J.P Morgan’ın bir sözüyle konuya giriş yapayım. “Gücünü istismar eden adam onu kaybeder.” Güç ya da yetke ne dersek diyelim sorumlulukla beraber gelir. Sorumluluğu değil de yetkeyi isteyen kişi ya da kurumlar onun doğasını anlamamış demektir ve doğasını anlamadığımız şeyler tarafından yok ediliriz. Bir şeyi yapmaya muktedir olmak o şeyin yapılabileceği anlamına gelmez. Eğer aklın kanunlarına aykırı hareket ediyorsak karşılaşacağımız sonuç ya o şeyi yapacak yetkiyi kaybetmek ya da yaptığımız şeyin artık değerinin olmaması dolayısıyla yapmamızla yapmamamız arasında artık fark kalmamasıdır. Yani yetkeyi oyuncak etmek onu buharlaştırır.
Basit bir örnekle: Park yasağına uymayan birilerinin ceza almasını engellediğinizde bu istisnanın yavaş yavaş norma dönüştüğüne şahit olursunuz. Sistem kendi arka kapılarını bulacak ve istisnayı norm haline getirecektir. Artık yetkenin bir anlamı kalmayacaktır. Google’da çalışmak bir ayrıcalıksa ve birtakım yetkililer ayrıcalıklı olmadığı halde Google’da çalışanların sayısı artmaya başladığında artık o ayrıcalık kalmayacaktır. Bu elbette belediyeler, resmi ve özel tüm kurum ve yapılar için geçerlidir.
Bir yetki ölçüsüzce kullanıldığında, nedeni insanları memnun etmek, çıkar sağlamak vs. ne olursa olsun bulacağımız şey hoşumuza gitmeyecektir. Tanrı acele etmez ve başa gelecekler kaçınılmazdır. Acaba böyle midir? Peki bu doğruysa inatla ve ısrarla hatalı kararlar verdiğine şahit olduğumuz insanlar neden bir şey kaybetmemiş gibi görünüyorlar? Patron veya özel hayatıyla ilgili kararlar veren bir arkadaşımız neden bunca hatalı karara rağmen “toslamadılar” ya da bedel ödemediler? Soruna daha yakından bakmaya çalışalım.
Her şeyin üstündeki kanunlar
Sophokles’in Antigone’unda bir olay vardır. Kral yandaşları ile kral karşıtları savaşa girer. İki kardeşten biri kral tarafında savaşa girerken diğer kardeş kral karşıtlarının yanında savaşa girer. Kral savaşı kazanınca diğer kardeşin cesedinin gömülmemesini, onun orada çürümesini ve köpekler kuşlar tarafından yok edilmesini emreder. Bir başka kardeş olan Antigone ise kralın emrine rağmen ve ölüm cezasına çarptırılacağını bilmesine rağmen kardeşini gizlice gömer. Kralın huzuruna çıktığında ve kral kanuna rağmen böyle bir şeyi nasıl yaptığını sorduğunda “Senin kanunlarının üstünde kanunlar var” der. Burada Antigone Tanrılara gönderme yapar ve kralı ondan daha güçlü olan Tanrılarla korkutur. Elbette trajedi kendi rotasında akar ama bu olay bugünün de meselesidir. Kralları daha güçlü krallarla korkutamadığımız zaman vicdanımıza uymayanı kime nasıl şikayet edeceğiz?
Tanrı birini mahvedeceği zaman ona kötü şeyleri iyi gibi gösterir
Mitlerde Tanrılar üstüne düşeni yapar ve kanunlarına uymayanları felakete sürükler. Kibirliysen, Nemesis hak ettiğini verecektir. Antigone’da geçiyordu sanırım yine. Tanrı birini mahvedeceği zaman onun muhakeme yeteneğini elinden alır. Ona kötü şeyleri iyi gibi gösterir ve bu yaptıkları şeyler yüzünden tanrıların öfkesini çekerek mahvolur. Adaletin Tanrılardan geleceğine dair inanç ve beklenti çok eskidir. İyimser anlamda, Tanrı sadece aslanın kaplanın değil kurdun ve kuşun da tanrısıdır. Merak edecek bir şey yoktur. Kötümser anlamda ise tanrılar, muzafferleri korkutmak isteyen kölelerin yalanıdır. Koyunlar kartaldan korkarlar ve ona karşı yapacak hiçbir şeyleri yoktur. Bu yüzden iyilik, adalet, merhamet gibi kavramlarla onun kafasını karıştırıp kendi köle korkularını ona da aşılamaya çalışırlar. İktidar, güç ve azameti kötülerler. Yani kartalları pençelerinden dolayı utandırmak isterler.
