzuyu yaratan mı yarattı seni de?” Kaplan korkunç görünüşüyle kuzudan çok farklıdır. İkisini de aynı elin yaratmış olması ne tuhaftır. Blake kuzu şiirinde, kuzudan bahsederken kaplanın tam zıttı şeyleri hatırlatıyor. Kuzunun neşeli sesiyle çayırlarda otlaması, yumuşacık yünden bembeyaz giysisini ve İsa gibi çocuk yürekli olmasını anlatıyor.
Kaplan ve kuzu arasındaki derin farkı düşünelim. Birisi korkunç bir simetrinin hayranlık verici yönüyken diğeri saf neşenin ve tatlılığın sembolüdür. Bu ikisi arasındaki fark o kadar derindir ki şair ikisinin de aynı el tarafından yaratılmış olmasına şaşırmıştır. Bu şaşkınlığın nedeni kaplanın ve kuzunun doğasındaki farkın insan zekası tarafından ayırt edilebilmesinden gelir. Bir kelebek için böyle bir fark yoktur. Bir kuş ya da köpek için fark daha azdır ya da başkadır. Farkın büyüklüğü küçüklüğü ya da özü insana göredir. İnsan için bile bu ayrım net değildir. Kuzuda bulunan neşe ya da tatlılık kaplanda da bir ölçüde vardır. Koyun da bitkiler için korku ve titremenin karşılığı olabilir. Sanırım her şeyin içinde her şeyden biraz vardır.
Marifet Süleyman’la konuşmak değil kuşla konuşmaktır.
Eğer her şeyin içinde her şeyden biraz varsa şeylerin birbirine geçmişliğinin içinde bunu görebilmek marifettir. Bir kaplanın, bir kuzunun ya da herhangi bir şeyin ne olduğunu söylemek göreceli de olsa bir ayırt etme gücüdür. Zekanın bir üstünlüğü de zor ayırt edileni, diğerlerinin göremediğini görme becerisidir. Yalanı ayırt etmek, işleyişi anlamak ya da tutarsızlığı yakalamak gibi sosyal yönü bir yana varlıklar arasındaki farkları ayırt edebilmek bir zeka işlevidir. Varlıkları ayırt etmemizle ilgili sorun bizim varlıklarımızı beş duyu organımızla algılıyor oluşumuzdur. Teknoloji, doğrudan beş duyu algımızla algılayamayacağımız şeyleri beş duyu organımızla anlaşılacak hale getirebilir. Yine de hala veri, organizmamıza indirgenmiş durumdadır. Şeylerin kendinde ne olduğunu bilemeyiz. Bu tüm her şey için geçerlidir elbette.
Varlıkları ayırt etmemizle ilgili bir sorun da onları tanıma biçimimizdeki yöntemle ilgilidir. Biz varlıkları tanımlarken kategorilendiririz ve onları bir kategoriye koyarız. Kaplan ve kuzu hayvan kategorisindedir. Memeli hayvanlardır bunlar. Bunun yanında kaplan etçil, kuzu otçuldur. Koyun da kaplan da kendi içinde yeni kategorilere ayrılırlar. Peki bunda ne sorun vardır? Buradaki sorun şeylerin biricikliğinin hep ıskalanıyor oluşudur. Tanıma çabamız günlük hayatta çok işimize yaradığı halde aslında ilkel bir kategorizasyon işinden başka bir şey olmayabilir. Varlığın kendinde ne olduğunu anlamamıza imkan vermez.
Kaplan ve kuzuyu ayırt etmek ve onların arasındaki büyük farkları görmek bir zeka meselesidir. Kusurlu bir tanıma işlevimiz olsa da her şeyin iç içe geçmişliğindeki derece farklarını anlayabiliriz. Bu derece farklarını görmek bizi diğer canlılardan daha zeki yapıyor. İnsanlar arasındaki zeka farkının da bir ölçüde bu ayırt etme becerisiyle ilgili olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Ne kadar kusurlu olsa da ayırt etme becerimizi bir şekilde geliştirmek ne olup bittiğini anlamak için elimizdeki tek silah olabilir. Ayırt etmek için dikkat etmek ve bolca farklı örnek görmek gerekir. Bir dedektifin olay yerine baktığında diğerlerinin fark edemediğini fark etmesiyle Süleyman’ın kuşla konuşması arasındaki fark sandığımızdan azdır.
Bir Cevap Yazın