Planlı Yeniden Başlatma

Dünyanın çeşitli yerlerinden çatışma haberleri geliyor ve özellikle Orta Doğu’da işler karışık. Cihan harbinin üçüncüsünün çoktan başladığını söyleyenler var. Türkiye ve İsrail arasında sürekli yükselen bir tansiyon var. İki devlet de birbirinin gerçek anlamda ayağına basmamış olsalar bile Hobbesçu tuzak devreye girdi. Buradan dönüş yok. İki devlet de birgün savaşacağı varsayımına göre adımlarını atacaklar bundan sonra. Oyun teorisi bunu gerektirir. Savaş ihtimalini göz ardı edip hazırlanmayan büyük bir bedel ödeyeceği için iki devlet için de hazırlık kaçınılmaz. Bir savaş olmayacaksa bile artık devletler savaş psikolojisine girecekler ve haklarını buna hazırlamaları gerekecek.

Önümüzdeki çeyrek yüzyıl için düşük yoğunluklu savaşlar çeyreği olacak diye bir öngörüde bulunmak abartılı olmayacaktır. Bu durum birçok devlet için geçerli olabilir. Önümüzdeki günlerde farklı coğrafyalardan daha fazla çatışma haberi duymayı bekliyorum. Sanırım dünyanın düşük yoğunluklu savaşlara ihtiyacı var. Sorun sadece ABD’nin ekonomisini silah sanayisi üzerine kurması ve bu sanayinin varolmak için çatışmaya ihtiyaç duyması değil. Daha doğrusu bu yeni bir şey değil. Bu defa düşük yoğunluklu savaşlar toplumu yeniden şekillendirmek için hükümetlerce bir araç olarak kullanılabilir. Amaç planlı bir yeniden başlatmayla toplumun önceliklerini yeniden belirlemek ve insanların hayata dair beklentilerini aşağı çekmek olabilir.

Sanırım artık yavaş yavaş şunu kabul etmek gerekiyor. Küresel ekonomi artık büyümüyor. Büyüyorsa da nüfus daha hızlı büyüdüğü için beklenen zenginleşme gerçekleşmiyor. Refah azalıyor. Tarihte ilk defa yeni neslin eski nesilden daha fakir oluşuna tanık olduğumuz söyleniyor. Büyük refah devletleri eski refahlarını kaybediyor. Halk hayal kırıklığına uğramış durumda. Gelecek de pek iyi gelecek gibi görünmüyor. Küresel ısınma, susuzluk, göçler ve daha henüz tam anlamıyla başlamamış olan iklim göçleri gelecek için tehdit. Fakirleşme ve pahalılık daha da artacak gibi görünüyor. Özetle işler iyiye gitmiyor ve gelecek için umut az gibi.

Düşük yoğunluklu savaş toplumu nasıl dönüştürebilir?

Tarihte büyük toplumsal hareketler insanlar alıştıkları belli bir refah seviyesinden aşağı düştüğünde ortaya çıkmıştır. Önceden sahip olduklarına artık sahip olmayan insanlar en kızgın olanlardır. Devletler olası büyük toplumsal hareketlerin önüne geçmek için ne yapabilirler? Kontrol edilebilen planlı bir düşük yoğunluklu savaş aslında toplumu belli oranda yeniden şekillendirebilir. Savaşta olduğunu bilen toplum güvenlik kaygısı ağır bastığı için refahının azalmasını eskisi kadar sorun etmeyecektir. Devletlerin işlerini daha da zorlaştıran ve ülkeyi göçmen mıknatısına çeviren sosyal devletten vazgeçmek ve buna toplumu ikna etmek daha kolay olacaktır.

Sosyal devlet bir anlamda, orduya aktarılacak paranın bütçe açığı vererek vatandaşa aktarılmasıdır. Düşük yoğunluklu savaş kaynakların vatandaştan alınarak askeriyeye aktarılması için fırsat verebilir. Bunun yanında savaştaki bir ülke en büyük ar-ge yatırımlarını savaş teknolojilerine yaparak, eğitim sağlık ve enerji gibi sivil alanlarda da kullanılabilecek teknolojilerin önünü açabilir ya da rakipleriyle arasındaki teknoloji farkını kapatabilir. Kimsenin bir başkasına güvenemeyeceği bir dünyada kritik teknolojileri millileştirmek hayati bir mesele olacaktır. Belki düşük yoğunluklu savaş sayesinde toplumun ihtiyaçlarını ve kaynaklarını yeniden şekillendirmek mümkündür.

Bir ülkedeki milyarlarca dolar, estetik ve kozmetik gibi sektörlere akıyor olabilir. Ülkenin en yetenekli mühendislerinin potansiyelleri insanlara daha fazla reklam “tıklatmaya” harcıyor olabilir. Düşük yoğunluklu bir savaşın şekillendirdiği ortamda farklı alanlardaki teknolojileri geliştirmek için maddi ve bürokratik engeller hızlıca aşılabilir. Radar, bilgisayar, nükleer ve penisilinin II. Dünya Savaşı sırasında bulunduğu hatırlanmalıdır. Belki dünya ekonomisinin artık büyüyememesi sorunu, yeni dönemde yönelinecek alanlarda sağlanacak inovasyonlarla aşılabilir.

Kaos kontrol edilebilir mi?

Buraya kadar düşük tempolu savaşın görece topluma sağlayacağı faydaları ele aldık fakat şu açıktır ki savunmaya ayrılan pay eğitim ve sağlık gibi alanlardan kısılan paydır. Böyle bir dönemde toplumun daha da fakirleşmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir. Savaş düşük tempolu olsa bile savaş savaştır ve ülkedeki insanların zarar görmesi demektir. Özgürlüklerin ve can güvenliğinin azalması belki de kaçınılmazdır.

Düşük yoğunluklu savaşın asıl sorunlu yanı ise bu savaşın hep düşük yoğunluklu kalmama olasılığıdır. Ülkelerin perde arkasında savaşı kontrollü tutması ne kadar mümkün olabilir? Dehşet dengesine güvenebiliriz. Bir ülkenin elinde diğer ülkeye telafi edilemez zararlar verecek güç varsa düşük yoğunluklu savaş sıcak savaşa dönüşmez ya da en azından devletlerin kendi sınırlarına uzanmaz. Yine de buna bel bağlamak mantıklı değildir. Kaosu kontrol edecek bir otorite yoktur. Düşük yoğunluklu savaş zamanla sıcak savaş kadar yıkıcı olabilir. Bu gerçek dünyanın bu yöne doğru gittiği gerçeğini maalesef değiştirmemektedir. Dünyanın bu yöne gittiği ve önümüzdeki çeyrek yüzyılın böyle bir zaman dilimi olacağı öngörüsü umarım tutmayan bir tahmin olarak kalır. Belki de düşük yoğunluklu savaş çağı, insanlığın refahını kaybettiği ama kaosu yönetmeyi öğrendiği çağ olacak.

Bir Cevap Yazın

Diğer 1.079 aboneye katılın
Şiraz Duvarı
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.