Devletin ne olduğu ve ilk ortaya çıkış koşulları üzerine konuşmak zordur çünkü konu berrak değildir. Devletin tam olarak ne olduğu konusu da berrak değildir. Devlet çeşitli koşullarda ortaya çıkan ve farklı tarzlarda teşekkül edebilen bir yapı. Ne kadar devletleri monarşi, teokrasi, oligarşi, krallık, cumhuriyet vs gibi ayırsak da bu yapılar birbirinden tamamen farklı olmadığı gibi iç içe geçmiş, ortak kurumları paylaşmış haldedirler. Biz tüm bu farklılıkları “devlet” kavramı altında toplayarak bir şekilde ortaya çıkmış bu organize yapı hakkında konuşuruz. Her ne şekilde olursa olsun devlet vardır ve onun hiç değişmez bazı koşulları vardır. Bunun yanında devletin tam olarak ne olduğu konusu keskin görüş ayrılıklarının çatışma alanıdır.
Devletin ne olması gerektiği ve neye ne kadar müdahil olması gerektiği bu konunun dışındadır. Devletin ortaya çıkma koşulları ya da farklı tarz devlet yapılanmalarının birbirlerinden farkları bu konunun dışındadır. Bu konu meşru bir “şiddet uygulama” ve “kanun yapma” tekeline sahip gücün varlığının felsefi olarak temellendirilmesi üzerinedir. Devlet, bu anlamda meşru şiddet organı ve ortak yaşamın kurallarını belirleme gücüne sahip olan yapıdır. Birey devlet denilen yapının ne kadar içindedir ya da ne kadar devlette söz hakkına sahiptir? Bu soru devletlerin tarzlarını birbirinden ayıran en güçlü ayırt edicidir. Halkın oy hakkının olduğu bir devlet teorik olarak tüm halkı kapsayan ve içeri alan bir devlet şeklidir. Bunun yanında sermaye ve propaganda sayesinde halkın istedikleri oluyormuş algısı yaratılıp devlet halkın ortak çıkarları yerine belli bir grubun çıkarlarını kolluyor olabilir.
Kutsal Devlet ve Ele Geçirilen Devlet
Devletler ilk kuruluşundan bu yana Tanrısal iktidarın bir devamı olarak ortaya çıkmışlardır. En erken devletler bile Tanrılarının kurallarını uyguladıklarını söylemişlerdir. Hükümdar Tanrının yer yüzündeki temsilcisidir. Onun sembolü, ileri görüşlülüğün (keskin gözleriyle) sembolü olan kartaldır. Kartal göklerin en yükseğinde olduğu için Tanrıların hayvanıdır ve hükümdar da Tanrının yeryüzündeki yansımasıdır. Bu devlet kutsal devlettir. Kut ile ilişkilidir.
Kutsal devletin doğrudan değil dolaylı olarak Tanrısala bağlandığı görüşler de vardır. Evrensel tin, bunu bir çeşit evrenin ilk maddesi ya da her şeyin ortaya çıktığı ezeli ve ebedi varlıktır. Bu varlık ya da ilk madde kendini tanımak için çeşitli formlarda kendini “dinlemiştir.” Önce boş evrende, sonra cansızlarda, sonra ağaçlarda, hayvanlarda derken tin insanda dinlenmeye insan olarak tezahür etmektedir. Devlet ise işte bu tinin dağıldığı ulusun ortak aklının tüm maddi ve manevi değerlerinin ortaya çıkardığı en büyük üstyapı unsurudur. Tin artık kendini devlette ortaya koymaktadır. Tinin son aşaması olarak devlet yarı tanrısal bir sosyal kurumdur.
Devletin kutsallığı ile ilgili bir diğer çıkış noktası devletin bir geleneğin devamı olmasıyla ilgili olmalıdır. Yüzlerce yıllık kurumlarda bir bürokrasi ve yönetim geleneği oluşur. Devlet her gelenin eklemeler yaptığı “ussal” olarak mükemmelleşmeye doğru giden bir yapı olmak durumundadır. Devlet geleneği ve devlet aklı gibi tabirler bu anlayışla ilgili olabilir. Devlet eğer çağın getirdiği en üst düzey düşünceleri yapısına entegre edebiliyorsa bu devletin evrensel usu da barındırdığı anlamına gelebilir. Örneğin monarşilerden demokrasilere geçiş ussal bir birikimin sonucuysa bu birikimi kendine katabilmiş devlet evrensel usu da kapsamış sayılabilir.
Devletin kutsallığı veya toplam bir bilgelik olduğuyla ilgili görüş tek görüş değildir elbette. Özellikle devrimci gruplar ya da yeni fikir akımları bu geleneği reddetmek fayda görecek, mevcut devleti köhneleşmiş düzenin bir sonucu olarak görme eğiliminde olacaklardır. Devrimciler devleti bozulan ve özüne dönmesi gereken bir yapı olarak ya da tarihsel materyalizmin yıkılması gereken bir ara aşaması olarak görebilirler. Bu gruplarca devlet sınıf mücadelesinden doğan ve burjuva sınıfının işçi sınıfını tahakküm altına almasını sağlayan bir sınıf devletidir. Devlet burjuvanın bu adaletsiz düzeni sürdürmek için işçi sınıfına baskı kurduğu yapıdır. Burjuva devleti ele geçirmiştir ve artık devletin tek işlevi adaletsizliği meşrulaştırmak ve işçi sınıfını bastırmaktır. Bu anlamda devlet kutsal olmadığı gibi bir sınıfın ele geçirip diğerine tahakküm kuracağı sosyal bir yapıdır.
Devletin rolü
Devletin kutsallığı ve kutsallığına yönelik reddiye aslında bir noktada aynı kaynaktan beslenmektedir. Hegel’in diyalektiği Marksistler için tarihsel materyalizmin dinamosu olan sınıf mücadelesinden başka bir şey değildir ve liberal devlet de yerini sınıf mücadelesinin son aşaması olan işçi sınıfı diktatörlüğüne bırakacaktır. Devlete yönelik elbette çok görüş vardır fakat bu iki bakış açısı devlet üzerine düşünürken gözden gelinemeyecek ilk güçlü çelişki olacaktır. Bir sonraki yazı devletin nasıl olması gerektiğiyle ilgili liberal devlet ve sosyal devlet anlayışları üzerinden devletin toplumsal hayattaki rolüne yönelik olsun.
Bir Cevap Yazın