Schopenhauer Mutlu Olma Sanatı kitabının üçüncü maddesinde hoş bir tavsiyede bulunur. Güçlü ve zayıf yönlerimizi iyi tanımalıyız ve zayıf olduğumuz taraflarla oyalanmak yerine güçlü olduğumuz yönlerimizi geliştirmeye bakmalıyız. Doğal yeteneklerimizi kullanabileceğimiz alanlara yönelip beceremeyeceğimiz işlere çaba harcamayacağız ve denemeyeceğiz. Daha acımasızca bir ifadeyle, becerimizin olmadığı alanda becerimiz var gibi yaparak onur kırıcı durumlara düşmeyeceğiz. Özetle kendini tanı, becerikli olmadığın alanlarda oyalanmayı bırak, becerikli olduğun alanlarda ustalaş ve bu becerilerini kullanabileceğin ortamlara yönel diyor Schopenhauer. Becerilerin yetenekten çok sıkı çalışma ve disiplinle yüksek ilişkili olduğu şerhini düşerek devam edelim.
Resim, müzik ya da sporu ele alalım. Bir birey bu yeteneklerden birine sahipse diğerleri ile vakit kaybetmeyip becerebildiği alanda yetkinleşmeye bakmalıdır. Bu beceri alanının resim, müzik ya da spor gibi bir tanımı yok elbette kitapta. Bu beceri alanı sanıyorum çok daha farklı alanlar olabilir. Yemek yapmak, satranç veya flanörlük beceri alanımız olabilir. Herhalde filozofa göre birey yetenekli olduğu alanlar bunlarsa bu alanlara yöneldiğinde sık sık kendi güçlerinin farkına vardığı için daha mutlu bir hayat yaşayacaktır. Hatta sanırım bu alan mümkün olduğunca geniş ve mümkün olduğunca genele hitap ederse bireyin bundan alacağı doyum artacaktır. Çok iyi bir dağcı ile çok iyi bir müzisyenin güçlerini kullanma ve hissetme düzeyleri muhtemelen birbirinden farklı olacaktır. Çok iyi müzisyen, dağcıya kıyasla, muhtemelen güçlerinin farkına çok daha sık varacaktır.
Filozofun söylediğini düşünürken şu bağlamı anlamak zorundayız sanırım. Birey güçlerinin farkında oldukça ve onları kullandıkça bir özbilinç olarak diğer insanların gözündeki değeri artacağı için mi daha yeterli hissedecektir yoksa bu bireysel, içsel bir doyum mudur? Ya da hiç böyle bir ayrım yapmayıp ikisi için de filozofun söylediğini geçerli mi kabul etmeliyiz? Eğer yetenek ve becerilerimiz başkalarının onayı içinse buradaki sorun sanırım ayrıca tartışılmalı. Bu ancak insanın kendini ambalajlamasının bir farklı edimi olurdu ve dayanağında güçten çok daha temel bir yetersizliği aramak gerekebilirdi. Eğer birey kendi egosu ve mutlu olmak için bu becerilerini yetkinleştirmek durumundaysa sanırım bu daha kabul edilebilir olurdu. Aksi durumda becerilerimizi geliştirmek için seçim yaparken kendimizden çok ötekilerin arzusuna yönelirdik. Eylemimiz yine başka bir şeyin (takdir görme arzusunun) gereği olarak ortaya çıkmış olurdu. Kendi kendisinin nedeni olmazdı.
Beceri ve yeteneklerin heba oluşu
Schopenhauer’un bu mutluluk tavsiyesi insan yaşamına bakınca bana iki temel nedenden dolayı yersiz gelir. Birincisi, toplumda yetenek ve beceri kaynıyor ve insanlar bunlardan birini seçip o alanda yetkinleşiyor değildir. Toplumda yetenek ve beceri gerçekten çok azdır ve normal insan yaşantısına baktığımızda insanların öyle ayrıca bir yetenek ve beceri sahibi olmadığını görürüz. İnsanlar ortalama olarak birtakım günlük faaliyetlerde bulunurlar ve beceri ve yetenek hayatlarının bir bölümünü işgal etmez. Senin yeteneğin ne, senin yeteneğin ne diye bir liste yapsak listemizde çok az şey yazardı ve mangal yapmak gibi becerileri listeye eklememiz gerekebilirdi.
İnsanlar çoğunlukla ortalamadır ve bunda da bir sorun yoktur. Normal olarak hayatımızı belli standartlarla devam ettiren sıradan insanlarızdır. Eylemlerimiz iç dünyamızdan bağımsız değildir ve dünyayı inşa etme şeklimiz, hayatımızı devam ettirme şeklimiz ve diğer insanlarla kurduğumuz ilişkiler sürekli olarak ortaya koyduğumuz yetenek ve becerilerimizdir. Yetenek ve beceriler ortaya çıkmak için belki boş zamana ve yeterli maddi kaynaklara ihtiyaç duyar ama yaşamın kendisi ve onla girilen etkileşim herkes için asıl gerçektir. Diğer yetenek ve becerilerin aksine ortaya çıkması için uygun koşullar gerekmez. İnsanın en temel edimidir ve insanla ilgili temel şeyler bu etkileşimlerle belirlenir. Toplumsal yetenek havuzunun derinliğinin göstergesi sanırım o toplumdaki insanlar arasındaki etkileşimin kalitesidir.
Yetenek ve becerilerin mutlulukla bir ilgisi olmayacağıyla ilgili ikinci neden ise yetenek sandıklarımızın yetenek olmamasıdır. Burada biraz tartışmalı bir şey söyleyeceğim belki ama tahrik edersem daha iyi anlaşılabilirim. Halısahada, voleybol maçlarında gösterdiğimiz muhteşem performanslar ya da elimize aldığımız bağlama ya da gitarı çalmak ya da bir şiir yazmak bizi yetenekli yapmaz. Bunlar hobidir 🙂 Televizyon seyretmekten farkı yoktur. İnsan bir konuda kabiliyete sahip olabilir ve bu sadece budur. Bu işleri yaparken güçlerimizi kullanıyor falan olmayız, kendimizi oyalarız. Kendimizi keşfetmemize yardımcı olabilir bu tür edimler fakat ortada filozofun söylediği gibi bir güçlü olma hali sanırım söz konusu değildir. Hobilerimiz çoğunlukla bizi ilgilendiren, insanlara çok da bir anlam ifade etmeyen bir sohbetin bir bölümünü kapsayacak türde edimlerdir. Sanattan çok zanaattir.
Yeteneklerin üst düzey boyutu, sanatın ve becerinin ortaya çıkışı belki bir anlamda dehayı gerekli kılar ve bunun bile ortaya çıkıp değer görmesi o alandaki ekosistemin gücüyle ve toplumun bunu bekleyişiyle ilgilidir. Filozofun yetenek ve becerilerimizi geliştirerek kendimizi daha mutlu hissedeceğimiz iddiası muhtemelen doğru. Bazı konular vardır ki alternatifi olmadığı için başka tavsiyeye gerek kalmaz. Kendini inşa etme süreci bir zorunluluk. Yetenek ve becerilerimizi geliştirmeyelim mi? Elbette geliştirelim çünkü alternatifi yok. Beceremediğimiz konulardan uzak durup onlarla vakit kaybetmeyelim mi? Evet çok mantıklı. Bu yaştan sonra iyi bir tiyatrocu olamayacaksın muhtemelen. Yetenek ve beceri meselesi bana öyle geliyor ki çok takılmamızı gerektirmeyen ve günlük hayatta çok da yeri olmayan teorik bir inşa.
Bir Cevap Yazın