Canlı Korku Makinesi

Makinenin en temel işlevlerinden biri bir enerji türünü başka bir enerjiye daha doğrusu harekete çevirmek olduğu için insanı da canlı bir makine olarak görmek yanlış olmaz. Biricik işlevi hayatta kalmak olan bir makine ve bu makine biricik işlevi olan hayatta kalmaya karşı engeller oluştuğunda kaygı tepkisini geliştirir.

Hayatta kalma işlevi hayatta daha sağlam kalma, ona daha sıkı sarılma alt işlevlerini de beraberinde getirir. Varlıklı, sağlıklı, saygın, özgür olma gibi durumlar aynı zamanda hayatta kalma ihtimalimizi arttırır. Öyle ya eğer hayatımız ve bunlar arasında kalsak daha az önemli olan bu yan işlevlerden vazgeçeriz. Durum tüm canlılar için de aynıdır. Dinozorlar da diğer canlıların saldırından korunarak hayatta kalma, beslenme, barınma ve eş bulma görevlerini yerine getirmek zorundaydılar.

Dinozor ve insan aynı ihtiyaçları farklı karmaşa seviyelerinde yerine getiriyorlardı. Bitkiler ve tek hücreliler ile ortak yanımız ise hayatta kalma istek ve işlevi. Bu işlev tehlikeye düştüğünde elbette korku ve kaygı başlar. İşlerin ters gittiğini düşündüğümüz zamanlarda korku ve kaygı bizi sarar. Bu can sıkıcı duygu neredeyse sürekli bizimle olur. Bu sanıyorum kaçınılmazdır.

Kaygı; sanırım ona küçük korku ya da korkunun potansiyel hali diyebiliriz, karşımıza çıktığı zamanlarda hayat kalitemizi düşürür. O kadar çok kaygı kaynağı vardır ki artık bu durum sıkıcıdır hatta bir parça nefret edilesidir. Özellikle de yakın çevremizdeki kişilerin hayatlarını olumsuz etkileyecek durumların ortaya çıkmasına dair kaygılar daha da rahatsız edici olabilir.

Elimizde olan ve elimizde olmayan şeyler

Seyreyle güzel türküsünde artık dert ve derman döngüsünden, ve sitem döngüsünden usandığını söylüyor yazan. Kaygı için de bu usanma durumu geçerli gibi geliyor bana. Ondan kaygılan bundan kaygılan. İşle ilgili, çocukla ilgili, ilişkiyle ilgili, sağlıkla ilgili kaygılanacak o kadar fazla durum ortaya çıkabilir ki. Bunlardan dolayı kaygılanmak canlı olmanın ve özelinde insan olmanın bir sorunu olsa da usandırıcı. Ona kaygı duy, buna kaygı duy. Kaygıdan usandık ama kaygı duymak canlı olmanın zorunlu bir sonucu.

Stoacılar kaygıyla mücadele için şöyle bir anlayış geliştirmişler ve bu yaklaşım başka kültürlerce de benimsenmiş. Değiştirebileceğim şeyler için endişelenebilirim ama değiştiremeyeceğim şeyler için endişe duymama gerek yoktur. Elimden geleni yaptıktan sonra benim elimde olmayan şeyler için kaygılanmama gerek yoktur. Fakat bu bakış açısında bence yanlış bir taraf vardır.

Elimizde olan ve elimizde olmayan şeyler kesin olarak ayrılamaz. Her şey biraz elimizdedir aynı zamanda da elimizde değildir. Elimizden gelen her şeyi yapmak hiçbir zaman mümkün değildir. En azından buna tam olarak inanması mümkün olmayabilir. Kettle elektrik kaçırdı ve büyük bir sağlık sorunu yaşadım diyelim. Belki de daha fazla kazanan biri olmalıydım daha düzgün bir kettle alırdım o zaman. İlişkim tüm çabalarıma rağmen bitti. Belki şunu şöyle yapsam, belki spor yapsam, belki estetik yaptırsam farklı olabilirdi…

Mahalledeki tinerciler canımı sıkıyor, belki de evi başka yerden tutmalıydım. Belki de işsiz kalmamak için başka bölümü seçmeli ya da okulu hep bırakıp yurt dışına gitmeliydim. İhtimaller, ihtimaller. Benim elimden gelenler ve gelmeyenler o kadar iç içe ki. Üstelik kararları veren “ben” bile belli bir gen dizilimidir ve bazı yönelimleri zorunludur. Demek istediğim elimizde olan ve olmayan şeyler tamamen iç içe geçmiştir stoacıların bu yaklaşımı bir parça eksiktir.

Bir şeyin olması ile olmaması arasındaki fark

Kaygıdan kurtulmayla ilgili şu söz belki akla gelmelidir. Dücane Cündioğlu Hoca Fatih türbedarı Amiş Efendi’den şu sözü aktarır. “Bir şeyin olup olmaması nezdinde müsavi değilse nakıssın evladım.” Yani bir şeyin olması ve olmaması arasında senin için fark yoksa henüz eksiksindir ve kemale ermemişsindir. İstekler için olduğu kadar korkular için de geçerli olmalıdır bu söz.

Bir şeyin olmasıyla olmaması arasında bir fark olmaması insan için mümkün mü? İstekler belki neyse ama belalar ya da bela ihtimalleri karşısında kaygı duymamak. Canlı kaygı makineleri için böyle bir şey mümkün gelmiyor bana. İnsan böyle bir varlık değil. İşe girmekle girmemek, tümörün iyi huylu ya da kötü huylu olması arasında fark görmemek…Bunlar ancak lafta olur gibi. Yazarken güzel olacak şeyler.

Kaygı ve varoluşçuluk

Kaygı elbette bir sorun değil ve mantık öncesi dönemde ve hatta şimdi bizi canlı tutan, elekten geçebilmemizi sağlayan şeyler duygulardı. Hayvanlarda daha belirgindir bu. Galiba mantık yokken hayatta kalmamızı duygular sağlıyordu. Hayvanlarda halen olduğu gibi. Kaygı ve tedirginlik sayesinde hayatta kalabiliyorlar. Kaygı bizi hayatta tutuyor, beladan uzak kalmamızı sağlıyor.

Burada aklıma varoluşçuluk geliyor. Albert Camus’nun Yabancı romanındaki karakteri her şeye “Bence bir.” cevabını veriyordu. Hayatı olumsuzlayan bir insan belki tüm bu kaygılardan arınabilir. Tüm tuzaklar anlamsızlaşır onun için. Fakat söz konusu etrafındakiler olduğunda aynı durum aynı mı olacaktır? Varoluşçuluk ya da nihilizm bile kaygıdan kurtulamayacaktır bana göre. Kaygıdan kurtulmak insan için münkün olmayacaktır. Evrimsel süreçte onunla yoğurulduk biz yani ondan yapıldık.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.069 aboneye katılın