Serbest piyasa, devletin piyasalarda üretici olarak değil sadece dengeleyici olarak var olduğu ekonomik anlayışı ifade eder. Devlet iktisadi teşebbüslerden elini çekerek piyasayı özel şirketlere bırakır. Devletten beklenen küçülmedir. Devlet eğitim, sağlık, güvenlik ve yargı görevlerine odaklanır ve piyasayı ise sadece denetler. Aynı zamanda elbette yasa koyucu ve bunun denetleyicisi olarak devlet vardır. Bu yöntemin bu zamana kadar çalıştığını söylemek doğrudur. Özel teşebbüs devasa yenilikçi hepimizin hayatını kolaylaştıran teknoloji ve hizmetleri hayatımıza soktuğu gibi çoğu zaman bunların fiyatlarını da ortalama insanın karşılayabileceği fiyatlara çekebilmiştir.
Serbest piyasa şimdiye kadar başarılıdır diyerek neden başarılı olduğunu açıkladım fakat bu açıklama elbette tartışmaya açıktır ve başarı tanımına göre doğru ya da yanlış olarak kabul edilebilir. İşin bu kısmının içinden çıkılamaz. Serbest piyasa ekonomisi sosyalist ülkelerle kıyaslandığında başarılı olarak kabul edilebilir. Devletin üretim araçlarını elinde bulundurarak piyasayı kontrol ettiği modellerin serbest piyasa ekonomisine göre daha başarısız olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Başarısızdır çünkü sağladığı ekonomik büyüme ve refah artışı liberal devletlere göre geride kalmıştır ve model yayılma imkanı bulmamıştır. Elbette buradaki başarısızlık da bir tanım meselesidir tartışmaya açıktır.
Piyasa devleti günümüzde eskisi kadar verimli olmayabilir. Sağladığı ekonomik büyüme ve refah artışı eskisi kadar olmayabilir. Daha doğrusu artan refah artışı toplumun tüm kesimlerini kapsamıyor olabilir. Belki en başında da serbest piyasa ekonomisinin refah artışı tüm toplumu kapsamıyordu fakat serbest piyasa ekonomisine alternatif olan sosyalizm tehdidi ortaya çıktığında, sosyalist cepheyi zayıflatmak adına serbest piyasacılar toplumun bütün kesimlerine bazı tavizler verdi. Bugün ortada bir karşı cephe olmadığı için serbest piyasa ekonomisi verdiklerini geri alıyor olabilir. Daha açık ifade etmek gerekirse, zenginler yani bir anlamda mülkleri ellerinde bulunduranlar sadece çalışarak geçinmek zorunda olanlara daha az şey vermek istiyor olabilir. Bu amaçla da sistemli olarak çalışan sınıfın güvencelerini ortadan kaldırıyor olabilirler. Sendikalaşmayı, ikramiyeleri, yıpranma paylarını, emeklilik hakkını, vergi vermeyi reddetme vs şeklinde uygulamaları yaygınlaştırmak için lobi faaliyetleri yürütüyor olabilirler.
Bir ülkede hem zenginler hem fakirler varsa ve bu grupların çıkarları birbirleriyle çatışıyorsa gizli veya açık bir mücadele kaçınılmazdır. Warren Buffet’ın “Sınıf savaşı var, savaşı çıkaran benim sınıfım ve biz kazanıyoruz.” sözünü bu bağlamda değerlendirmek doğru olabilir. İki farklı çıkarlara sahip sınıfın mücadelesinde arabulucu elbette devlet olacaktır. Böyle bir durumda devlet kimin yanında olacaktır? Oyların çoğunluğunu aldığı emek sınıfının mı yoksa halkın gözünde görünür olmalarını, seçim yatırımlarını finanse edip onları halkın gözünde görünür hale getirebilecek olan mülk sahiplerinin mi? Burada bir denge kurulması gerektiği açıktır fakat şu unutulmamalıdır ki birbirini dengeleyen farklı güç grupları olmazsa demokrasinin yok olması gibi bir grubun kazanımları zamanla yok olabilir.
Devleti küçültmek ya da devletin geri dönüşü
Serbest piyasa savunucuları devletin piyasalara en az müdahalesini savunur. Güçlü devletin özgürlükleri de öldüreceğini söylerler. Devlet verimsizdir ve bu verimsizlik vergilerle sübvanse edilir. Piyasa ise her şeyi düzenler ve daha verimli şirketleri ortaya koyar. Bilindik hikaye. Serbest piyasa savunucularının devlet karışmasın ve küçük devlet söylemleriyle ilgili sorun şudur ki devlet çekildiğinde otorite ortadan kaybolmayacak şirketlere geçecektir. Küçülen devlet ya da siyasetçiler fonlandığı şirketlere karşı nasıl bir tavır izleyecek ya da bu şirketlerin cömert tekliflerine nasıl hayır diyeceklerdir? Piyasa ve devlet arasındaki güç dengesi piyasa tarafına kayarsa piyasa devleti de ele geçirmiş olacaktır ve siyasetçiler sadece halkın gazını almak için ortaya konmuş kuklalar olarak kalacaklardır. Şu bir gerçektir ki maddi güç bürokratik güçten çok daha etkilidir.