İyi ve kötü görecelidir. Bir haksızlık varsa haksızlığa uğrayanlar olduğu kadar hak yiyenler de vardır. Bir fedakarlık varsa bu feda edilenleri bir toparlayan da vardır. Hakikat rahatsız edici olabilir. Belki mesele seçme zamanı geldiğinde ne tarafta olduğumuza göre karar vermemekle ilgilidir. Köle sahibi ve köle kölelik hakkında farklı düşünür. Ataerkillik herkes için aynı derecede rahatsız edici değildir. Yadudilerin mallarına çökülürken zenginleşen ve üç kuruşa mülk sahibi olan Almanlar vardı. Özgürlük, demokrasi ve insan hakları söz konusu başka ülkeler olunca akla gelmedi. Her şeyin üstündeki kanunlar o zamanlar farklıydı.
Tanrıların esame listesi
Yetkenin oyuncak edilmesi sorunu karşısında akıl bize ne der? Her şeyin keyfiyete ve kişisel çıkarlara göre belirlendiği bir yerde ve aklın kanunları da doğru kişilerin hakkının yendiği ve doğru kişilerin hakkının verildiği bir sistemin sürdürülebilir olduğunu söylüyorsa ne yapmalı? Çoğunluğu ya da doğru kişileri arkama alarak amacım doğrultusunda ilerliyorsam ve bu yaptığım şey vicdanlı, adil ve aklı başında insanların gözünde yanlışsa işler nereye varır? Bu elbette cevabı bir çırpıda verilebilecek bir soru değildir ve durumdan duruma değişkenlik gösterebilir. Makyavel haklı olabilir. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair bakışımızı genişletmemiz gerekebilir. Belki de tek gerçek büyük balık olmakla ilgilidir. Herkesin kendi stratejisini yürüttüğü bu ormanda önemli olan büyük balık olmaktır. Ve yeterince büyük balıklar rakiplerini mahvedebilirler.
İşin gerçeği bu ormanda (dünyada) kendimizi bulduk ve inandığımız her şeyin zıttının da geçerli olabileceği durumlara şahit olduk. Yaptıklarımızın değerini ya da olması gerekeni bize söyleyecek bir üst otorite yok. Bir ömür nasıl yaşanmalı ya da değerli olan nedir? Hangi yaşamlar ya da hangi uğraşlar değerli cevabını bilmiyoruz. Varsa eğer, Tanrıların esame listesi elimizde yok. Orta Doğudaki bir gazetecenin kendini gerçeklere adamış hayatı mı değerli, yıldız bir futbolcunun hayatı mı, bir taşra hekiminin mi yoksa bir ormancının mı? Bize cevap verecek bir şey yok. Dünyanın en büyük devletinin kirli çamaşırlarını ortaya çıkaran internet aktivisti ceza evinde, ömrünü bilmeye adamış nice insan sürgün durumda olabilir. İnsan gerçekte neyin peşinde koşuyor ve bu uğurda mücadele ettiği diğer insanlar neyin peşinde koşuyor.
Anlam değer ve aklın kanunları üzerine tüm bu soruları kovalamak gerekir belki ama daha pragmatik olan bir şey var ki eğer toplum halinde iyi kararlar almazsak bu dünya olması gereken daha can yakıcı olabilir. Teorik olanı fark etmeyebiliriz ama pratik olan hergün gözümüze sokulur. Haksızlıklar, adaletsizlikler ve vicdani olmayan üzerine düşünmezsek ve tüm bunlara verecek bir cevabımız ya da bir tepkimiz yoksa bunun sonuçlarıyla karşılaşabiliriz. İşe girerken, bir şey satın alırken ya da bir yere gitmeye çalışırken. Yetki, gözümüzün önünde kötüye kullanıldığında bizim minik çıkarlarımız kadar sisteme yapacağı etkiyi göz önünde bulundurmakta fayda var. Her şeyin bir sonucu olur ve bedelleri ödemeyi göze almadan iş yapmaya başladığımızda yetkeyi oyuncak etmiş bir çocuğa dönüşmüşüz demektir.
Bir Cevap Yazın