Devlet piyasa karşısında bugün bu denli çaresiz midir? Cevap büyük ölçüde hayırdır. Rakip şirketler arasında kurulan denge, teşvik sistemleri, diğer ülkelerin şirketleriyle ilişkiler vs. derken devletin bu mücadelede kullanacağı farklı enstrümanlar vardır. Hukuk sopası ve polis gücü hala devletin elindedir. Belki çok daha önemli enstrümanlar olarak vergiler ve para basma meselesi vardır. Şirketler ülkenin bastığı parayı kabul etmek ve bu parayı vergi olarak ödemek zorundadır. Para basma enflasyon sorununu, şirketleri sıkıştırma da şirketlerin başka ülkelere kaçma sorunlarını ortaya çıkarsa da bunlar güç dengesinin sağlanmasını sağlayan araçlardır. Bu bir şekilde dengelenebilir olsa da asıl sorun devlet ve piyasanın el ele vererek daha doğrusu devlet ve mülk sahiplerinin el ele vererek refah bekleyen geniş halk kitlelerini görmezden gelmeye başlaması olabilir.
Mülk sahipleri devletle mücadele etmek konusunda bazı seçeneklere sahip olsa da emek sınıfı bu konuda daha çaresizdir. Devlet ve mülkiyet sahibi sınıf emek sınıfına bedel ödetmek isterse ya da refahı onlara yansıtmayıp kendi aralarında paylaşmak isterlerse emek sınıfı büyük zorluklar yaşayabilir. İşler kötüye gittiğinde devlet bankaları mı yoksa borçluları mı kurtaracaktır? Elbette demokrasi bunun önünde bir engel olarak durmaktadır fakat sermayedar sınıfın tüm partileri ele geçirdiği bir senaryoda iktidar değişimi de sorunları çözmeyecektir. Emek sınıfı polis gücüyle ve hukuk gücüyle hakkına razı olmak durumunda kalacaktır. Bunları söylerken şunun da altını çizmek gerekir; serbest piyasa ekonomisinin olası olumsuzluklarına değinirken alternatif sistemlerin daha beter olabileceği akılda tutulmalıdır. Alternatif sistemler zorla çalıştırma ve angaryayı getirebilir.
Sermayenin devleti ele geçirmesinin uzun vadeli sorunları
Sanıyorum günümüzde artık rakibi olmayan serbest piyasa ekonomisi işleri bir adım daha ileriye götürmek niyetinde. Yukarıda eğitim, sağlık, adalet, iç güvenlik ve dış güvenlik devletin elinde olmalı diğer meselelerde ise serbest piyasa ekonomisi hakim olmalı demiştik. Liberallerin genel söylemi bu yöndedir. Bugün serbest piyasa ekonomisi savunucuları eğitim ve sağlığı da eleyecek gibi görünmektedir. Serbest piyasa ekonomisi eğer sosyalizmle çekişmesi nedeniyle ortalama insana bazı haklar verdiyse, ortada artık rakip kalmadığına göre işler kötüye gittikçe verdiği hakları geri almayı deneyebilir. Bu anlamda eğitmle ilgili olarak şu argümanı daha sık duyabiliriz. Eğitimin süresinin çok uzun olduğu ve gerekli becerileri kazandırmadığı. Buradaki gerekli beceriler elbette mülk sahiplerinin işine yarayacak becerilerdir. Ne var ki bunlar belki bireyin aç kalmasını engeller ama belki insan olmaya dair bazı şeyleri de engeller.
Serbest piyasa ekonomisi taraftarları zamanla başkalarının çocuklarının eğitim masraflarını karşılamak istemedikleri gibi başkalarının sağlık masraflarını da karşılamak istemeyebilirler. Veya iyi niyetle, bu işleri devletin elinden alıp para kazanılacak bir alana dönüştürürlerse daha verimli kurumların ortaya çıkacağını savunabilirler. Şimdilik eğitim ve sağlık konusunun devletten özel teşebbüslere geçmesi konusunda yol alınabiliyor gibi görünüyor. Belki zamanla, en azından bir ölçüde, gündeme iç güvenlik de dahil edilir. Devlet buralardan elini çeker ve serbest piyasanın yarattığı refah sayesinde emekçi sınıflar dahil bireyler daha iyi eğitim ve sağlık hizmetlerine kavuşurlar. Tıpkı daha iyi çamaşır makinelerine ve otomobillere kavuşur gibi.
Serbest piyasa ekonomisi devletin rolünü küçültmeye devam ederse toplumun geniş kesimleri için refah artışı geçmişte olduğu gibi gelecekte de devam edebilir. Olur da mülkiyet sahipleri bu refahı paylaşmak istemezlerse toplumun geniş kesimleri için hayat sefalet dolu olabilir. Evrensel temel gelir sadece hayatta kalmayı sağlayabilir. Burada şu argüman akla gelebilir; eğer toplumun geniş kesiminde para olmazsa mülkiyet sahipleri nasıl ürün ve hizmet satacaklardır? Bu argüman henüz ve yeterince zengin olmamış mülkiyet sahipleri için geçerli olsa da sınıflar arası geçişkenliğin artık diplere indiği dünyada belki de bu artık bir sorun olarak görünmüyordur.
Uzun vadede artık insanların okuma yazma bile öğrenmediği, yüksek miktarda kimyasallarla beslenerek dünya kaynaklarından istifade etmediği, insanların iş bulup evlenerek toplum hayatına karışamadığı bir cinnet toplumu ortaya çıkabilir. Bölgeler arasındaki kira ve mülk maliyetleri sınıfları net olarak birbirinden ayırır ve semtlere giriş çıkışlar kimlikle sağlanabilir. Zaman zaman sorun çıkaran bu kitlelerin eritilmesi için bir şeyler düşünülmesi de sürpriz olmayacaktır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki ayrım gibi mahalleler arası ayrımlar olabilir. İklim krizinin yol açacaklarından bağımsız şekilde bunlar olabilir. Elbette bu olumsuz senaryo. Muhtemelen her şey çok güzel olacak ama herkes için değil.
Bir Cevap Yazın